Adım Zebercet – Anayurt Oteli (1987)
Edebiyat sinemanın mutfağıdır. Günümüzde filmlerin yarısından çoğunun senaryosu edebiyattan uyarlanıyor. Ya birebir uyarlama oluyor, ya da şu yazarın şu adlı eserinden hareketle yazılmıştır ibaresini çoğu afişte görebiliyorsunuz. Ancak bu uyarlamaların birçoğu edebiyatseverler tarafından beğenilmiyor. Bunun türlü nedenleri üzerinde durmak mümkün ama sanırım yazarın edebiyattaki tanrıcılığı, yönetmenin sinemadaki kudretinde yok. Sinema her ne kadar yönetmenin hakimiyetindeyse de onlarca insan ona eşlik ediyor ve sonucunda ortaklaşa bir iş çıkıyor. Yazarınsa tek yardımcısı kağıt ve kalem. (Günümüzde kalemin yerini klavye aldı diyebiliriz)
Türk edebiyatı ve sineması arasındaki ilişki de genele paralellik gösteriyor. Sinemamızdaki edebiyat uyarlamaları genelde beğenilmiyor. Bu bilgi ışığında biri çıkıp Anayurt Oteli dese biraz durmak gerekir;
Anayurt Oteli
Öncelikle biraz Yusuf Atılgan ve satırları arasında gezinmeye başlayalım;
Uzun ama az eserli edebiyat ömründe bitirebildiği iki romanı var; Anayurt Oteli ve Aylak Adam. Eserlerinin sayısal azlığından mıdır nedir, değeri pek verilmemiş yazarlarımızdandır. Yeterli ilgiyi görememesinin sebebi sanırım “Mutlu” eserler yazmamasında gizli. İnsanımız mutluluk arıyor, ki bu Yusuf Atılgan’da yok. Onu bilip sevenler arasında Aylak Adam -sanırım- afiliğinden dolayı Anayurt Oteli’ne oranla daha çok ön planda. Ancak bana göre Anayurt Oteli en iyi eseri. Tek bir karakter üzerine yazılmış derin ve kısa bir roman Anayurt Oteli. Uzun öykü ya da novella da diyebilirsiniz. Romanın başkarakterini şimdilerin moda tanımı “ezik” olarak nitelendirmek mümkün. Hatta bu ezikliği doğumundan, ona verilen isimden başlıyor; Zebercet. Normalde kız ismi olarak kullanılan Zebercet, romanın erkek karakterine ad olarak bahşediliyor. Anne-baba ilişkisi, askerlik gibi bir erkekte derin izler bırakacak unsurlardan sarsılarak geçen Zebercet, Anayurt Oteli’nin katibidir. Yanında sadece temizlikçi kadınla beraber otelin tüm işlerini yürütür. Bu sorumluluğa öylesine sarılmıştır ki, neredeyse otelden hiç çıkmaz. Ta ki; Gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın’a kadar;
Bu noktada Ömer Kavur imzalı aynı adlı filme geçmek gerekiyor;
Film, Gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın’ın (Şahika Tekand) otele gelmesiyle başlıyor. Otelde bir gece kalıp bir hafta sonra tekrar geleceğini söyleyerek gidiyor. Zebercet’in yıllardır koruduğu yalnızlık, bu kadının gelmesiyle beraber ortadan kalkıyor. Yıllarca su değmemiş kurak bir toprağa bir damla su akıtmak gibi olan bu gelişin sonrası filmin tamamını oluşturuyor. Otelden çıkmayan Zebercet o andan sonra giyimine özen göstermeye, sokağa çıkıp sosyal olmaya çalışıyor. Yıllarca saklı kalan duygular bir anda açığa çıkınca da allak bullak oluyor. İlk damlayı yuttuktan sonra ikinci damlayı bekliyor ama hava bulutsuz.
Zebercet’in beyazperdedeki izdüşümü Macit Koper’e denk gelmiş. Ki ne gelmek, Zebercet’i onda izleyince başka bir aktör nasıl oynayabilirdi acaba? gibisinden bir soru hiç gelmiyor akla. Neredeyse filmin her karesinde görünen asosyal bireyi ve değişimini mükemmele yakın derecede yansıtmış. Bu tip roller iki ucu keskin bir bıçak gibidir. Kıvamını iyi ayarlamak gerekir. Aşırılığa kaçılırsa abartı, durgun yansıtılırsa sığ oyunculuktan bahsedilir. İşin özünde Macit Koper, tam Zebercet kıvamında.
Yönetmen Ömer Kavur genel olarak romana sadık kalmış diyebilirim. Romandan saptığı noktalar mevcut ama bunları kusur olarak göremeyiz. Muadillerine bakarsak romandan çok ayrı bir film kotarmadığını söylemek gerekiyor. Aynı yıl Antalya Film Festivalinde En İyi Yönetmen ödülünü alarak başarısının karşılığını almış. Macit Koper ise aynı festivalde Muhsin Bey’deki Şener Şen performansı nedeniyle ödül alamamış.
Filmi izlemeden önce romanı okumanızı öneririm. Film romanın üzerine gelince sanatın aslında tek bir dal olduğunu, sinema ve edebiyatın aynı otelin aynı odasında nasıl kaldığını görebiliyorsunuz.
Son Yorumlar