Çağdaş sanat fakülteleri(!)

tuval-160Söz ile iş arasındaki uyum, en güzel hayat uyumudur.

Eflâtun

Günümüz sanat eğitimini felce uğramasına bir diğer sebep de akademik unvan peşinde koşarken nice cevherlere yazık eden eğitimci sıfattaki kişilerdir. Günümüz akademilerinde görev yapan birçok öğretim üyesinin ya bilgi ya da erdem eksikliği yaşıyor olması, sanat ve felsefe deryası topraklarımızın geleceği açısından kaygı vericidir.

Sanat eğitimi sırasında, akademilerde yaşanan ilk sorun disiplin ile ilgilidir. Birçok öğrenci gibi birçok eğitmen de sanat eğitiminin bilim eğitimine oranla daha hususî olmasının onu salt bir özgürlükler alanına dönüştüremeyeceğini henüz kavrayamamışlardır. Oysa, disiplin ile yoğrulmayan sanat öğrencisi, özgürlüğün de tadına varamayacak ve sanatın kişiye kazandırdığı hisler konusunda fikir sahibi olamayacaktır. Pek tabii, öğrenci, bu hisleri yaşamında da bulamayacaktır.

Sanat eğitimcisi,önce kendini sanata ve sanat öğretmeye adamalıdır. Aksi gibi,araştırma görevlileri,öğretim görevlisi;öğretim görevlileri doktor;doktorlar,doçent vesaire çabalamaktan başka iş görmezler ve içlerinde başka duygulara yer vermezler ise yarınlarda ülkelerinde yaşanacak sanatçı kıtlığından şikâyet etmeye hakları olmayacaktır.Elbette;onun,böyle bir tasası var mıdır;yani,içinde öğretme aşkı taşıyor mudur?Bu sorular,henüz muallâktadır.Daha mühim olanı, sanat eğitimcilerinin hepsi,öğretebileceği bir bilgiye sahip midir? Bu bilgiyi öğretme yöntemi konusunda herhangi bir fikri var mıdır? Son yıllarda mevcut olan öğrenci ve öğretim elemanı sınavları, içeriklerinden ötürü, bizim bu sorulara net cevaplar vermemizi engeller çünkü herhangi bir atama esnasında öğretim elemanı adayının sanat aşkı,sanat bilgisi ve deneyimi dışında her özelliği önemlidir ki,bu da sanat eğitimine darbe indiren üçüncü durumdur. Sanat akademilerinin öğretmenleri,atama sınavlarında,sanat dışı konular ile sınanmak zorunda kaldıkları için biz de,onların gerçekten cahil olup olmadıklarını o ana kadar anlayamayız ama ya sonra?.. Görünen köy kılavuz ister mi? Şimdi,o görünen köylerin birinden bahsedelim…

Hacettepe Üniversitesi GSF. Resim Bölümü’nde 2004-2005 bahar dönemi… Ders, Sanat Eserlerini İnceleme… Dersin öğretmenini yardımcı doçentlik unvanına sahip. Öncelikle belirtmeliyim ki, dünya akademi tarihi boyunca bu kadar çok sakız çiğneyen başka bir eğitimci olmamıştır. Üstelik sakızı çiğnerken dudaklarını kapalı tutması gerektiğini de bilmeyen bir doçent… Sanat eseri incelemek demek, maddî bilginizin kusursuzluk derecesine yakın olmasını gerekli kıldığı gibi yorum kabiliyeti de isteyen bir etkinliktir. Elbette,yorum kabiliyetini geliştirmenin de ayrı yolları vardır ki,bir akademisyen bu yoldan da geçmiş olmalıdır.

O gün derse girdiğimde, akademili öğrencilerin, her zaman olduğu gibi sanat ve sanatçıyı alaya alan halleriyle karşılaşmamdan çok ders öğretmeninin de onlara katılmış olması ilgimi çekti. Yaklaşık, kırk dakika beklememe rağmen manzara değişmeyince çantamı aldım, ayağa kalktım ve oturan (oturarak üretmeyi deneyen) öğrencilerin arasından kapıya doğru ilerlemeye başladım.

Yardımcı doçent: “nereye gidiyorsun, Zafer?” diye sordu.

“ben, ders var sanmıştım” dedim dışarı çıktım.

Birkaç gün sonra yardımcı doçentin odasına gidip ona:

“duvarda Rembrandt’ ın resmi varken, ona bakıp birbirleriyle şakalaşan öğrencileri görünce dayanamadım. Size karşı ayıp etiyse, kusura bakmayın” demeyi aile terbiyemden dolayı zorunlu gördüm ama bir hafta sonra gerçekleşen başka bir olay, beni dilediğim özre de pişman etti.

Sınav var ve ben altı gündür uyumayıp hasta olan bir arkadaşımla ilgilendiğim halde sabahın köründe okula geldim. Bizim okulda bazı öğretmenler, sıradışı bir durumu ve gelişmeyi her neden ise ilân etmez, adeta vahiy yoluyla öğrenmemizi beklerlerdi. Sınavın yapılacağı salon, saati gelmesine rağmen boştu. Yardımcı doçentin yanına gittim. Kapıyı çaldım, içeri girdim. Oturuyordu. Sadece oturuyor ve elindeki kalemi havaya atıp tekrar tutmayı deneyerek vakit geçiriyordu.

“sınav?” diye sordum.

“iptal ettim”

“neden?”

“Kenan Doğulu’ nun konseri var…”

“!!!”

Ciddi olduğunu ve şaka yapmadığını anlamak beni gerçekten çok üzmüştü. Hacettepe Üniversitesi Resim Bölümü yardımcı doçenti, sonra da şunu söyledi:

“Amerika’da, Almanya’da hep böyle… Sıkmamak gerek çocukları!”

Şimdi; sanat eğitimi sayesinde bir ülkenin ve dünyanın ne oranda -iyi veya kötü- değişebileceğini unutmayalım. Bir de Almanya’da hiçbir akademinin, böyle sıradan bir konser uğruna sınav iptal etmeyeceğini bilelim. Kaldı ki; Almanya böyle yapsa bile, bu, onun saçmalığı olur. Amerika’ya gelince; orada böyle durumlar ile karşılaşabiliriz çünkü Amerika’da toplum bilincinin, sanatın ve sairin gelişmesi için gönüllü olan bir düzen yoktur. Orada, sınavlar, daha beter konserler için ertelenebilir. Bu yüzden de, her akşam, birbirlerinin kusmukları üzerinde sabahlayan gençler ile kaplı sanat okullarını sayısı Amerika’da epey fazladır.

Bizler de, kendini yozlaşmanın, yabancılaşmanın kollarına atmaktan zevk alan insanların,öğretim üyesi olduğu fakültelerde ölüm-kalım savaşı veririz.

Bu sebepledir ki; öğrenci de Rembrandt’ ın eseri karşısında bile vurdumduymaz kalabilir. Bu sebepledir ki; Büyükşehirlerin ünlü sanat akademileri her yıl, sanatçı değil ama yüzlerce hokkabaz mezun eder.

Nerede Bedri Rahmi ve atölyesi? Nerede Bigalı’ nın ihtişam dolu büyüklüğü? Nerede Babıali… Nerede görülmez derelerin kültür akıttığı Ulus Meydanı?.. Nerede patlarken, bütün Türkiye’ye fikir, ilim ve aşk saçan bir yanardağı andıran Tatbiki Güzel Sanatlar…

“Yaşasın eski kafalılık!”

Yorum yapın

Yorum yapmak için buradan giriş yapmalısınız.