Moliere ve Cimri

Kısa Bir Giriş

Moliere, XVII y.y.’da Fransa’da yaşadı. XVII y.y. her bakımdan Fransa’nın altın  çağı olmakla birlikte edebiyat, güzel sanatlar alanında da önemli gelişmeler sağlamıştır. XVI y.y.a kadar Fransa’da ilim ve edebiyat dili Latince idi. Fransız dili o sırada yavaş yavaş ortaya çıkmaya, derlenip toplanmaya, değerlenmeye başladı. Taze, canlı, renkli olmakla beraber henüz yaradılış evresinde bulunduğu için düzensiz, karışık olan bu dil XVII y.y.da duruldu; imlası, grameri, sözdizimi düzene girdi. Fransız klasikleri arasında en yüksek şöhretler, en güzel eserlerini bu y.y.da yazdılar. Pascal, Descartes, Boileau, La Fontaine, La Bruyere, Saint Simon. Gene bu yüzyılda Fransız tragedyasının unutulmaz iki büyük şairi yetişti. Corneille ile Racine.

XVII. y.y. Fransa’da güzel sanatlar gibi tiyatronun da canlanmasına şahit oldu. O döneme kadar tiyatro namına ortada görülen “mystere” adı  verilen dini temsillerle, İtalyan ve İspanyol tuluat kampanyaları örneğinde halkı kabaca güldürmekten öteye gidemeyen sahnelerden ibaretti. Bu y.y.da tragedya doğdu ve birdenbire gelişti. Komedya henüz, emekleme halindeydi. Gerçek komedyayı Fransa’ya Moliere getirecekti.

Moliere’in Hayatı

Kral XIV Louis’in döşemeci ustalarından Jean Poguelin’in oğlu olan Moliere 15 Ocak 1622′de doğdu. 1636′da Cizvitlerin idaresindeki Clermont Koleji’nde okudu. Oerlans’da hukuk okulunu bitirdiği, kısa bir müddet avukatlık ettiği de sanılmaktadır. 1643′te birdenbire fikrini değiştirdi, saraydaki vazifesinden vazgeçtiğini babasına bildirdi. İçindeki büyük istek aktör olmaktı. Zamanın oldukça tanınmış oyuncularından Bejant Kardeşlerle birlikte bir kumpanya kurdu. 1644 Ocağında oyunlar vermeye başladılar. İşler iyi gitmedi. O zamanlar Paris’te iki tiyatro vardı. Paris henüz üç tiyatroyu idare edecek kadar sanat aşığı değildi. Taşrayı denemeye karar verdi…

Bu yıllar da Moliere’in neler yaşadığı bilinmiyor ama geniş kesimlerle teması  ve yaşadığı zorluklar, olaylar onun olgunlaşmasına yardımcı olmuştur diyebiliriz. Bu arada tiyatro yazıcılığı hevesi de gelişmişti. Bu dönemde yazılan iki eser günümüze kadar ulaşmıştır: Hekim Uçtu, Soytarının Kıskançlığı. Derli toplu komedya olarak da Şaşkın ile Küskün Aşıklar’ı da o sırada yazdı ve taşra şehirlerinde oynadı. Aradan geçen yıllar içinde kazandığı olgunluğa güvenerek Paris’te talihini bir kere daha denemek istedi. 1658′de başkente döndü. 36 yaşındadır.

Kralın kardeşi Monsieur, kendi adını taşımasına izin vermek suretiyle, Moliere’in tiyatrosunu himayesi altına aldı. Kral tertip ettiği eğlenceler ve balolar için sık sık ona eserler ısmarlıyordu. Bu dönemde Tariuffe’ün üç perdesini oynadı. Softalar Ana Kraliçeyi de kışkırtıp dine aykırıdır diye Krala bu komedyanın oynanmasını yasak ettirdiler. Bundan çok alınan Moliere eseri lehine mücadeleye girişirken bir yandan da Don Juan’ı yazıp oynadı. Bu komedya da din aleyhine diye yerildi. Bundan sonra Sevda Hekimi ve en güzel eserlerinden biri olan Misanthrope’a verdi. Fakat eser layık olduğu alakayı bulamadı. Tartuffe’ü oynamak fikrinden bir türlü vazgeçmeyen Moliere Ana Kraliçe’nin ölmesinden faydalanarak eseri Düzenbaz adıyla 5 Ağustos 1667′de yeniden sahneledi. Paris Başpiskoposu bu eseri oynayanların, izleyenlerin aforoz edileceğini ilan etti. Bundan sonra bir buçuk ay temsilleri kesen Moliere yeniden çalışmaya koyuldu. Başlıca eserlerinden Cimri’yi oynadı. Nihayet kral Tartuffe’ün oynanmasına izin verdi. (5 Şubat 1669). 24 Şubat 1673 günü, birkaç papaz gece karanlığında cenazesini Saint-Eusteche mezarlığına götürdü. Dünyanın en büyük adamlarından biri böyle sessizce ve adeta hakaretle gömüldü.


Moliere ve Sanat

Moliere, yalnız büyük bir edebiyatçı değil aynı zamanda bir tarz yaratıcı,  çığır açıcıdır. Devrinde emekleme halinde olan bir sanatı çıkabileceği mertebelerin en yükseğine eriştirmiştir. Moliere’in asıl değeri, büyüklüğünün temel taşı eskime bilmeyen bu tazeliğidir. Vazifesi yalnız seyirciyi güldürmekten ibaret sayan bir sanatı o güldürürken öğreten, öğretirken düşündüren, tatlı saatler geçirtirken ibret dersleri veren bir okul haline getirdi. Komedyanın insanların iç yüzünü gözler önüne seren ve zihinlerinde iz bırakan yönünü kuvvetle sezmiş bunun imkanlarından cüretkarca yararlanmıştır.

Moliere İtalyan kumpanyalarının seyirciyi yoğun etkilediği dönemde böyle bir seyirci kitlesi önünde oynamak zorundaydı. Kimi etkilenmeler yaşamış fakat bu onun ileri bir görüşün ürünü eserler vermesini engelleyememiştir. Moliere bir yandan halka alışmış olduğu komedi tarzında oyunlarla kendini sevdirirken bir yandan da kendi sanat anlayışını ona aşılamaya çalışıyordu. Moliere önceleri hemen hemen yalnız İtalyan eserlerinin tercümesiyle uğraşmış, sonra adapte safhasına geçmiş daha sonra yabancı tesirlerden büsbütün sıyrılmaya çalışmış son yıllarında tamamıyla baştan başa, kendi malı olan eserler yazmıştır. Moliere kendinden çok aşağı örneklerle karşı karşıya kalmıştır. Ne yazık ki o devrin Fransasında ne Aristophanes tanınıyordu ne de Shakespeare.

Moliere’in büyük başarısı zamanında birer kukladan başka bir şey olmayan komedya kahramanlarını insanlaştırmış, komedya insanı getirmiş olmasıdır. İnsanlığın ezeli zaaflarını yakalamasını, her devirde ve her memlekette görülen kusurları gözlerimizin önünde yaşatmasını bilmiştir. Cemiyetin baş belası olan sahteliği ve ikiyüzlülüğü  keskin hicivli kalemiyle didik didik etti. Sofuluk maskesi altında en iğrenç ihtirasları gizleyen düzenbazlar kibarlığa özenen burjuvalar, herkese bilgiçlik satan kara cahiller, hastalarından para sızdırmaktan başka bir şey düşünmeyen ve onları göz göre mezara sürükleyen şarlatan hekimler, züppe kişizadeler, fazilet taslayan ahlaksızlar, kibarlık ve incelik sevdasıyla yaşamasını, konuşmasını şaşıran çıtkırıldım bayanlar…

Moliere’i okur ya da seyrederken gülmüş olanlar, kitabı kapattıkları veya tiyatrodan ayrıldıkları zaman sürüp gitmiş olan kahkahalarıyla birlikte her şeyin silinmiş olmadığını iz bıraktığını hissederler. Moliere’le temasa geçildikten sonra sahte softalardan bahsedildi mi Tartuffe’ü veya cimrilikten söz açıldı mı Harpagon’u hatırlamamak mümkün değildir.

Moliere’in eserinde tıpkı  Shakespeare’de olduğu gibi büyük nispetsizlikler göze çarpar. En yüksek başarılar yanında en değersiz parçalara rastlanır. Moliere hiçbir zaman eserlerini yazmak için gerektiği kadar zaman bulamamıştır. Tiyatro Müdürü, rejisör ve aktördü. Tiyatrosunun bütün işleriyle uğraşmak zorunda idi. Krala ve halka verilen oyunlardan başka, devrin nüfuzlu kimseleri de sık sık kumpanyasına çağırtıp temsiller sunmasını isterlerdi. Moliere Paris’e geldiği tarih olan 1658 ile ölüm tarihi olan 1673 yılına kadar on beş yıl gibi kısa bir zamana yirmi yedi eser sığdırmıştır. Bu da ne kadar acele yazmak zorunda olduğuna işaret eder. Birçok eserini bu yüzden, istediği gibi işlemeye vakit bulamamış olsa gerekir.Bundan başka bir kısım komedyalarını zamanın zevkine ve arzusuna kurban etmek zorunda kalmıştır. Asıl önem verdiği kendi zevkine kendi anlayışına gör eyazdığı eserleri en çok işlenmiş olanlarıdır.

Moliere ve Üslup

Moliere, konuşma dilini bütün canlılığıyla vermiştir. Moliere aktördü, eserlerinin başlıca rollerini kendisi oynamıştır. Şahıslarının sonlarına koyduğu sözlerin sahnede söylenişini yüzlerce defa işitmiş, pek tabi gerektikçe düzeltmeler yapmıştır. Bu da üslubunda önemli gelişme sağlamasına yardımcı olmuştur. Corneille’le Racine’i üslup bakımından ondan çok üstün bulanlar vardır. Bu görüş doğru olabilir. Ancak Fransız tiyatro edebiyatını bütün dünyada temsil eden yalnız Moliere olmuştur. Moliere’nin gayesi o iki ünlü çağdaşı gibi şiir değildi. Elbette o iki çağdaşının tesiri ile güzel yazmaya onlara benzemeye çalışmıştır fakat eserlerinin en iyi tarafı bu özentinin mahsulü olan yerler değildir. Şahıslarının hüviyetine bürünmesi, onların ağızlarıyla konuşmasını bildiği yerlerdir. Çünkü komedya edebi ürünler içinde yapmacığa, özentiye en az elverişli olanıdır.

Eserleri

Soytarının Kıskançlığı  (1945), Hekim Uçtu (1655), Şaşkın (1655), Küskün Aşıklar (1656), Gülünç Kibarlar (1659), Sganarelle (1660), Don Garcie de Novaire (1661), Kocalar Mektebi (1661), Les Facheux (1661), Kadınlar Mektebi (1662), Kadınlar Mektebi’nin Tenkidi (1663), Versailles Tuluatı (1663), Zorla Evlenme (1664), La Princesse d’Elide (1664), Tartuffe (1664-1669), Don Juan (1665), Sevda Hekimi (1665), Le Misanthrope (1666), Zoraki Hekim (1666), Melicerte (1666), La Pastodrale Comigue  (1666), Sicilyalı (1666), Amphitryon (1668), L’Avare (Cimri) (1668), Mösyö de Paurceavgnac (1669), Les Amants Magnifigues, (1670), Kibarlık Budalası (1670), Psyche, Scapin’in Dolapları (1671), Kontes d’Escarbagnas(1672), Bilgiç Kadınlar (1672), Hastalık Hastası (1673).

Moliere ve Cimri

Bütün sevgi ihtiras, alaka bir noktada toplanmıştır o da para. Eserin bel kemiği, ruhu paradır, Onun kölesi de Harpagon’dur. Para yegane amaçtır. Harpagon paraya bir sevgili gibi bağlıdır. Onun gözü para dışında bir şey görmez.

Moliere’nin en önemli eserlerinden biri olan Cimri günümüze kadar ulaşmış bir tiyatro klasiğidir. Moliere’in sanat anlayışı içinde bunun nedenlerinden satır aralarında bahsetmiştik. Cimri’nin günümüze kadar ulaşmasında ve izlendiğinde akılda kalmasında, insanı düşündürmesinde en önemli etkenlerden elbette bir tanesi yaşamın içinde karşılaştığımız kimi karakterlerde onu canlı görebilmemizdir. Hem de yaygın bir şekilde karşılaşmamızdır. Cimri’nin en önemli kahramanı olan Parisli zengin burjuva Harpagon’un bütün amacı, alakası, ihtirası tek bir noktada toplanmıştır o da PARA. Gözü onun dışında bir şey görmez. Ve bu Harpagon’da kötü bir ağ oluşturmuştur; güvensizlik, sevgisizlik, tedirginlik, yalnızlık, duyarsızlık ve tabi cimri bir kişilik. Tüm bu özelliklerin bileşimi olarak tüm değerlerin çöküşü.

Harpagon sürekli endişelidir. Çünkü bahçesine bir çekmece içinde bir hayli altın gömmüştür. Sürekli yerinin keşfedilip çalınmasından korkar. 1.Perde de yer aldığı gibi Cleante’in uşağı La Fleche’den şüphelendiği için onu sorguya çekip üzerini aradıktan sonra evinden kovar. Yaşadığımız dönemde de daha çirkefleşmiş, daha iğrenç halleriyle böylesi burjuvalar yok mu? Bankalarında, kasalarında paraları daha da çoğalsın diye, karlarına kar katmak pahasına, yoksulların açlıktan, işsizlikten ve sefaletten çile çekmesini seve seve yol açan burjuvalar yok mu?

Harpagon yalnızdır, gerçek dostlardan yoksundur. Onun tüm kariyeri, karizması paradır. Öyle ki Elise babasının seçtiği zengin bir ihtiyarla evlenme isteğine yanaşmadığından, Harpagon kendisinin güvenini kazanmış olan Valere’den (Elise’nin sevgilisi) aralarında hakem olmasını ister. Valere Elise’yi sevmektedir fakat Harpagon’un gözünden de düşmek istememektedir. Savunmadığı halde bir çok şeyi savunur görünür. Harpagon sevgisizdir, evleneceği kadına bile tutumlu olduğu anlatıldığı için ilgi duyar. Harpagon sevgisizdir, çocuklarının mutluluğunu düşünmez, onlara varlık içinde yokluk çektirir. Çocuklarından bile şüphelenir, onlara tek kuruş koklatmaz. Harpagon çok cimridir. Müstakbel damadı Anselme ile eş adayı Mariane’ya vereceği  akşam yemeği daveti için bile masrafları elden geldiğince kısar. Bunun için uşağını sıkı sıkı tembihler. “Yaşamak için yemeli yemek için yaşamamalı“. Bu söz onun çok hoşuna gider. Bu sözü yemek odasının ocağı üstüne altın yaldızla yazma kararı alır. Adamcağızın bahçede altınları gömülü dursun sanki yoksulluğun içinde üç kuruşla ne yapabilirim kaygısı almış başını gidiyor Hoş günümüzde ise burjuva sofraları lüksten ve bolluktan geçilmezken ve çoğu çöpü boylarken, bizim komedi ise baklava hırsızlarında yaşanıyor. Onlar cezaevinde yata dursunlar.

Tüm kaygılarında haksız da sayılmaz bizim cimri. Eyvah çekmece de gitti. Evet evet çalındı. Soyulduğunu anlayan cimri yaygarayı koparır.

-Hırsız var! Hırsız var! Katil var! Yangın var. Allah’ım sen yetiş! Mahvoldum boğazladılar beni! Paramı çaldılar. Kim çaldı? Nereye kaçtı?.. Dur haydut ver paramı?. (Kendi kolunu tutmuştur.) Ay benmişim! Ah paracıklarım! Benim canım ciğerim. Seni elimden aldılar, seni kaybettim!.. Tesellim saadetim elimden gitti.

Saadeti elden giden Harpagona çok yazık! Sonuçta Harpagon parasını ele geçirmek için kızının ve oğlunun sevdikleriyle evlenmelerine razı olur. Harpagon için mutlu son çekmecesine kavuşmaktır. Yoksa çocuklarının mutlu olması değil. Onun tüm saadeti, tesellisi para yine yanı başındadır. Tozlanmak için, birlikte mezara gitmek için. Onun tek efendisi paradır. Hayatında başka bir değer yoktur. Sevgi, saygı, paylaşım duyarlılık, dostluk, arkadaşlık, insanlık adına hiç bir şey. Günümüzde de her gün hücre hücre ölmüyor mu bu değerler ve öldükçe daha çok sefalet, açlık, şiddet doğurmuyor mu? Daha çok yalnızlık üretmiyor mu? Daha çok bencillik, daha çok çıkar…

Yorum yapın

Yorum yapmak için buradan giriş yapmalısınız.