BİZANS MİMARLIĞI

Bizans İmparatorluğu kavramı modern tarih biliminin buluşu olup, gerçekte kendini bu isimle tanımlayan bir devlet yoktur. M.S. 196 yılında Septimus Severus tarafından Roma İmparatorluğu topraklarına katılan Byzantion şehri 330 yılında Konstantin tarafından imparatorluğun ikinci başkenti ilan edilmiştir. Roma İmparatorluğunun 395 yılında ikiye ayrılmasından sonra “Bizans İmparatorluğu” olarak tanımlanan devletin temelleri atılmıştır. 1453 yılında Türklerin İstanbul’u almalarına değin varlığını koruyan Doğu Roma-Bizans İmparatorluğunun sanatı Erken, Orta ve Geç olmak üzere üç dönemde incelenmektedir.

Erken dönem mimarisinin en önemli yapılarından bir tanesi 532 yılında meydana gelen Nika Ayaklanmaları sırasında tahrip olan Ayasofya Kilisesinin yerine yapılan yeni kilisedir. İmparator Justinianus (527-565) yeni kilisenin yapımı için Anthemios ve İsidoros’u görevlendirmiş inşaatı beş yıl süren kilise 537 yılında açılmıştır. Yapıda bazilika ve merkezi plan şemaları yetkinlikle kaynaştırılmıştır. Üç nefli bazilika, merkezde 32 m çapında yerden 55 m yüksekliğinde pandantifli bir kubbeyle örtülmüştür. İstanbul’da 532 sonrasında yenilen bir diğer yapı Aya İrini Kilisesidir. Üç nefli ve kubbeli bazilika 740’ta bir depremde hasar görmüş ve geniş çapta onarım görmüştür. 536-550 yılları arsında beş kubbeli Yunan haçı tipinde yapılan İstanbul’daki On İki Havari Kilisesi mimari açıdan önemli bir diğer yapı olup, aynı yapı tipi Venedik’teki San Marco Kilisesinde tekrarlanmıştır.

Anadolu’da Justinanus dönemine ait oldukları kesinlikle bilinen yapı sayısı sınırlıdır. Sakarya Nehri üzerindeki köprü, Elazığ yakınlarındaki Karamağra Köprüsü bu örneklerdendir. Ege bölgesinde bulunan psikoposluk merkezlerinde mimarlık faaliyetleri bu dönemde artmıştır. Miletos’da kent surları, Başpsikoposluk Kilisesi, Sardis’de D kilisesi bu dönem yapılarından bazılarıdır. Demre’de bulunan Nikolaos Kilisesinin ilk yapımı 529 sonrasına, büyük olasılıkla Justinianus dönemine aittir.

İmparatorluğun sıkıntılı olduğu 610-867 yılları arasında İstanbuld’da mimari etkinlikler oldukça sınırlıdır. Kalenderhane Camisinin (Akataleptos Manastırı) ilk ve Chora Manastırı Kilisesinin (Kariye Camisi) ikinci yapısı yalnızca kazılardaki arkeolojik verilerle saptanabilmiştir. Günümüze yalnızca büyük mahzenleri ulaşan Bryas Sarayı ve Büyük Saray içindeki pavyon İmparator Theophilos dönemine (829-842) ait olup Emevi ve Abbasi etkileri taşır.

I. Basileos’un (867-886) yaptırdığı Nea Kilisesi Yunan haçı tipinin başkentte bilinen ilk örneğidir. Konstantin Lips Manastırının (Fenari İsa Camisi) Theotokos Kilisesi (907) bugün var olan en eski tarihli örnektir. Komnenoslar Döneminde (1056-1204) İstanbul’da büyük manastır kompleksleri kurulmuştur. Bunlar arasında Christos Pammakaristos, Christos Pantepoptes, ve Christos Pantokrator bunların en önemlileridir. Anadolu’da 11.-12. yüzyıllarda hemen hemen tüm bölgelerde en çok benimsenen yapı tipi kapalı Yunan haçıdır.

Latin İstilası Döneminde (1204-1261) Aleksios ve David Komnenos Doğu Karadeniz Bölgesinde, Trabzon başkent olmak üzere bağımsız bir devlet kurmuştur. 1461 yılına dek yaşayan bu devletin sanat merkezi Trabzon olup, Ermeni, Gürcü ve Selçuklu etkilerini özümseyen bir mimarlık oluşmuştur. I. Manuel Komnenos (1238-63) tarafından yaptırılan Aya Sofya kentin en güzel dinsel yapısıdır. Planı kapalı Yunan haçı şemasını yansıtan kilise, batı haç kolunun uzatılmasıyla bazilikal bir görünüm almıştır. Trabzon-Maçka yolu üzerinde bulunan Panagia Sumela Manastırı III. Aleksios Komnenos (1349-90) tarafından kurulmuştur.

Palaiologoslar Dönemi (1261-1453) başkent mimarlığında geleneksel plan şemaları uygulanmış, ancak cephe düzeni ve bezemelerine yeni bir yorum getirilmiştir. Bu dönem yapıları genelde mevcut manastırlara eklenen mezar şapelleri ya da narthekslerdir.

İstanbul’da 6. yüzyıla ait duvar freskleri ya da mozaikleri günümüze ulaşamamıştır. Günümüze ulaşabilen figürlü bir yer mozaiği Büyük Saray Kompleksi içinde yer almaktadır. Bu mozaikte beyaz zemin üstünde çoban, oynayan ve deve sırtında dolaşan çocuk figürleri, evcil hayvanlar ve av hayvanları ile mitolojik sahneler betimlenmiştir. 6. yüzyıl resim sanatının belgeleri minyatürlü el yazmalarıdır. Saray atölyelerinde yapılan en eski örnek bugün Viyana’da bulunan Dioskorides’tir. El yazması 1. yüzyıla ait bir farmakoloji kitabının kopyasıdır.

İstanbul’da İkonaklasmus öncesine tarihlenen Mabet’e Takdim mozaik panosu Kalenderhane’de yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Başkentte bilinen en eski İncil kaynaklı tasvirdir. Figürlü tasvirin yasaklandığı İkonaklasmustan doğrudan doğruya etkilenen sanat merkezi başkent ve yakın çevresidir. Ayasofya’daki mozaikler yok edilmiş, apsisteki Meryem tasvirinin yerini büyük bir haç almıştır. Figürlü tasvir yasağı saray atölyelerinde ya da dini kurumlarda yapılan el yazmalarına da doğrudan yansımış, bu dönemde birçok el yazması haç ve bitki motifleri ile bezenmiştir.

İkonaklasmus sonrasında tahta geçen İmparator III. Mikhail (842-867), I. Basileos (867-886) ve VI. Leon’un (886-912) dönemleri Bizans resim sanatının en verimli dönemi olarak değerlendirilmektedir. Bu dönemde İstanbul’daki kiliseler yeniden figürlü tasvirlerle bezenmiştir. İstanbul Ayasofya’sının apsis yarım kubbesindeki Meryem ve bema tonozundaki baş melek mozaikleri olasılıkla 866-67 yıllarında bitirilmiştir. II. Basileos döneminde (976-1025) Justinianus, Konstantin ve Meryem’i birlikte canlandıran mozaik yapılmıştır. İstanbul’da Komnenos’lar döneminden günümüze gelebilen tek mozaik Ayasofya’nın güney galerisinde II. Ioannes Komnenos, Eirene ve Meryem’i birlikte gösteren panodur. Trabzon’da yerleşen Komnenos’ların resim sanatına katkısı, zengin bir fresk programıyla Ayasofya tarafından belgelenmektedir.

Bizans İmparatorluğu’na Hindistan ve Afrika’dan getirilen fildişi 6. yüzyılda özellikle Konsüllük diptiklerinin yapımında kullanılmıştır. Başkent atölyelerinden çıkan en eski örnek Konsül Areobindus’a ait olan 506 tarihli iki levhadır. İkonaklasmus sonrası fildişi sanatı çok gelişmiş ve farklı nitelikte eserler üretilmiştir. Taşınabilir küçük ikonalar, diptik ve triptikler varlıklılar tarafından kullanılmıştır.

Tabak, tepsi, kupa ve vazo gibi farklı nitelikteki gümüş kulanım eşyasında dinsel konuların yanı sıra simgesel ve mitolojik betimlemeler görülür.İstanbul Arkeoloji Müzelerinde korunan ve Hindistan’ı simgeleyen figür bezeli tepsi kabartma tekniğinde yapılmış güzel bir örnektir. Bizans dönemine ait mine eserler genellikle bölmeli mine tekniği ile yapılmıştır. Bu teknikte altın plaka üstüne, altın ya da gümüş ince bir tel istenen betimlemeyi oluşturacak biçimde lehimlenir ve telin sınırladığı bölmeciklere mine tozu konularak eritilirdi.

Kaynak: Arkeolog ünvan değişikliği sınavı ders notları

Yorum yapın

Yorum yapmak için buradan giriş yapmalısınız.