Film’e Dair Bir Kaç Not: Kış Masalı

kis-masali-filmiBebek Peter Lake 1895’te New York şehrine doğru yelken açtığında, yaşayacağı uzun ve karmaşık hayat hakkında hiçbir fikri yoktu; ya da çok olağanüstü bir şekilde dokunacağı diğer hayatlar hakkında. Çünkü Peter’ın içinde çok özel bir ruh için saklanmış bir mucize vardı, sadece kendisinin kurtarabileceği çok önemli bir hayat için; yeter ki onu bulabilecek kadar uzun süre hayatta kalabilsin.

Senarist, yapımcı ve çiçeği burnunda yönetmen Akiva Goldsman, “Hikaye gerçeğe dayanan bir ortamı, gördüğümüz dünyanın ötesinde, açıklaması olmayan bir yerle birleştiriyor” diyor ve ekliyor: “Bu düpedüz duygusal bir anlatım; fakat bu doğal dünya içinde sihrin gerçekleştiği ve insanların asırlarca yaşadığı bir dünya daha var.”

Goldsman için, filmin dayandığı Mark Helprin’in romanı karşı koyamayacağı bir meydan okuma sunuyordu: “Winter’s Tale’i ilk olarak 1980’lerde okumuş ve hikayeye aşık olmuştum. Sevdiğiniz şeylerin gitmesine izin vermek zordur, özellikle de hayal gücünüzde bu denli şiddetli bir etki yaratıyorlarsa.” Goldsman romanı hiç unutmadı ve hatta onu beyaz perdeye nasıl uyarlayacağını düşünmek için yıllarını harcadı. “Mark’ın kitabı çok uzun, 800 sayfaya yakın. Hiçbir senaryo tüm öğeleri içeremezdi. Bu yüzden, üzerinde çalıştım ve bana en çok hitap eden kısımları seçip çıkardım, ta ki bunlar yazım hayatımın dokusunun bir parçası hâline gelene dek” diyor Goldsman.

Yapımcı Marc Platt ise şunları kaydediyor: “Akiva bizim en başarılı yazarlarımızdan biri. Hikayeye duyduğu tutku sayesinde ve hayatındaki kişisel yolculuk nedeniyle, bu hikayeyi bir yandan sinemaya uyarlayıp kendinin yapmak, bir yandan da Mark’ın romanının içsel ve benzersiz muhteşem niteliklerini korumak için gayretli bir şekilde çalıştı.”

“Olaylar çok karmaşık bir sıra izliyor” diyen Goldsman, şöyle devam ediyor: “Bunu çözmeyi denediğim süreçte beklenmedik bir kayıp yaşadım. Nihayet tekrar yazmaya başladığımda, Winter’s Tale sevdiğim bir şeyden en çok sevdiğim şeye dönüştü. Sonunu Goldsman senaryoyu tamamladığında, bunun yönetmenliğe adım atması için mükemmel proje olduğunu, başka birine emanet edemeyeceğini biliyordu. “Benim için çok büyük anlam taşımaya başlamıştı; bu karakterlere çok uzun zamandır o kadar yakınlık duyuyor ve duygularını o kadar iyi anlıyordum ki filmi de kendimin yönetmesi gerektiğini “Winter’s Tale/Kış Masalı”nın merkezinde bir asra yayılan bir aşk hikayesi yatıyor.

Goldsman’a göre, “Film aşık olmayı ve aşkı kaybetmeyi konu alıyor; delice bir romantizm bu. Yürekli kahramanımız Peter Lake, Beverly Penn adlı bir kadını o kadar çok seviyor ki yüz yıldan fazla yaşıyor. Böylesine güçlü bir aşk bence hepimizin bulmayı isteyeceği türde bir şey. Ben sinemaya gittiğimde, filmin bana gerçek hayattakinden daha güçlü ve daha aşırı şekilde hissettirmesini isterim.”

Peter rolündeki Colin Farrell ise şunları söylüyor: “Bana neyin iyi bir aşk hikayesi olduğunu sorarsanız, insanların birbirlerinde kaybolmalarıdır derim; ve dolayısıyla da, kendilerini ilk kez bulmalarıdır, diğer kişinin varlığında kendilerinin en iyi yönlerini bulmalarıdır. Beverly’yle tanıştığında Peter’ın yaşadığı şey bu. Ansızın olan bir şey. Birbirlerine karşı duyguları zamanın kısıtlamalarının ötesine geçiyor.”

Peter Lake karakteri bir tür anti-kahramandır; onunla 1916’da tanıştığımızda, deneyimli ve becerikli bir hırsızdır; ve Beverly’yle ilk kez tanışması da geçimini sağladığı bu iş sayesinde olur. Peter, Beverly’nin babasının Central Park’taki malikanesini soymaya çalıştığı sırada, evde kimsenin olmasını beklemezken, beyazlar içinde, kızıl saçları alev gibi yanan bir kızla karşı karşıya gelir. Genç kız boyun eğmez mizacı gereği ondan korkmaz ki bu da Peter’ı çok Beverly rolündeki Jessica Brown Findlay daha ilk okuyuşunda senaryoya aşık olduğunu söylüyor: “Senaryoyu okuduğumda böyle bir hikaye oluşuna tek kelimeyle inanamadım: Son derece büyülü bir hassasiyetle anlatılış şekli, yapılıyor oluşu ya da böylesine güzel bir şeyin parçası olabilmem inanılmazdı.”

Ne yazık ki, Peter, Beverly’yle tanıştığında genç kız çok ciddi bir verem hastasıdır ve fazla ömrü kalmamıştır. Ancak, aşıkları birbirinden koparabilecek yegane şey bu değildir. Peter’a hırsızlığı öğretmiş olan bir zamanlarki akıl hocası Pearly Soames tam bir şeytandır ve kendisine alenen ihanet etmiş olan Peter’ı bulup ona bunu ödetmeyi sonsuz yaşamının amacı “A Beautiful Mind” ve “Cinderella Man”deki işbirliklerinden sonra Goldsman’la bir kez daha çalışmaya istekli olan Russell Crowe kötü adam rolünü üstlendi.

Aktör, “Benim ile Akiva arasında olduğunu hissettiğim gibi esaslı bir ilişkiyi çok sık bulamazsınız. İster bir film setinde olalım, ister beraberce bir şeyler yazalım, aynı örüntülerin ortaya çıktığını görüyoruz. Dolayısıyla, bu, hayatımın en harika yaratıcı işbirliklerinden biri. Çok güzel yazılmış karakterlere sahip, fevkalade bir senaryoydu. Bir hikayenin hayata geçmesi için ihtiyaç duyulan tüm öğeler sayfalarda yer alıyordu. Kısacası, dostlarımdan biriyle gerçekten müthiş bir projeye dahil olduğum için kendimi çok şanslı hissettim” diyor.

Filmde Farrell, Brown ve Crowe’un yanı sıra Jennifer Connelly, William Hurt ve Eva Marie Saint gibi ünlü oyuncular da yer alıyor. Yapımcı Michael Tadross’a göre, “Akiva’yı herkes seviyor; hepsi Akiva’yla çalışmak için geldi. Onun senaryosu şimdiye dek okuduklarım arasında en iyilerden biriydi; vizyonu o kadar net, coşkusu o kadar belirgindi ki, bu, projeyi hepimiz için bir zevke dönüştürdü.”

Kameranın arkasına ilk kez geçen Goldsman, yanına sektörün en iyi sanatçıları arasında gösterilen, görüntü yönetmeni Caleb Deschanel, yapım tasarımcısı Naomi Shohan gibi isimleri aldı ve filmi kendi şehri New York’ta çekti.

Filmin hikayesinin yayıldığı süre ve gerektirdiği fantastik öğeler nedeniyle, yapımcılar New York’un siluetini üç farklı dönem için yaratmak durumundaydılar: 1895, 1916 ve 2014.

Neyse ki, yapımın tamamı şehrin içinde ve çevresinde çekildiği için, yapımcılar mükemmel mekanlar kullanma olanağı buldu; ve şehir filmin yönetmenine fazlasıyla ilham verdi, tıpkı yıllar öne kitabın yaptığı gibi.

“Yetişkinler için peri masallarına duyduğum sevgi gerçek” diyor Goldsman ve ekliyor: “Hikayeyi her şeyin bir nedeni olduğuna, bugünkü bir kaybınızın bir gün başka bir yerde kazanım olacağına dair kişisel umudum doğrultusunda anlatmaya çalıştım. Dünyada her şeyin doğru işlediğini düşündürten, yıldızların neden gökyüzünde asılı olduğunu anlamanızı sağlayan türde hikayeleri seviyorum.”

Onu henüz çalmamış olduğumu düşünmeye başlıyorum. Peter Lake, Brooklyn sokaklarında genç bir çocukken, Pearly Soames onu yanına alır ve hırsız olarak yetiştirir. Peter bu işte hayli başarılı olur. Ama 1916 yılında onunla tekrar karşılaştığımızda artık yetişkin bir adamdır ve akıl hocasının ne kadar zalim ve ruhsuz olduğunu fark ettiği için şehri terk ederek Pearly’nin her yere uzanan pençesinden kurtulmak istemektedir. Ancak, en iyi yapılmış planlar çoğu zaman şartlar tarafından sekteye uğrar.

Goldsman bu konuda şunları söylüyor: “Pete, Pearly için çalıştığı zamanki gibi, acımasız ve kendi çıkarlarını gözeten türde bir hırsız olmayı reddediyor. Çalmaya devam etmekten mutlu. Ama sanıyorum ki, tuhaf bir şekilde, Robin Hood olmaya Al Capone olmaktan daha uygun biri. Farklı bir gelecek istese de, Beverly’yle karşılaştığı zaman bulduğunun asla hayal edebileceği bir gelecek olduğundan emin değilim.”

Farrell, Peter rolü için, “Hem Beverly hem de Peter’ın birlikte yaşadığı aşk Peter’ın hiç beklemediği bir şey. Boş olduğunu sandığı bir evi soymak için orada; evrenin semai güçlerinin dikkatini çekerek 100 yıl yaşamasına neden olacak bir komployu beraberinde getirecek bir aşkı bulmak için değil” diyor

Aşkları o kadar güçlüdür ki gerçekten de, Farrell’ın ifadesiyle, “gezegendeki tüm insanların varlığını yöneten aydınlık ve karanlığın dengelerini sarsıyor. Bu oldukça çarpıcı bir şey ve sonunda bir ölüm kalım meselesi hâline geliyor.” Platt ise şunu ekliyor: “Peter Lake çocukken yanlış ellere düşen ve Short Tails adlı bir sokak çetesi tarafından yetiştirilen biri, fakat içindeki doğuştan gelen iyilik onun çeteden uzaklaşmasına neden oluyor. Şimdi hiç beklenmedik şekilde, ve belki de hayatında ilk kez, ulaşılmaz görünen güzel bir kadında gerçek aşkı buluyor. İster tesadüf olsun ister kader, bu iki insan karşılaşıyorlar ve o an aşık oluyorlar.”

Peter kendi ya da başkasının hayatında nasıl bir amaca hizmet edebileceğini hiç düşünmemiştir. Farrell, “Peter daima işlerin işleyiş biçimiyle savaşan biri. Toplumun sistemlerine, yasaya ve kendine karşı savaşmış. Ama Beverly’nin onda uyandırdığı şeyin ve ikisinin arasında yaşanan aşkın gücü sayesinde, nihayet aslında hayatında olağanüstü bir amaç olduğunu görüyor” diyor.

Goldsman ise şunları söylüyor: “Colin, Peter rolünde, oyuncu seçiminin en hoş sonuçlarından birine örnekti. Öylesine açık yürekli ki Colin’i hissedebiliyorsunuz. Orada olduğunu ve sizinle bağ kurduğunu duyumsayabiliyorsunuz ama bir o kadar da gizemli. Hem yakışıklı hem fiziksel; ve bu niteliklerini karaktere gerçekten yansıttı.”

Farrell’a göre, Peter, “Beverly’nin çepeçevre saran hayat özü karşısında hayrete düşüyor. Bverly’de hakiki bir ışıltı var. Jessica’nın çizdiği portre de aktris ile malzemenin mükemmel uyumu içinde o ışıltıya hayat verdi.”

Goldsman iki başrol oyuncusu arsındaki kimyanın kilit öneme sahip olduğunu kabul ediyor: “Kitapta, Peter ile Beverly arasında ciddi bir yaş farkı var. Fakat Colin ile Jessica’yı perdede bir arada gördüğünüzde, bunu anlamıyorsunuz çünkü Beverly daha genç olsa da, Peter zamandan bağımsız. Colin’in inanılmaz bir yanı bu; genç ve yaşlı. Onun böyle bir etkisi var; sizi kendine çekiyor; ona doğru eğilmek, onu dinlemek istemenizi sağlıyor. Bu muhteşem Peter ve Beverly’nin bir bakıma ortak bir noktaları olduğunu anlamaları uzun sürmez:

İkisinin de o ana dek kaybedecek fazla bir şeyleri yoktur. Goldsman, “Beverly çocukluğundan beri ölümün pençesinde; Peter ise daha önce hiç sevmemiş. Ansızın, birbirlerini buluyorlar; ve bunun içinde bir dram yatıyor” diyor.

Yönetmen şöyle devam ediyor: “Beverly bir hayatın mükemmel birinci perdesi: Genç, nefes kesici, zeki ve duygulu. Saf, dış dünyadan uzak; o kadar ki adeta uzaklarda bir kuleye kapatılmış birini temsil ediyor ama onun durumunda kule değil, Manhattan’da bir ev söz Beverly Penn’i canlandıran Jessica Brown Findlay şunu ekliyor: “Beverly, Peter’la tanışmadan önce, hastalığı yüzünden başka insanların başına gelen pek çok şeyi, örneğin romantik bir ilişkiyi, asla yaşayamayacağını kabul etmek zorunda kalmış. Hayatı gayet net ve her şeyi en basit hâliyle görüyor çünkü uzun vadeli düşünmek için asla bir nedeni olmamış. Ama sonra Peter’la tanışıyor ve diğer her şey kayboluyor; artık, oluşturdukları bu müthiş insani bağdan başka hiçbir şeyin önemi kalmıyor.”

Aktris canlandırdığı karakterin Peter’ın kim olduğunu neredeyse anında görebilme becerisine hayran olduğunu söylüyor: “Beverly çok hızlı bir şekilde Peter’ın kötü bir insan olmadığını anlıyor, kötü şeyler yapıyor olsa bile. Üstelik, Peter ona ne yapabilir ki? Zaten ölüyor. Sanırım ölüm korkusu olmaması yüzünden muhtemelen korkması gereken şeyler onu olması gerektiği kadar ürkütmüyor. Bu yüzden de, Peter’a sıcak, ve gitmesini söylemeyecek kadar açık davranıyor. Böylece aralarında çok çabuk bir ilişki filizleniyor; o romantik duygular hakikaten açığa çıkıyor. Sanırım Beverly’nin boşa geçirecek zamanı yok.”

Goldsman ise aktris için şunları söylüyor: “Jessie ilham verici bir özelliğe sahip. Hem zarif hem de çok güzel; bu çok tuhaf bir bileşim. Karşınızdayken bunu göz ucuyla görebilirsiniz ama kameranın önüne geçtiğinde, kamera onu adeta önünüzde havada süzülürmüş gibi gösteriyor. Bu çok özel bir şey. Onda eşsiz bir şey var.”

Peter ve Beverly kendilerini çok siyah-beyaz; iyinin iyi, kötünün de kötü olduğu bir dünyada aşık olmuş bulurlar. Ve kimse Pearly Soames’dan daha kötü değildir. “Pearly karanlık tarafla nasıl başa çıktığınızı görmek için yolunuza çıkartılan biri” diyor Goldsman ve ekliyor: “O, şeytan değil; ama onun için çalışıyor. Umutları ve mucizeleri yerle bir ediyor.

Herhangi bir şeyin yanlış gitme olasılığı varsa, kırılganlık ya da yoldan çıkarma ihtimali varsa, Kendisinin de farkında olduğu çirkinliğinden ötürü —yüzünde, daha derinlerdeki iğrençliğin ipuçlarını veren bir yara vardır—, Pearly ışık da dahil olmak üzere, güzel olan ne varsa ona gözünü diker ve onu çalar. Pearly’nin gerçekte ne olduğunu bilmeseler de sormayacak kadar akıllı olan kendi adamları bile ondan korkmaktadır.

Olaylara canlandırdığı karakterin açısından bakan Russell Crowe şunları söylüyor: “Pearly’e göre, bu çocuğu muhtemelen çok trajik bir hayattan kurtarmış. Onu eğitmiş, geçimini sağlayabilmesi için düzgün bir iş —çalmayı— öğretmiş; ve Peter artık Pearly’ye pek de ihtiyacı olmadığına, kendi başına yaşayabileceğine karar vermiş. Pearly’nin Peter’ın becerilerini ve yeteneklerini geliştirmek için harcadığı zaman düşünülürse, Peter’ın gidişinden pek mutlu olmadığı söylenebilir. Pearly’nin buna tepkisi anlaşmazlıkları gidermek için oturup konuşmayı denemek değil; ‘benim yanımda değilse karşımdadır, o yüzden ölmeli’ diye “Pearly’yi Russell için yazdım” diyen Goldsman, şöyle devam ediyor: “Birlikte epeyce çalıştık ve birbirimizin ritmini anladık. Çağımızın en büyük aktörlerinden biri o. Dönüşüyor. Russell kelimenin tam anlamıyla sinema yıldızı ile karakter oyuncusunun ender bileşimlerinden biri.”

Crowe ise, “Pearly Soames müthiş bir karakter. Sürekli olarak şöyle düşündüm: ‘Bu anı nasıl şoke edici yapabilirim?’ Onu canlandırmak bana biraz eğlence özgürlüğü tanıdı. Ve Akiva etrafımı çalışmalarını sevdiğim, arkadaşlıklarını gerçekten takdir ettiğim oyuncularla Farrell, Crowe’la karşılıklı oynamaktan büyük keyif aldığını belirtiyor: “Russell’la çalışmaya bayıldım. Çekimler sırasında inanılmaz hazırlıklı ve doğal. Sete geldiğinde tüm çalışmalarını çoktan yapmış olduğu için, rolüne hayat verdiğinde, en ufak ayrıntısına kadar ne yapmaya karar vermiş olduğunu görebiliyordum.”

Crowe da rol arkadaşı için benzer düşünceler içindeydi. “Colin’le çalışırken çok iyi vakit geçirdim. Karakterinin tüm yönlerini ortaya koymaya son derece odaklanmıştı ve çok ciddiydi. Rolünün fiziksel gereksinimleri için de çok çalışmıştı, örneğin ata binmek için. İşine kendini böylesine adamış birini görmek her zaman çok etkileyicidir. İstisnasız her gün gerçekten çok uyumluydu” diyor Crowe.

Goldsman iki erkek başrol oyuncusunun bir dövüş sahnesine hazırlanış şeklinden etkilendi. “Daha çekimlere bile başlamadan önce, provalar sırasında şöyle düşündüm: ‘Bu adamlar benimle aynı değil, şu anda çoktan hastaneye kalkmıştım’” diyor gülerek ve ekliyor: “Ama onlar adeta birer dansçı ve dövüşmek onlar için dans etmek gibi; adımlarını öğreniş ve uygulama biçimleri… sanki bunları doğduklarından beri biliyorlarmış gibi. Bu iki adamın yumruklarıyla yapabildikleri şeyler oldukça inanılmazdı.”

Onların savaşı yılların ötesine geçer çünkü Pearly, Peter’ı bir sonraki yüzyılda da takip eder. Peter bu yüzyılda bekar bir anne olan Virginia Gamely’yle tanışır. Bu rolü Goldsman filmlerinin bir başka gediklisi Jennifer Connelly canlandırdı. “Projeye her şeyden çok Akiva için dahil oldum” diyor aktris ve ekliyor: “On yıldan fazla zamandır yakın arkadaşız ve bu projeyi yıllardır duyuyordum. Akiva için çok önemli bir film bu. Bu yüzden, film nihayet hayata geçme noktasına geldiğinde benim de yer almamı isteyince

Connelly setteki ilk gününü şöyle hatırlıyor: “Gerçekten iddialı bir proje ama Akiva bunu öylesine dolu dolu hayal etmişti ki sette olağanüstü derecede netti.”

“Virginia çoğumuz gibi bir karakter; o, filmi gerçek dünyada tutan kişi” diyen Goldsman, şöyle devam ediyor: “Jenny dünyanın en güzel ve yetenekli kadınlarından biri olmanın yanı sıra, inanılmaz bir anne; ve bunu filme de yansıttı. Kesinlikle gerekli olan türde bir gerçeklik ve Connelly’nin kızı Abby’yi sinemaya ilk kez adım atan Ripley Sobo canlandırdı. Filmin sinemaya kazandırdığı bir diğer isim de Beverly’nin kız kardeşi Willa’yı canlandıran Mckayla Twiggs’di. Goldsman, “Mckayla’da bir şey var… size bakışında o yaşta bir çocuk için olağandışı bir bilgelik var adeta. Ripley de harikaydı; daha tatlı, daha kibar bir kız olamaz. Ayrıca, çok da çalıştı. Her iki kızımız da harika birer keşifti” diyor.

Beverly ve Willa’nın babası Isaac Penn rolü için, Goldsman deneyimli aktör William Hurt’e teklif götürdü. “William çok incelikli, çok karmaşık, çok keskin ve derin” diyor yönetmen ve ekliyor: “Büyük bir rol olmamasına rağmen, William ona çok şey kattı. O gerçek bir güven kaynağıydı. Onunla çalışabildiğimiz için hakikaten mutluyuz.”

Yapımcıların küçük ama kritik roller için birlikte çalışabilmekten mutluluk duydukları diğer yetenekler arasında Eva Marie Saint, Graham Greene ve Matt Bomer yer alıyordu. Platt böylesine yıldız oyuncuları projeye çekebilme başarısının yazar-yönetmene ait olduğunu vurguluyor: “Bu inanılmaz yetenekli oyuncuları projeye katabilmemizin iki temel nedeni vardı gerçekten: Birincisi, elbette, ilk olarak romanda yer alan ve Akiva’nın senaryosunda bir kez daha hayat bulan zengin karakterlerdi. İkincisi ise, oyuncuların, Akiva’nın yazar ve yapımcı olarak imza attığı çalışmaları bildikleri için, ilk yönetmenlik denemesinde de orada olma fırsatını yakalamak istemeleriydi.”

Sizinki, dünyayı sıcak ve aydınlık yapan türde bir aşk, onu [Beverly’yi] kurtarabilecek türde bir aşk.

Goldsman ve üst düzey yaratıcı ekibinin “Winter’s Tale/Kış Masalı”nı çekerken karşılaştıkları zorluk, bir yandan fantastik bir hikayeyi gerçek dünya ortamına oturtmak, bir yandan da yeterli sayıda büyüleyici öğeyi doğru anda göze çarpacak şekilde korumaktı. Naomi Shohan ve Caleb Deschanel için, bunun anlamı filmin yapım tasarımı ve görüntü yönetimi çağdaş sinema seyircisi için her bir dönemin özünü yakalayabilmekti. Bu, ayrıca, bireysel karakterlerin özüne eşlik eden mekanlar, setler ve ışıklandırma kullanmak demekti. Deschanel, Beverly’nin sahneleri için, ışıklandırmayı onun ruhani niteliklerini ortaya koyacak, etrafına ışıltılar yayıyormuş gibi görünmesini sağlayacak biçimde tasarladı. Ve Peter ile Beverly’nin adeta doğuştan bir bağları varmış gibi olduğu için, Beverly’nin ışığı Peter’ınkine eşlik etmeliydi; her ne kadar Peter’ın kendi tarzına ve karakterine uygun olarak ayarlansa da.

Goldsman bu konuda şunları söylüyor: “Mark’ın romanında, ışık, iyi ya da kötü için yaradılıştan gelen bir değere sahipmiş gibi görünmeyen, güçlü bir karakter sadece. Hatta Beverly hepimizin ışıkla bağlı olduğunu söylüyor; ve bu fikir renk paleti, ışıklandırma ve post prodüksiyon görsel efektleri anlamında kendini gösteriyor. Sihrin gerçekleştiği zamanlarla özdeşleşen parlak ışıklar kullandık; bu, bizim görünenden daha fazlasının olup bittiğine dair dünya görüşümüzün altını çizmenin bir yoluydu. Benim teorim, karakterler perdede sihri göremiyor olsa bile, kameranın görebileceğiydi.”

İlk kez yönetmenlik yapan Goldsman set ışıklandırması olgusunu başarmak için yanında en deneyimli görüntü yönetmenlerinden birinin olmasından mutluluk duyduğunu belirtiyor: “Buluştuğumuzda, tek bildiğim ‘Sahnenin nasıl bir his yaratmasını istediğim’ dedim. Caleb’ın bana yanıtı, “Tek ihtiyacım olan bu” idi. Kendisi müthiş başarılı oldu.”

Ekip Pearly Soames karakterinde mevcut olan salt kötülüğü çağrıştırmak için sadece ışık değil, gölge de kullandı. Shohan onun ortamlarını çok daha karanlık olarak tasarlayarak, bir film noir (kara film) niteliği sağladı. Pearly’nin Hakim adındaki karakteri makamında —Brooklyn Köprüsü’nün altında olması planlandı— ziyaret ettiği sahneler için Shohan’in ekibi suyu yansıtan bir platformun çevresine kanallar inşa ettiler. Bunun altında yatan fikir, kanalizasyonu andıran bir yeraltı dünyası yaratmaktı. “Burası sadece seçilmiş kişilerin gidebildiği, çok ama çok derin bir yeraltı mekanıydı; adeta şehrin bağırsaklarıydı; göze çarpan altyapısında su ile kayalar buluşuyordu” diye açıklıyor tasarımcı. En masalsı setlerden biri, çatıda Beverly’nin uyuduğu çadırdı. Veremden ölmek üzere olan genç kızın sürekli ateşi olduğu için, açık havanın serinliğinde biraz rahatlamayı umuyordu. Shohan bu konuda şunları aktarıyor: “Her türlü çadırı araştırdık, ama şanslıyız ki, Viktorya dönemi insanları arasında Fas, Doğu Afrika ve Asya tasarımları modaydı.

Viktoryalıların romantize ettiği biçimiyle, o bölgelerden sahneleri ayrıntılı şekilde resmeden muhteşem bazı Oryantal tabloları inceledik. Beverly’nin babası Isaac Penn zevk sahibi bir adam olduğu için bu tür trendlerden mutlaka haberdardı. Biricik kızına kısacık hayatında imkanı dahilinde her şeyi vermek isteyeceği için, kızına yaptırdığı çadır olabildiğince güzel olmalıydı. Dolayısıyla, kendimizde şiirsel olma hakkını gördük ve çadırları Beverly için çok güzel ve çok renkli yerler hâline getirdik.”

Goldsman, “Naomi gerçek bir sanatçı” diyor ve ekliyor: “Her bir ortam için aklımdaki şeyi fazlasıyla aşmayı başardı.”

“Winter’s Tale/Kış Masalı” New York şehrinin beş ilçesinin çok çeşitli yerlerinde çekildi. “New York’un çok ilginç ve benzersiz olan yanı, gerek filmlerde gerek gerçek dünyada, 20.yüzyılın başında var olan pek çok şeyin bugün de varlığını sürdürmesi” diyen Platt, şöyle devam ediyor: “Mimarisi, parkları, hem şehrin yolculuğuna hem de şehirdeki insanların yolculuklarına tanık oldular. Şehrin yapısı hâlâ aynı; ve biz de çok aşina yerlerde çekim yapma imkanı bulduk; örneğin, Brooklyn’in, Red Hook gibi, hâlâ arnavut kaldırımı sokaklara ve 100 yıldır var olan binalara sahip semtlerinde —bunların önüne dönem arabalarını koyduğunuzda, 1915’e geri dönüyorsunuz. Dış cepheleri hâlâ aynı, ama içleri bugünkü Brooklyn’in çok canlı ve çağdaş dünyasına uygun, olağanüstü çatı katları ve galerilere Shohan ve ekibi New York’un tarihi binalar anlamında sunabildiği şeyleri kullandılar.

Viktorya tarzı anlayışı, hikayenin gerektirdiği sıradışı öğelerle birleştirmeyi başarmanın yanı sıra, gerçekçi bir sürrealizm yakalama amaçlarını gerçekleştirmek üzere, New York’un müthiş mimarisinin mevcut öğeleri üzerine bazı şeyler inşa ettiler. Örneğin, Aşağı Manhattan’ın Güzel Sanatlar belediye binası, Surrogate’in Adliye Sarayı gibi tarihi yapılar, Peter ile Beverly’nin çok önemli bir dans sahnesinin gerçekleştiği Mouquins adlı büyük restoranın yerine geçti. Peter’ın gizli ini —Büyük Merkez Terminal’in tavanarası olarak öngörülen set— ,Terminal’in gerçek tavanarasının şiirsel bir yorumuydu. Burada çekim yapılmasına izin verilmemesi bir yana, mekanın umulan kadar güzel bir yer olmadığı anlaşıldı ve burası sadece tasarıma ilham kaynağı olarak kullanıldı. Terminal’in kendisi ise buram buram tarih kokan bir yerdi, fakat tavanının olağanüstü yüksek olmasından dolayı çetrefilli bazı hava çalışmaları gerektirdi. Deschanel’in ekibi Peter’ın tavanarasındaki ininden bakış açısı için, bir kamerayı uzaktan kumanda edilebilen bir balona astılar. Böylece Peter’ın ünlü kubbe tavandaki küçük bir (hayali) kapıdan görebileceği şeyi yakalayabildiler. Red Hook’ta, açığa çıkmış tuğlaları ve geniş pencereleriyle geniş bir giriş katında yer alan bir sanat galerisi, Pearly Soames’un deposunun iç mekanının yerine kullanıldı. Shohan burasının dekorunu hikayenin geçtiği her iki dönemi de yansıtacak hâle getirdi. Çekimlerde daha pek çok mekandan yararlanıldı. Bunların arasında yer alan, Tarrytown’daki Lyndhurst Şatosu, Penn ailesinin Batı Central Park evinin iç mekanlarını oluşturdu. Gotiğin Uyanışı tarzında bir malikane olan şato 1838’de tasarlandı ve bir zamanlar New York belediye başkanı William Paulding’e, tüccar George Merritt’e ve demiryolu kralı Jay Gould’a ev sahipliği yaptı. Penn ailesinin evinin dış mekanları için Brooklyn Society for Ethical Culture’dan yararlanıldı. Penn ailesinin kır evi Coheeries ise Old Westbury’deki Coe Hall’da Diğer mekanlar şöyle sıralanabilir: South Street İskelesi, DUMBO, Prospect Park, Belediye Binası Parkı, Central Park, Queens’deki Calvary Mezarlığı ve Lloyd Limanı’ndaki Caumsett Devlet Tarihi Parkı. Goldsman, Brooklyn Köprüsü üzerinde çekim yapmayı da ummuştu, ancak sıfır dereceye inen hava sıcaklıkları yüzünden, gerçek köprüde çekim yapamadılar. Dolayısıyla, köprünün bir kısmı Oyster Bay’deki bir platoda kopyalandı ve arkasında uzanan şehir silueti mavi ekranda hayata geçirildi.

Yönetmen “New York’ta film yapmaya bencilce aşık olduğunu” itiraf ediyor ve, “Ben burada büyüdüm ve biliyorum ki nerede film yaptığınız, sadece mekanları ve estetiği belirlemekle kalmıyor, yapımın havasını ve birlikte çalıştığınız insanların tabiatını da etkiliyor. Bana göre, New York beyaz perdedeki şeyi değiştiren bir varlık olarak işlev görüyor. Dolayısıyla, edebi değil, hakiki bir New York sunmak için olabildiğince çok gerçek mekanların peşinden koştuk” diyor. Colin Farrell buna katılıyor: “Şehir insanların beraberce var olabilme potansiyeline mükemmel bir örnek çünkü burada bambaşka ırklardan, farklı inançlara, felsefelere ve ideallere sahip sekiz milyon insan var. Bu kadar çok çatışmanın ağırlığıyla Atlantik’e gömülebilecek bir ada olmasına karşın, şehrin insanları barış içinde bir arada yaşıyorlar. Ve sanırım sevginin özlerinden biri bu: Uyum içinde beraberce var olabilme fikri. Beverly aristokrat bir aileden geliyor; inanılmaz eğitimli, kültürlü, ağırbaşlı ve sofistike; Peter ise tam tersi. Dolayısıyla, bu anlamda, New York mükemmel bir mekan gibi geldi.”

Çatışmalarda kenetlenme fikri yapımın daha ilk günlerinde bir zorunluluk olarak kendisini gösterdi. Yapım ekibi çok büyük bir engelle karşılaştı: Sandy Kasırgası. Michael Tadross şöyle hatırlıyor: “Sandy şehri vurdu. Rüzgar saatte 136 km. hızla esiyordu. Tipi vardı. Böyle bir durumda ne yaparsınız? Devam etmek zorundasınız. Bu kadar basit.” Goldsman ise şunları söylüyor: “Kasırga vurduğunda yapımın iki günü geride kalmıştı.  Tüm mekanlarımız sulara kapılıp gitti; pek çoğunu asla geri alamadık. Teçhizat depolarımıza insanlara sığınak sağlamak için FEMA tarafından el konuldu. Ama bunların hiçbiri gerçekten önemli değildi çünkü insanlar yaralanmış ya da evlerini kaybetmişlerdi. Neler olacağı belli değildi, ama sonuçta burası New York. Yavaş yavaş toparlandık.”

Tadross yardım gayretlerine mümkün olan her şekilde katkı verdiklerini açıklıyor; yapımcılar, örneğin, Breezy Point’ta evlerin yeniden inşa edilmesi için setlerden artmış tüm kütükleri, Craft Services yiyeceklerinden büyük bir kısmını ve Rockaway’de yeniden bir ev inşa etmek için de kartonpiyer bağışladılar. “Elimizden gelen her şeyi yaptık çünkü, ne diyeyim, nasıl daha azını yapabilirdik ki?” diye soruyor Tadross. Goldsman filmdeki oyuncuları giydirmesi için uzun zamandır dostu olan Michael Kaplan’a başvurdu. “Michael’ın nefes kesici bir estetiği var. Ayrıca oldukça inatçı ve dik kafalıdır. Umarım asla onsuz bir film yapmam” diyor yönetmen gülerek.

Kaplan, Peter Lake’e mesleğinin, yani bir hırsızın yaşam tarzına uygun kıyafetler giydirdi: Ona, sade, koyu renkli; kaçarken bir yere takılacak uzun paltoların olmadığı bir gardırop hazırladı. Beverly ise, çevresindekiler giydiği halde, hiç palto giymez —sürekli yüksek olan ateşi yüzünden sadece ince, hafif yaz kıyafetleri giyer. Kaplan, “Beverly’nin evden çıktığını ve Aralık ayının karlı havasında paltosuz, eldivensiz ve atkısız gezdiğini görüyorsunuz. Akiva izleyicinin kıyafetin içini görmesini ve üzerinde tek bir kat kıyafet olduğunu hissetmesini istedii. Amaç, hastalığı yüzünden izleyicinin Beverly’ye empati duymasını sağlamaktı” diyor.

Kaplan, Pearly Soames’un görünümünü 20. yüzyılın gangster tarzına dayandırdığını belirtiyor: “Pearly’nin kostümünü hazırlarken araştırdığım kişilerden biri Diamond Jim Brady’ydi. Biraz züppe olan Brady, Russell’ı giydirirken göz önünde bulundurmak istediğim bir karakter gibi geldi —güzel, lüks kumaşlar, elde dikilmiş gömlekler, kalın yün takım elbise ve paltolar. Aynı paltoyu asla iki kez giymiyor.”

“Michael oyuncuları gerçekten iyi anlıyor” diyen Goldsman ise, şöyle devam ediyor: “Hatırlıyorum da, Michael, ben ve RusselI toplanmıştık. Russell, Pearly’nin köpekbalığı gibi hareket ettiğinden söz etti. Sonra bir anda, bu güzel, şık, köpekbalığı derisi (pürüzsüz yapay ipek ya da asetat kumaş) takım elbiseleri yaratmak için kumaşlar gelmeye başladı.”

Pearly’nin çete üyelerinin adı Short Tails’di ve kostümleri de Kaplan’ın araştırması sırasında keşfettiği, gerçekten bu isimle var olmuş bir çetenin kıyafetlerine dayanıyordu. “Palto giymiyorlar; hepsi o dönemin kuyruklu ceketlerinden giyiyorlar. Bu ceketler siyah ve kömür rengi tonlarında. Ayrıca, hepsi siyah melon şapka takıyorlar. Bu onların üniforması.” Filmin ilk yarısı geçmiş dönemde, ikinci yarısı ise günümüzde geçiyor. Kaplan’ın özellikle ilgisini çeken şey, her ne kadar zorlu olsa da, filmin ilk yıllarındaki görünümleri yaratmaktı. “Kadınların erken yaşlardan itibaren giydikleri kostümler son derece güzel, ama gece kıyafetleri o kadar narin, kumaşları o kadar inceydi ki bugün onlardan geriye çok az kaldı. Filmde çok önemli yeri olan Yılbaşı partisi için fondaki dansçılara ve figüranlara giydirmek üzere 100 tane gece elbisesi hazırlamak gerçekten zordu. Tüm beyefendilere frak ve silindir şapka giydirdik, hanımları ise kadife ve ipek elbiseler, kürkler, şallar ve antika görünümlü mücevherlerle süsledik. Dönemin ender görülen ince zevkini, ve Penn ailesinin ait olduğu tabakanın zenginliğini göstermek istedik” diyor Kaplan.

Goldsman, geçmiş ile şimdinin bir şekilde birbiriyle yer değiştirebilir olduğu düşüncesine işaret etmek için, filmin stil açısından her iki ana döneminin de birbirine çok benzemesini istedi. Görsel efektler amiri Richard Hollander, bu çerçeve doğrultusunda, sihir öğelerinin gerekliliğine rağmen ekibinin çalışmalarının çok incelikli olmasına dikkat etti. Bu konuda şunları kaydediyor: “Bu filmde iki tür efektimiz var: New York şehrinin 1985 ve 1916 tarihlerindeki hâlinin yeniden yaratılması ve hikayedeki sihirli öğeler. Dönemsel yeniden yapılandırmada amaç izleyicilerin o yere ve döneme gitmelerini sağlayacak görünmez efektler yaratmaktı. Ve, Akiva gerçekçiliği olabildiğince korumak istediği için, hikayenin sihirli anları, onları ilk sunduğumuzda belli belirsizken, hikaye ilerledikçe görsel olarak gitgide güçleniyor.”

Muazzam bir dans var ve bunda hepimiz bir role sahibiz. Ve burada işimiz bittiğinde, bir ya da bin hayat sonra, “Hikayenin başlıca temalarından biri esasen hepimizin bir kaderi olduğu, hepimizin içinde bir mucize bulunduğu ve bunun tek bir kişi için olduğu” diyen Goldsman, şöyle devam ediyor: “Onu gerçekleştirmeye yaklaşmaya başladığınızda, evren size ruhani rehberler ya da Koruyucu Melekler göndererek bir nevi yardım ediyor; bunlardan biri beyaz bir at ya da beyaz bir köpek. Filmde iki Koruyucu Melek var. Bir tanesi Cecil Mature adlı, Maurice Jones’un canlandırdığı bir adam; Peter’ı tüm hayatı boyunca takip ediyor gibi görünüyor.

Diğeri ise Athansor, yani Peter’ın beyaz atı. Sanırım kitabı okumuş olan bizler için, Athansor hayal gücüne en derinden hitap eden şeylerden biri. Çok güzel, asil ve müthiş zeki, ama antropomorfiz değil, yani gerçekten insani özelliklere sahip değil. Öte yandan, Peter’ı sevdiği açık. Peter’da önemli olmayı vaat eden bir şey var; kaderini yerine getirme becerisi hakkında kritik bir şey; ve bu at, bu melek ona yardım için iniyor.”

Eğitmenler Rex Peterson ve Cari Swanson’ın yardımıyla, Athansor rolü için dört seçkin Endülüs atı sekiz hafta boyunca eğitildi. Her sekans için en az iki tanesi hazırlandı. Bir numaralı at olan Listo çok mülayim bir hayvandı. Peter ile Athansor’ın birlikteki tüm sahneleri için Colin Farrell’a o eşlik etti.

“Listo birlikte çalışılması ve binilmesi müthiş keyifli bir attı. Beygir gücüne sahip, beygir frenleri ve ABS’si var” diyor Farrell gülümseyerek. Goldsman ise şu itirafta bulunuyor: “Atların etrafında pek olmadım ama o ata bayıldım; özel bir hayvan. Zeki ve nazikti. İnsanların atlara neden bu kadar bağlandıklarını anlamaya Yönetmen insan oyuncuların dört bacaklı rol arkadaşlarıyla etkileşimleri hakkında şunları aktarıyor: “Russell ve Colin gerçek birer biniciler. Dolayısıyla, atlı sahneler onlar için çok doğaldı. Tıpkı evde olmak gibiydi.”

Atlar çeşitli sahnelerde kullanılacak hareketleri sergilemek üzere yeşil ekran önünde özel efektler departmanıyla da çalıştılar. Filmdeki aksiyonun çoğu gerçek atlar tarafından gerçekleştirildiyse de, özel efektler ekibi bazı aksiyon sahnelerinin gerçeküstü içeriklerini yaratmak için bilgisayar yapımı görüntüler kullandılar.

Birini o kadar çok seveceksin ki o ölemeyecek. Bu mümkün mü?

“Winter’s Tale/Kış Masalı”nın atmosferini şekillendirmede kullanılan son öğe müzikti. Filmin müziği Hans Zimmer ve Rupert Gregson-Williams’ın imzasını taşıyor. Goldsman onların yarattığı müziği “çılgınca romantik” olarak niteliyor ve, “Bu karakterlerin arasındaki ilişkiye mükemmel uyuyor. Bence tek kelimeyle dahiyane” diyor. Platt ise şunu ekliyor: “Filmimizin müziğini Hans ve Rupert bestelediği için çok mutluyuz. Zaman ve kaderin zenginliğini, destansı anlamını, hikayenin özündeki romantizmi, ayrıca aksiyonu ve sihri… kısacası, bu büyülü macerada bir araya gelen tüm o muhteşem öğeleri gerçekten buldular.”

Goldsman son olarak şunu söylüyor: “‘Winter’s Tale/Kış Masalı’nın özünde gerçek bir aşk var. Sonsuz olasılıkları ve hüsranları içinde, hayatta bizi çeken yegane duygu budur. Bizi insan yapan, gerçek aşk için umudumuz ya da gerçek bir aşkın anısıdır. Bu hikayeyi, her şeyin bir nedeni olduğu, her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğu ve bugünkü kaybımız ne olursa olsun bir gün dünyanın başka bir yerinde bundan kaynaklanan daha büyük bir hayrın olduğunu anlayacağımıza dair kendi umudumla —ya da belki körü körüne inancımla—anlatmaya çalıştım.”

Yorum yapın

Yorum yapmak için buradan giriş yapmalısınız.