Türk halkının sis çanı; Demirtaş Ceyhun…

“Geçen yıl kaybettik onu; bir yaz günü; temmuz sonlarında… Ölümü, Cemal Süreya’nın “Her ölüm erken ölümdür” sözünü boşa çıkaracak denli erkendi; kendinden önce, geride bıraktıkları için…

Çünkü o, yakın dostu Seyyit Nezir’in de dediği gibi yaşamı ve yazdıkları ile bir sis çanıydı; halkını uyarmaya ve uyandırmaya soyunmuş bir aydın…

Bugün, ölümünün birinci yıldönümünde Demirtaş Ceyhun’u analım istedik; “Adanalı yazar Demirtaş Ceyhun”u…

Bu anlamda, Demirtaş Ceyhun’un kurduğu SİS Çanı Yayınları’nın yayın yönetmeni Seyyit NEZİR ile görüştük. Biz sorduk, Sayın Nezir içtenlikle yanıtladı.” Süreyya Köle

S. KÖLE: Demirtaş Ceyhun’suz geçen bir yılın sonunda, SİS ÇANI’nı sormak isterim size. Sis Çanı uyarmaya ve uyandırmaya devam ediyor mu hâlâ? Yayınevinde durum nedir?

S. NEZİR: Demirtaş Ceyhun’un ölümünden sonraki yazılarımda vurgulamıştım: Son zamanlarda, bir biçimde her şeyi yarım bırakarak yaşamın dışında kalacağı gibi bir kaygısı vardı. Bu kaygıyı kardeşi Turhan da Bodrum’da hastalandığı günler öncesinde duyumsamış… Ölümünden önce Aydınlık’ta yayımlanan son yazısında Sis Çanı Çalıyor Hâlâ demesi bu kaygıyı apaçık gösteriyor. Hele 2 Temmuz’da yoğun bakıma girdikten sonra gözünü bir defalık açtığı sırada Cumhuriyet’te bekleyen son yazısının yayımlanıp yayımlanmadığını eşi Günöz’den öğrenince dünyayı terk edebileceğinden emin olarak sonsuz uykusuna yaşarken başlaması çok ilginç… Demirtaş Ceyhun’un yaşamı ve yazdıkları gerçekten sis çanı… Bu nedenle yayınevi de öyle.

S. KÖLE: Bildiğimiz, Demirtaş Ceyhun’un Sis Çanı Yayınları’nı öncelikle ve belki de yalnızca kendi kitaplarını basmak için kurduğudur. Bu özdeşliği bize anımsattınız. Bu bilgi ışığında, ister istemez şöyle bir soru akla gelmekte: Demirtaş Ceyhun dendiğinde, geçmişte yayıncılardan çok çekmiş ve sonunda kendi yayınevini kurmak zorunda kalmış bir yazarla mı karşı karşıyayız? Bir yazar neden yayınevi kurmak ister ki?

S. NEZİR: Önce bir anektot: Eylül Öyküleri adlı kitabını (Cem Y. Ekim 1987) bana şöyle imzalamış:

Sevgili Seyyit Nezir’e,

Özverili şiir ve edebiyat savaşımını

kıskanarak…

3.XI.987

Yayımcılığa atılmak için bir istek hep vardı onun içinde. 1970’lerde Şişli’de kitapçılık yaptığı, Yılmaz Güney’in Boynubükükler romanını yayımladığı, Politika Gazetesi’nde genel yayın yönetmenliği görevini yürüttüğü, Edebiyat Cephesi Dergisi’ni çıkardığı düşünülürse, bu saptamanın boşuna olmadığı görülecektir. TÜYAP’tan emekliye ayrıldıktan sonra Sis Çanı Yayıncılık serüvenine girişinde geçmişte yayıncılardan çok çekmiş oluşunun da payı vardı elbette.

S. KÖLE: Sis Çanı ve Broy… Aynı anda iki yayınevinin yayın yönetmeni olmak zor değil mi sizin için? Nasıl üstesinden geldiğinizi sorsam…

S. NEZİR: Hesapları birleştirdik. Ayrıca sağlığında yeni basımları için anlaşmasını yaptığı Cadı Fırtınası ve Asya romanları Cumhuriyet’te çıktı zaten. Yağmur Sıcağı’nın da yeni basımı bekleniyor. Basımı tükenip de Cumhuriyet’te yayımlanmayan kitabı olursa o zaman Sis Çanı’na iş düşecek…

S. KÖLE: Evet, siz yıllardır bir yayın yönetmenisiniz, ancak bundan çok önce ve belki de çok daha önemli bir kimliğin daha sahibisiniz: Seyyit Nezir öncelikle, ilk şiirini 1968’de yayımlamış bir şair… Umarım iki yayınevini yönetiyor olmanın yoğunluğu içerisinde şiirinizi küstürmüyorsunuzdur?

S. NEZİR: 1983’te Memet Fuat kendisinden De Yayınevi’ni devraldığımda, bu sorunuzu bir dilek olarak yinelemiş, şiirlerime Adam Dergisi ve Adam Yayınevi’nin hep açık olacağını söylemişti. Bugünden bakınca onun dileğinin ve senin sorunun pek de yersiz kaçmadığını düşünüyorum.

S. KÖLE: Tarlabaşı’nda gerçekleştirilen yıkım nedeniyle bazı yayınevlerinin mağdur olduğunu –bu yayınevleri arasında yönetmeni olduğunuz Sis Çanı ve Broy da var– basına yansıyan haberlerden öğrendik. Bu anlamda,  Tarlabaşı’nda neler olduğunu sormak isterim size…

S. NEZİR: Geçenlerde Çankaya Belediye Başkanı Bülent Tanık da olayı çok açık biçimde vurguladı (Cumhuriyet, 17.07.2010): Belediye Kanunu’nun 73. maddesini değiştiren yasanın yürürlüğe girmesi sonucunda, “kentsel dönüşüm” bahanesiyle, “Büyükşehir kapsamındaki ilçe belediyeleri tamamen planlama ve imar sisteminden koparılmaktadır.” Niçin? Talan için… Ceyhun, bir mimar gözüyle, daha 70’lerde yazmıştı Yağma Edilen Türkiye’yi… Cumhuriyet’te yeni basımının yapılmasını beklediğimiz bu kitapta, dün yazılmış gibi anlatılıyor talan düzeni… Şimdi uluslar arası inşaat sanayii tekelleri de yerli taşeronların ardına gizlenerek aslan payını almak üzere harekete geçmiş bulunuyor. Tarlabaşı’nın ne tarihi umursanıyor, ne de yerine konacak dev yapıların kente vereceği zarar… Bu arada, Beyoğlu’nda kiraların yükselmesi nedeniyle, Ceyhun ve ben de Tarlabaşı’ndaki bir binanın birer katını kiralayarak işi oradan sürdürüyorduk. Şimdi yıkım kararının yasalaşmasıyla kentin tümüyle dışında ve kirası daha düşük bir yer arıyorum.

S. KÖLE: Peki yayıncılık nasıl sürecek?

S. NEZİR: Besbelli ki bilgisayar ve internet üzerinden… Yazar-yayıncı buluşmaları için bir de kitap fuarları kalıyor geriye. Seninle de yayınevinde değil fuarda tanıştık…

S. KÖLE: Çoğu zaman basına da konu olduğu üzere, Adana, sanat dünyasına çok sayıda değerli ismi kazandırmış olması ile ünlü bir kenttir. Evet, bu kentin böyle bir özelliği var da, işin diğer cephesine, yani kazandırılanlar kısmına geçince bu durumu bayraklaştıran kişi olarak öncelikle Demirtaş Ceyhun’u görürüz.  Çoğu zaman ve açık açık Adanalı olmakla gurur duyan Demirtaş Ceyhun’un bu yanını dinlemek isteriz sizden. Adanalı Demirtaş’ı nasıl bilirdiniz, desem?

S. NEZİR: “Adanalı” olmak onun için bir övünç kaynağı olmanın ötesinde, koca Türkmen’in tarihsel öz ve yoğunluğunun süregeldiği yurt olarak, dahası, Türk-Kürt kardeşliğinin kaynak coğrafyası olarak derin bir anlam taşıyordu. Roman ve öykülerinde, tarih ve edebiyat çalışmalarında bunu köklü biçimde ele aldı.

S. KÖLE: Şu bir gerçek ki, Demirtaş Ceyhun için yazmak kadar işin örgütlenme kısmında yer almak da çok önemliydi. Demirtaş Ceyhun’un başta yazar örgütlenmeleri olmak üzere, genelde tüm örgütlenmeler ve örgütlü toplum üzerine düşüncelerini öğrenmek isteriz sizden; bu yolda verdiği mücadeleyi…

S. NEZİR: 1960’lı yıllarda yazarların TİP’e katılarak sürdürdükleri savaşımda o da yer aldı. Ancak özellikle Haçlı Emperyalizm kitabını yayımladıktan sonra gerek TİP gerekse başka sol örgütlerce netameli bulunarak etkili noktalara pek yaklaştırılmadı. Ama bu kendisini daha verimli kıldı. Demirtaş Ceyhun, hiçbir zaman sosyalist parti ve örgütlenmelerin uzağında kalmadı; bununla birlikte, parti programına sığmayan bir tarih ve toplum anlayışı vardı, bu yüzden hep arayan ve tartışan adam oldu. Son yıllarda, İP’teki konumu da öyleydi: Anayasa konusunda Parti organlarında, Ulusal Kanal ve Aydınlık’ta doğrularını, dışa karşı olduğu kadar içe karşı da, çataçat savundu.

S. KÖLE: Demirtaş Ceyhun adının özdeşleştiği örgütlerin başında kuşku yok ki Türkiye Yazarlar Sendikası gelmekte. Son günlerde yine gazetelere yansıyan haberler üzerine sormak isterim: TYS’de neler oluyor? 2007’deki Genel Kurul’un geçtiğimiz haftalarda mahkeme kararıyla iptali öncesi ve sonrasında yaşananlar, genel kurulun hukuka uygunluğunun sorgulanmasından öte, sendika içindeki çok daha başka problemlerin dışavurumu niteliğinde sanki, ne dersiniz?

S. NEZİR: Tastamam öyle. Ceyhun, gerek Ataol Behramoğlu (1995-99), gerekse Cengiz Bektaş (1999-2005) yönetimlerini başlangıçta umut verici bulmuş, daha sonra TYS’nin savaşımcı geleneğinin yitirilmekte oluşuna hep hayıflanmış, üstelik Bektaş döneminde sendikanın işlevsizleştirildiğini bizzat yazmış, en sonunda TYS üyeliğinden istifa etmiştir. 2005’te, ülkenin bugün yüz yüze kaldığı tehlikeyi öngörerek Haşmet Zeybek, Hüseyin Haydar, Sadık Albayrak, Osman Şahin ve Yetkin Aröz’le birlikte pek çok arkadaşla onu TYS Kongresi’nde Genel Başkan adayı olması yönünde ikna ettim; ama Genel Kurul’a bir hafta kala, Enver Ercan’ın tüm isteğine karşın onu ekibimizin dışında bıraktığımız gerekçesiyle Ceyhun çalışmalardan çekildi. Oysa Ercan, kendi ekibini çoktan kurmuştu. Ceyhun, onun bütün amacının bizim saflarımıza nifak sokmak olduğunu Ercan’ın tek oyla ve hukuk dışı yöntemlerle kazandığı seçimlerden bir süre sonra anlamış, bir ay sonra da yeniden Broy’a gidip gelmeye, dergiye yeniden yazı getirmeye başlamıştı. Zaten Ceyhun’la, 30 yılı aşan arkadaşlığımız süresince, o da bir ay için, ayrı düştüğümüz tek olay bu oldu. Enver Ercan, 2007’de Genel Kurul’u Sendikalar Yasası’na ve TYS tüzüğüne aykırı olarak toplayıp yönetimi yeniden gasp edince onu ve ekibini mahkemeye verdik. Amaçları, işlevsizleşen ve toplumsal muhalefetin dışında kalan biy TYS yaratmaktı. Amaçlarına ulaştılar. Mahkeme, Mayıs 2007’deki Genel Kurul’u bütün sonuçlarıyla iptal etti; ama Ercan ve ekibinin TYS’deki işgalci yönetimi çekilmeyi düşünmüyor. TYS üyeleriyse, “sendikanın kapanabileceği” korkutmacasından ötürü hesap sormaktan bile çekinerek 2011’deki Kongre’yi bekliyor… Geçtiğimiz haziran ayı içinde Ataol Behramoğlu, Cumhuriyet’te ve Aydınlık’ta ülkenin AKP tarafından gaspına karşı bir “aydın direnişi”nin gerekliliğini vurguladı. Şimdi bu direnişin TYS öncülüğünde örgütlenmesine çalışmak gerekiyor…

S. KÖLE: Bilmiyorum, çağın koşulları mı bunu dayattı… bugün,  yaşamın her alanında olduğu gibi edebiyat dünyasında da eski dostlukların, sıkı ve samimi ilişkilerin yaşanmadığı açık. Oysa üzerine konuştuğunuz isim Demirtaş Ceyhun ise bu tespitin aksini düşünmekten kendini alıkoyamıyor insan. Bu noktada, Demirtaş Ceyhun’un edebiyat ve örgütlenme mücadelesindeki yol arkadaşlarını konuşalım isterim. Kimdi onlar?

S. NEZİR: Demirtaş Ceyhun, Behramoğlu’nun vurguladığı aydın direnişinin ilk adımı olmak üzere 200’ü aşkın aydını ölümünden iki ay önce 2009 Nisan’ında The Marmara’da buluşturmuştu… Ayrıca, her ikisi de, 12 Eylül faşist cuntasına karşı, Aziz Nesin başkanlığında kavga yürüten TYS’nin yönetiminde yer almıştı.

S. KÖLE: Demirtaş Ceyhun, Türk edebiyatında söz sahibi pek çok ismin de kabul edeceği gibi, öncelikle iyi bir edebiyatçı, iyi bir öykü yazarıydı. Ancak bir an geldi ki, bu çok bilinen özelliğini neredeyse rafa kaldırıp kendisini tamamen “düşünce insanı” olmaya adadı. Yine yazdı, yazarken o edebi üslubunu yine kullandı ancak öncelikli derdi edebiyattan çok okurunu –genel anlamda ise halkını– uyarmak ve uyandırmak oldu. Buna ne diyorsun?

S. NEZİR: Demirtaş Ceyhun, 2000’li yıllar boyunca, başta Eski Dergisi olmak üzere, gazete ve dergilerde yayımladığı yazılarının yanı sıra kitaplarında da yazar ve düşünür kimliklerinin aynı kişilikte nasıl birleşip tekleştiğinin örneğini verdi. Yani ne edebiyatı ne de tarihsel araştırmayı ötekinin yedeğine aldı. Sözgelimi toplumsal düşüncenin tarihsel ve güncel sorunlarına en çok yoğunlaştığı kitabı Edebiyatımı Geri İstiyorum adını taşır. Son birkaç yıldır Jöntürk Devrimi’ni tartışıyorduk. O, Talat Paşa’yı merkez alan bir roman üstüne çalışıyordu. Romanlarında tarih düşüncesiyle, tarih düşüncesini tartışırken de edebiyatla örtüşmek onun söylem kipiydi.

S. KÖLE: Bu yıl, Sis Çanı ve Broy Yayınevleri olarak Çukurova Kitap Fuarı için Adana’daydınız. O fuarda sizin yönetiminizde gerçekleştirilen bir panelle Demirtaş Ceyhun anıldı ve yine o panelde kentin o günkü Büyükşehir Belediye Başkanı AYTAÇ DURAK tarafından size ve Adanalılara bir söz verildi. Her ne kadar şu an görevinden uzaklaştırılmış ise de görevine tekrar dönmesi beklenen Aytaç Durak’ın verdiği söz şuydu: Adana’da Demirtaş Ceyhun adına (geçmişte Demirtaş Ceyhun tarafından mimarlığı yapılmış bir binada) bir kültür merkezi ve kütüphane açmak. Elbette bu noktada sizin de bir sözünüz vardı: Demirtaş Ceyhun’un ailesi ile görüşüp yüksek sayıdaki kişisel kitabını bu kültür merkezinin kütüphanesine bağışlamak. Bu karşılıklı söz alıp vermenin devamında olanları soracağım ama görünen o ki şu anda siz de Adanalılarla aynı kaderi yaşıyor, Aytaç Durak’la ilgili belirsizliğin ortadan kalkmasını bekliyorsunuz. Ne olacak, Demirtaş Ceyhun adına kütüphane kurma düşüncesi şu ya da bu şekilde yaşama geçirilecek mi?

S. NEZİR: Ben Adana’ya gelirken eşi Günöz Ceyhun’un onayını almıştım. Sayın Aytaç Durak’ın panelde bulunuşu, bu konuyu ayrıca görüşmek gereğini ortadan kaldırdı. Dahası kardeşi Turan Ceyhun ve eşi Meral Ceyhun bana fuar süresince her konuda olduğu gibi bu konuda da tam destek verdiler. Şu an binlerce kitap, Adanalı yurtsever aydınların öncülüğünde yaratılacak kültür merkezince sahiplenmeyi bekliyor.

S. KÖLE: Kuşkusuz, Demirtaş Ceyhun için Adana çok önemliydi. Merak ettiğim, Adana bu önem verilişin hakkını, bir anlamda karşılığını verebildi mi? Adanalılar Çukurova Kitap Fuarı’nda Sis Çanı Yayınlarına gereken ilgiyi gösterdi mi, desem? Elbette son derece çekinerek ve kaygı duyarak…

S. NEZİR: Kitabın son yıllarda eski okurunu yitirdiğini biliyoruz. Ayrıca kitaplarına Ceyhun’un sağlığındaki kadar ilgi gösterilmemesi de olağan… Ama toplumsal olgularda, durgunluk sonrasındaki devinim kültürel sıçramalar da doğurur. Karamsar değilim…

S. KÖLE: Son olarak, Demirtaş Ceyhun ve Sis Çanı Yayınları merkezli, ileriye dönük bir plan ve projeniz varsa ve bunu bizimle paylaşmak isterseniz mutluluk duyarız.

S. NEZİR: Şu an tüm insanlık, gelecek tasarımını yitirmiş durumda. Kültür ve onun başlıca taşıyıcısı olarak kitap, gelecek tasarımının olmadığı bir dünyada gitgide gübüre dönüşür –ya da piyasayı gübür niteliğinde kitaplar kaplar… Önce gelecek tasarımını kazanmak gerekiyor…

S. KÖLE: Zaman ayırıp bizimle söyleştiğiniz için teşekkür ediyoruz. Aracılığınızla, çok değerli edebiyatçımız, düşünce insanı Demirtaş Ceyhun’u anmış olduk. Mekânı apaydınlık olsun…

S. NEZİR: Ben de kendisini özlem ve sevgiyle anıyorum.

Yorum yapın

Yorum yapmak için buradan giriş yapmalısınız.