Türk Rönesansı; komşunu ihbar et!
”Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Dairesi Başkanlığı’nın “suçla mücadelede, işlenen suçların zamanında öğrenilmesi için yeni bir taktik” olarak sunduğu “Sırdaş Polis İhbar Noktası Projesi” polis devleti uygulamalarında gelinen son noktayı gözler önüne seriyor. Proje kapsamında “uygun görülen” sokak ve mahallelere yazılı ve sesli ihbar kutuları yerleştirilmesi öngörülüyor. Toplumun tümünü potansiyel muhbir durumuna düşüren proje ile isteyen herkes kimliğini belirtmeden istediği kişi hakkında ihbarda bulunabilecek.”(Basından)
Aşağıdaki giriş cümlesi aslında yine Sanatkop için üzerinde çalıştığım Da Vinci yazısına aitti. Ancak zurnanın zırt dediği yere denk geldiği için tekrara düşmek pahasına da olsa daha erken kullanmak zorunda kaldık. Gezi olaylarının vardığı son noktalardan biri olan ‘komşunu ihbar et’ ister istemez sizi o günlere döndürüyor. Sözde mütedeyyin insanların her nedense görmezden geldiği Peygamber efendimizin komşuluk hakları ile ilgili sözleri bir yana İleri demokrasinin fırlamak için geriye doğru bu kadar yaylanacağını kim tahmin edebilirdi? Böylece Türk Rönesansı’nın da miladı belirlenmiş oldu(!)
Rönesans çağında Floransalılar birbirlerini büyük bir gizlilik içinde ihbar edebiliyorlardı.Hükümet, bu amaçla şehrin bir çok noktasına özel kutular yerleştirmişti. Bir gün bu kutulardan birine o günlerde henüz 24 yaşında olan Da Vinci’yi de zan altında bırakan bir ihbar notu bırakılmıştı. Jacopo Saltarelli adında 17 yaşında bir delikanlıyla Da Vinci dahil dört erkeğin livata yaptığı iddia ediliyordu.
Sonrasında gelişen olaylardan Da Vinci yazısında geniş olarak bahsetmek üzere böylesi kutuları sokaklara serpiştirmek fikri ilk anda keskin bir zekanın ürünü gibi gelebilir, ama sonuçlarını kimse tahmin edemez. Çok iyi bildiğimiz gibi buna benzer kutulardan çoğu kez yönetenlere tepki dolu ifadeler çıkar.
Komşusunu ihbar eden ilklerden biri şaşkınlık verici şekilde Kutluğ Ataman oldu. Hatta Ataman’ın ifadelerine bakılırsa bunu zaten çoktan beri yapıyormuş. Star gazetesine verdiği mülakatta şöyle diyor: ”Samimi insanlara, demokrat insanlara sözüm yok, olamaz. İnançları doğrultusunda hareket ederler, ettiler. Ancak şunu da unutmayalım, ki son iki yıldır sürekli uyarıyoruz hükümeti, ‘Sanat camiası içindeki Ergenekon uzantılarına artık uyanın’ diye. Böyle bir aidiyet hissini taşıyan, genelde benim yaş üstüm bir jenerasyon var. Hükümete de kızgınım bu yüzden, çünkü yıllarca bunun araştırılmasını istedik. Sadece askerler mi? Ergenekon’un sivil uzantıları var. Sanat ve kültür dünyasında da yok mu? Sol olduklarını iddia eden, sol pozisyonu gaspetmiş, sol ideallerle uzaktan yakından alakası olmayan, üstüne üstlük sanatla da uzaktan yakından alakası olmayan, bir şekilde sanatçı sayılmış, Cumhuriyet müsameresinde sanatçı rolünü oynayagelmiş karanlık tipler bunlar.”
Bir Tuncay Güney’in yaşattığı travmayı henüz üzerimizden atamamışken ikincisini kaldırabilecek miyiz bilemiyorum? Ataman’ın “Beyaz Türkler faşist uygulamalarla düpedüz toplama kampı kurmaya hazırlanıyor” sözlerine de ancak ”el insaf” denir. Hani böyle bir şeyi Hitler’in toplama kamplarındaki güç gösterisini sadizmin sürrealizme yaptığı katkı olarak değerlendiren Dali bile düşünmemişti.(bkz.Dali Türkiye’de-2 (Gala’nın aşkı, Hitler’in sırtı)
Saygı görmek konusunda yaşadığı çelişki insanı çoğu kez öfkelendirir. Ortam farklılığı dikkate alınınca Gezi Parkı müzakere heyetinde kabul gören Kutluğ Ataman’ın umduğu saygıyı Gezi Parkı’ nda bulamadığı, bu nedenle kişisel sebeblerle cephe aldığı açık. Ataman’ı okurken ister istemez egosu son derece gelişmiş Gustave Courbet’i andık. O da dikkat çekmek adına toplumsal ve siyasi meselelerden kendine vazife çıkararak bir şeyler söylemek zorunluluğu hissetmişti. Hem sanatıyla hem davranışlarıyla Ataman’ın bahsettiği tepkilerden çok daha fazlasıyla karşılaşmış, üzerine vazife olmadığı halde sırf dikkat çekmek için yıktırdığı Vendome Sütunu sonunu getirmişti. Parasal ve siyasal sermaye nasıl Picasso’yu La Guernica üzerinden keşfedip yücelttiyse bunun tersini şimdi Koç Grubu, Gezi Parkı tavrından dolayı Ataman’a yaparak bir eserini satın almaktan vazgeçmiş. Ataman’ın ‘sanat dünyasında yok mu?’ diyerek işaret buyurduğu Levent Kırca’ ya aynı çevrelerin ne kadar destek verdiği bilinmez; ancak bu yapılan da yanlıştır. Bir sanat eserinin kıymeti hiçbir siyasi görüşün terazisiyle tartılamaz,tartılmaması gerekir. Denklem böyle kurulunca bahsedilen sermaye odaklarının Mediciler’ den başlamak üzere asırlar boyu kimleri büyük sanatçı diye el altından pazarladığının kimleri bir kalemde sildiğinin sağlaması da yapılmış olur.
Bir sanatçının kahramanlığı toplumunun çektiği acılardan beslendiğine göre Ataman’ın rahatsızlığını anlamak mümkün olmuyor. Pek çok sanatçı tarih boyunca siyasal kavgalarını sanatı üzerinden yürüttü. Picasso, Basklı damarına dokunmasaydı büyük ihtimalle La Guernica’yı yapmayacaktı. İktidar yanlısı veya karşıtı olmanız sanatınızın büyüklüğü söz konusu olduğunda anlamını yitiriyor. Franco yanlısı Dali ne kadarsa, Franco karşıtı picasso’da o kadardır. Yaşadığı yıllarda ülkesinde ve dünyada egemen olan İtalyan ve Fransız operası hükümranlığına ulusal Alman operasını yaratarak son veren Richard Wagner’i, Hitler’e esin kaynağı olmasından ya da eşsiz Carmina Burana’ nın bestecisi Carl Orff’ u Nazi partisi üyeliğinden dolayı kimse .tarihten kazımayı düşünmedi.
Ataman nasıl bir gelişim seyri bekliyor? Diyelim ki ihbar ettiği komşuları kendi beklentisine uygun olarak refüze edildi. Peki bu olunca Türkiye’ de uluslararası kriterlere uygun sanatı kimler yapacak? Milli bilincimizin ürünleri olan Ebru, Hat, Tezhip v.b. elbette sahip çıkılması gereken alanlar; ama meslek edindirme atelyelerindeki bu sanatların eğitimini alan geniş kursiyer kitlesi ve ortaya konan birbirinin tekrarı olan eserler buna yetecek mi? Sinema deyince Sır Kapısı’ nı, resim deyince padişah portrelerini aşamayan, tiyatro deyince didaktik mesajlar vermeye kilitlenmiş bir potansiyel bunu başarabilecek mi? Beklentileri doğrultusunda ortalık yeterince temizlendikten sonra Kutluğ Ataman bu potansiyel içinde kendini yeterince ifade edebilecek mi? Aslında sormuyoruz; çünkü cevabı zaten biliyoruz. Rönesansımız hayırlı olsun!
Kenan Böğürcü-17.08.2013
Son Yorumlar