Alfabe… Elifbaba… Harfler…

İhsan KUTLU

İhsan KUTLU

Bugün, gazetelerde, TV.lerde rastladığımız ‘Amazon ormanlarında bilinmeyen bir kabile bulundu tarzında haberler karşısında düşünmemiz gereken ilk şey, atalarımızın da onbin – yirmibin – ellibin… yıl önce aynı düzeyde oldukları, yaklaşık – iklim ve doğaya uymanın getirdiği farklar dışında – aynı yaşamı sürdürdükleri olmalıdır. Sesler çıkarıyorlardı; grubun, klanın tümü bu sesleri aynı biçimde anlıyor ve gerektikçe taklid ediyorlardı.

YAZI ve Resim olarak bu sesleri mağaralara, kayalara işaret olarak çizmeleri daha ileri bir gelişme aşamalarını gösteriyor. Bunda büyü – inanç ve dileklerin (Duaların, diyebiliriz) rol oynadığı kabul edilir. Ellibin yıl öncesine ait bu resimler, Avustralya yerlilerinin bize kadar ulaşan Dil’leridir. Özetle dil, ne gökten indi ve ne de bit TEK insanın buluşudur. Tıpkı para gibi, herkesçe kabul edilmesi ve kullanılması gerekiyordu.

Günümüzde, bir kıstasa göre 3.600 dil vardır; başka bir kıstas bunu 5.200’e çıkarır. Yalnız İndonezya’da 800 dil olduğunu söylersek, Dil ve Devlet kavramının bir ve aynı şey olmadığını daha somut anlatabiliriz. Ülkemizde ısrarla, sosyolojik ve bilimsel olarak geçerli olmayan Anadil ile ETNOS (Etnik) kavramını karıştıranlar, bilerek ya da bazıları bilmeyerek yanlış noktadan kalkıp, yanlış sonuçlara varıyorlar.

Dil, herşeyden önce bir Anlaşma aracıdır. Bu düzeyde kaldıkça, ta mağaralarda yaşayan atalarımızın dil’i kullanmasını sürdürdüğümüz anlaşılır; tek fark, sözcük saysındaki çoğalma ve gramatik dediğimiz gelişme ve karmaşıklaşmadır. Konuşma ve Duyma Özürlülerinin el ve parmaklarla da, yani ses çıkarmadan konuşmalarını biliyoruz; onların DİL’i kullanmaları da bu işlevin yerine getirilmesidir. Daha ilkelini, diğer canlılarda bulabiliriz: onların çeşitli biçimlerde çıkardıkları sesler, uzmanları tarafından hemen hemen çözülmüştür. Avcılar, bu taklit seslerle zavallıları tuzağa düşürürler; yani onlar da yaklaşık bu canlıların dillerini kısmen çözmüş sayılırlar.

DİL’in ikinci ve en önemli işlevi ise Edebiyat – Bilim – Felsefe – Din alanında ve duygu ve düşüncelerin yansıdğı, anlatıldığı ve topluma sunulduğu aşamasında belirir. Bu aşamaya varabilen DİL sayısı yukarıda anılan rakamların çok altındadır. ÖLÜ Diller gibi yalnızca Communikation aşamasında bulunan yani Yarı – Canlı Anadil – Ev dilleri vardır. Bu dilleri Yaşatmak hem ailenin ve hem de toplumun üzerine düşen bir görevdir; ancak bu dillerin gelişip RESMİ Dil olması, onun düzeyine ulaşması, hem toplumsal ve hem de bilimsel olarak zaman – enerji ve ekonomik kayıptır ve hiçbir devlet bunu yapmaz.

Yıllardır Sömürge olarak yaşayan Afrika ülkeleri, Irkçılığın tüm acılarını yaşamış olan Güney Afrika – Nijerya vs bugün niçin İNGİLİZCE’yi resmi ve Bilim dili olarak kullanıyorlar; onları buna mecbur kılan bir DIŞ güç yoktur. Çünkü, ortak dilleri İngilizcedir, bunun dışındaki dillerin tümü iletişim kurma dilidir; sayıları değişik olan topluluklar, kabileler vs tarafından ortak dildir ama daha ötesi yoktur. Bu dillerden birini, hatta tümünü birden RESMİ Dil olarak kabul etseler, Güney Afrika adında bir Toplum – Ulus ve Devlet ortadan kalkar.

ŞİVE ve Lehçe konusu da buna benzer; yaşamaları, araştırılmaları ve gelecek kuşaklara sunulmaları gerekir ama ona Resmi Dil’in görevi ve işlevi yüklenemez. Bu konu, bir halka, topluluğa, insanlara saygısızlık, haksızlık değildir; tam tersine ileriye gitmeleri için bir zorunluktur. Kreol denilen dilin bir hali daha vardır: Antakya Türkçesinde ve Arapçasında bunu somut olarak duyabilirsiniz ve benim en sevdiğim DİL de budur. Antep ya da Karadeniz Türkçesi de bu anlayışla ele alınmalıdır; güzeldir, zenginliktir, özellikle kimlik ve kişiliğin bir yaratıcı öğresidir; bunu konuşanlara sempati ile bakılmalıdır ancak Resmi Türkçe ile asla rakip ve onun alternatifi olamaz.

ALFABE

W,Q X harfleri konusu tartışılırken, bu kavramları ve işlevlerini düşünerek aklın ve bilimin yolunu izlemeliyiz. TARİH, yazının bulunuşuyla başlar, diye daha ilkokulda tarih dersinde bizlere öğretilmişti. Ondan öncesi Tarih değil mi?, yolunda bir soru sormamıştık. Bu tür savlar görecelidir ve söylemin amacıyla bağlıdır. Ben, bu yazıda sözü edilen klasik görüşe göre Alfabe konusunu ele almayı amaçlıyorum.

Bir akşam babam atıyla Antakya’ya gidip gelmiş ve henüz avluya girmişti ki, ben hemen ‘Somun getirdin mi?, diye sormuştum. O sıralar Antakya fırınları somunun içine helva koyarlar ve ekmeklerin bir türü Helvalı Sommun diye adlandırırlardı.

-          ‘Sana ELİFBABA aldım’ dedi babam ve hemen heybesinden çıkarıp uzattı.

Üzülmediğimi söylemiyeceğim; keşke bana bir de sommun almış olsaydı, ama kasıtlı yapmadığından da eminim; çünkü babam cimri ya da parasına acıyan bir insan değildi.

Elifbaba – Alfabe: Bugün kullandığımız Alfabenin yaratıcıs FENİKELİLER’dir. Ne yazık ki, bu dünyanın ilk gemici ve en yaratıcı halkın tarihte oynadığı ROL yeterince vurgulanmadığı gibi, özellikle gölgelenmiştir. (Bu konuda UZMAN olanların toplumu aydınlatmasını diliyorum; çünkü ben uzmanı değilim) Wikipadie’de şu not var: (This alphabet has been termed an abjad, — that is, a script that contains no vowels — from the first four letters aleph, beth, jamal, and daleth.) Bu alfabe sessiz  harflerden oluşmuştur ve once Mezopotamya ve Akdeniz’e, daha sonra ise birçok yere yayılmıştır. Rakamlar ve yazı  soldan – sağa doğru doğru yazılırken, Alfabeyi Sami kavimleri sağdan – sola doğru yazmaya başlamışlar ve ilk ayrılık burada başlamıştır. Daha sonra Antik Yunan (Grek) uygarlığı bu alfabeye sesli harfler eklemişler ve bunun adını ilk iki harfin başlarını alarak söylemeye başlamışlar: ALFA – BETA= Alfabe

Bundan önce kullanılan Çivi yazısı – Mısır Hiyeroglif yazısı ancak son iki yüzyılda çözülebilmiştir ve bunun anahtarı da Fenike Alafabesidir. ROMA tüm Akdenize sahip olurken, artık resmi yazısı olan ve adına Latin alfabesi dediğimiz yazı, değişiminin ve gelişiminin en üst düzeyine varmıştır. Artık, bu yazı ve alfabe yalnız anlaşmak için değil, her türlü resmi yazışmaların, senetlerin, şartnamelerin, mektupların temel DİL aracı haline gelmiştir.

DİL ve Sesler: Antik alfabelerin çözülme serüvenini okumak, en heyecanlı Polisiye romanı okumaktan çok daha fazla heyecen vericidir. Bunun ayrıntılarına girmeye bu yazı yeterli değildir; ancak bulup okumanızı salık vermek, sanırım, ukalalık sayılmamalıdır. Latin Alfebesine dönersek; bilindiği gibi, Roma Uygarlığı bir dönem hiçbir uygarlığın gücünün erişemediği bir etkileme ve üstünlüğü temsil ediyordu. Hemen tüm Avrupa, KİLİSELER yoluyla Latin dilinin, alfabesinin egemenliği altındaydı. Matbaanın blunuşu, Luther’in başlattığı Reformasyon hareketiyle birlikte, tüm Katolik Avrupa boylu boyunca çalkantılara, mezhep ve din savaşlarına gömüldü. Böylece her halk İNCİL’i kendi diline çevirmeye başladı; bu çeviriyi yaparlarken kullandıkları alfabe Latin Alfabeydi. Eğitim ise hemen tümüyle Kilisenin denetimi altındaydı. İncil çevirilerinin bu ilk hali, alfabesi, sözcükleri yazma biçimi hatta o an belli bir yörenin Şivesi Resmi Alfabe – Resmi yazısı ve Resmi dili oldu. Başta belirttiğim gibi, bir alfabenin yürürlüğe girmesi belli bir grup insan ve halk tarafından KABUL edilmesiyle ilgilidir. Bu dillerdeki değişimi, gelişimi, yenilenmeyi ise Yazarlar, Edebiyat, Okul ve DİL Akademileri sağladı.

Shakespear’in orjinal eserlerini okursanız, İngiliz Dilinin ne ölçüde değiştiğini anlayabilirsiniz. Bütün diller için benzeri araştırmalar yapılır ve yapılıyor. Bizim Türkçemiz ise Yunus Emre şiirleri, Karacaoğlan – Pir Sultan gibi ozanlar, Evliya Çelebi gibi Türkçe yazılmış eserler taranarak kıyaslanırsa, Ara dönem sayılabilecek Osmanlıca hariç tutulmak şartıyla, pek az değişmiş denilebilir. Cumhuriyet döneminde TDK ve eğitim, Medya, Yazarlar yoluyla öncelikle dilin Kaynağına dönülmüş, dil yenilenmiş ve bugün olgunluk çağına varmıştır. 12 Eylül Darbesinden sonar TDK elbette işlevini büyük oranda yitirmiştir, ama aydınlar bu çabayı sürdürmektedir. Günümüzün en ivedi görevi ise, anında ve zaman geçirmeden dışarda oluşan bir sözcüğün ve kavramın dilimizde en uygun karşılığını bulmak, üretmek ve bunu hemen topluma sunmaktır. Çünkü, bir kez bir dış sözcük topluma geldikten sonra onu değiştirmek çok zor ve hatta olanaksızdır.

ALFABE: Ülkemizin Latin Alfabesini Kabul serüveni yeterince yazılıp – çizilmiştir. Bunu yinelemeyiceğim. Şunu belirtmeliyim ki, dünyada Yazıldığı gibi Okunan ve belki de TEK olan bizim alfabemizdir. Yani, Türkçe alfabeyi bilen birisi, Türkçe dilinden hiçir sözcük bilmese bile tam ve düzgün olarak türkçe kitapları okuyabilir. Tek zorluğu ise, kendi alfabesiyle karıştırmasından ileri gelir. Çünkü, Atatürk, çok geç Kabul ettiğimiz bu Alfabe üzerinde çok yoğun çalışmıştır. Hatta, yabancı ülkelerin Büyükelçileriyle bile harf konusunu tartışmış, araştırmış ve sonuçlara varmıştır. Bu nedenle, bugünkü Alfabemize eklenecek ya da alfabemizden atılacak tek bir HARF olduğuna inanmıyorum.

Peki bu konu neden ele alınıyor ve sulandırılıyor: Bunun, bence en belirgin iki nedeni var, bunları tek tek açmam gerekiyor.

İlki, İslamcı denilenlerin CUMHURİYET yıkıcılığı: Bu Ekip, anlaşıldığı kadarıyla, Cumhuriyetin bir tek kazanımına bile tahammül edemiyen İntikamcı bir gücü ve İhtirası temsil ediyor. Bunların rahatsız oldukları asıl konu, KUTSAL ve Tanrı Lisanı Arapça’nın savunulması içindir. Sözgelimi, en baştan başlarsak, Muhammed adı Latin Alfabesiyle asla tam olarak yazılamaz ve bu nedenle yanlış söylenmesi günahtır. Benim ailemde erkek çocukların adları çifttir ve ilki Mehmet’tir; Ninem samimi dindar bir kadındı ve adlarımızı kendisi koymuş. O zamanlar Muhammed adlı birini hiç duymamıştım; bir tek peygamber için Muhammed Mustafa adını kullanırlardı, ya da Muhammed diyerek selavatla anarlardı. Yani yeryüzünde bu Mübarek AD’ı almaya layık ikinci bir insan yoktur, diye inanırlardı. (Onlar samimi müslümandı – karşılıksız seven ve bağlanan; bugün yaşadığımız Din Tüccarlarıyla karıştırmamalıyız). Antakya ve yöresinde bu adı alanlara Mahammet ya da Mahammetçik derler; asla Muhammed adını kullanmazlar. Antep için de buyrun meraklıları bir araştırsın. Cumhuriyet, halkın, nedenini tam bilmeden uyguladığı bu kuralı MEHMET yaparak gidermişti ve hiç kimsenin bununla bir sorunu yoktu. O sıralar hapishanelerde adı Muhammed olan Keçi hırsızları, katiller, hırsızlar ve tecavüzcüler de yoktu; bu nedenle Mahkemelerde Sanık Muhammed… adıyla ayağa kalkmaya davet edilen de.

Kısacası, Alfabemizden bilinçli olarak çıkarılan Arapça sert ve gırtlaktan söylenen ayn, ha, hı gibi harfler yokedilip, H ile giderilince bu dilden aldığımız birçok adın ve sözcüğün telefuzu da değişmiş oldu. Ali artık Arap dilindeki gibi söylenmiyor. Ömer de! Benim adım da, Tayyib adı da! Arapça diline dönelim; Seslileri olmadığı için (KUR’AN kursuna gidenler seslilerin nasıl yapıldığını bilirler, kısaca elif – vav ve ye ile) okuma – yazma öğrenme süreleri oldukça uzuyor ve kendi aramızda bunları tartışıyoruz. Ayrıca, bu sert sessiz söcüklerin Arapça konuşulan ülkelerde de büyük bir değişim geçirmekte olduğunu ve iyice yumuşatıldığını Arapça öğretmenler anlatıyorlar. Fonetik olarak Arapça’da bılunup da dilimizde bulunmayan harflerin atılma süreci gecikse de, Türçede olur da Arapçada bulunmayan harfler eklenerek 33 harfli bir alfabe kulanılmış. Bunun yanında Türkçe konuşulan dünyada Arap alfabesi yerine Latin alfabesine geçilmesi konusu 1800’lü yıllardan başlayarak tartışılmaya başlanmıştır. 1917 Sovyet Devrimi’nden sonra ilk Latin alfabesine geçen topluluk Yakutlar’dır. Bunu Demokratik Azerbaycan Halk Cumhuriyeti izlemiştir.

Ülkemizde Cumhuriyet Devrimlerinin esin kaynağı olarak hep BATI ülkeleri gösterilir; bence bu tam doğru değildir. Özellikle Azerbaycan, Devrimci Demokrat bir Halk Cumhuryeti olarak Türkiye’nin Kurtuluşunu ve Devrimci dönüşümünü çok derinden etkilemiştir. Bu kardeş Cumhuriyet, Anayasasıyla, ilk LAİK Türk Cumhuriyetidir; Kadın – Erkek eşitliğini tanıyan ilk Türk devletidir; Latin alfabesinde de Türkiye’nin öncüsüdür. Bence tek eksikleri, Türkçe fonetiğe uymayan bazı Fars ve Arap harflerini korumalarıdır. Türkiye bunları alfabesinden ayıklamıştır: GERİCİLERİN restora etmek istedikleri tam olarak budur ve gerisi, Süreç dedikleri, dilimizi yendien Tanrı Lisanı diye yücelttikleri Arapçanın egemenliğine sokmaktır; zaten tüm eğitim sistemini de buna uygun hale getirmişlerdir.

DİL ve HARF DEVRİMİ: Maarif Vekaleti Dil Encümeni kuruldu. Komisyon; “Alfabe değiştirmek doğru mudur, değil midir tartışmasına” son verip yeni alfabe harflerini seçmekle işe başlamıştır. Komisyon, 24 harften oluşan Latin alfabesini olduğu gibi kabul etmemiştir. Türkçe’ nin özelliğine uygun olmayan ve Latin alfabesinde bulunan “Q, X ve W” harflerini almamayı uygun bulan alfabe komisyonu, Latin alfabesinde olmayan “Ç, Ğ, J, Ş” gibi sessizlerle, “I, Ö, Ü” gibi sesli harfleri eklemeyi zorunlu görmüştür. Böylece yeni Türk alfabesi, 8’i sesli, 21’i sessiz olmak üzere 29 harften oluşturulmuştur.

Bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra Atatürk; 1 Kasım 1928 de TBMM’ de “Yeni Harfler” in kabul edilmesiyle ilgili konuşmasında: “Aziz arkadaşlarım; Büyük Türk milletinin emeklerini kısır yapan yolun haricinde, kolay bir okuma yazma anahtarı vermek lazımdır… Büyük Türk Milleti, cehaletten ancak kendi güzel ve asil diline kolay uyan böyle bir vasıta ile sıyrılabilir. Bu okuma yazma anahtarı ancak Latin esasından alınan Türk alfabesidir… Latin esasında, Türk harflerinin Türk diline ne kadar uygun olduğunu; Türk evlatlarının bu kadar kolay okuyup yazdıklarını güneş gibi meydana çıkarmıştır. Aziz arkadaşlarım; yüksek ve ebedi yadigârınızla büyük Türk milleti yeni bir nur alemine girecektir.” TBMM, yasanın kabulünden hemen sonra, Sivas Milletvekili Rahmi Bey’ in önerisiyle altın Levha üzerine kabartma yazılmış olan “Yeni Türk Alfabesi” nin Atatürk’ e sunulmasına karar vermiştir.

qedim sekiŞimdi İsveç dilince (C, Ç, J) sesleri yok. Çok yerine Şok diyorlar. Çiçek, çocuk vs derken uzun süre çalışmaları gerek. Şimdi biz onları ‘Alfabenizde bunlar yok, lütfen bunları da alın alın’, diye zorlayabilir miyiz? Ş sesi avar ama harfi yok: Kista – Kerstin – Sju..vs türkçe olarak Şista – Şeştin – Şu diye okunur. Eee, Ş sesi olduğuna göre niçin harfi yok, diyerek sıkıştıralım mı? Bütün diller için sayısız örnek bulabiliriz.

Arapça’ya dönelim: Ç olmadığı için SİN (Çin) – P olmadığı için Bortugal (Portekiz) – J olmadığı için Yaban (Japon) diye yazarlar ve söylerler. Biz Araplara dönüp, ‘Kardeşim bu harfleri doğru söyleyin ve alfabenize alın,‘ diyebilir miyiz? Kaldı ki, onlar Tayyip demez, yazamaz Tayyib yazar ve söyler; şimdi adları TAYYİP olanlar ‘Adımı doğru yazın, yoksa hakaret davası açar tümünüzü Silivri’ye doldururum!’ diye parmağını sallayabilir mi?

İKİNCİSİ; Kürt Milliyetçiliğinin Türkiye’yi her alanda bozup – dağıtma oyunu: Yanlış anlaşılmasın, ben Demokratlık ve İnsan Hakları neyi gerektiriyorsa, tümünü eksiksiz savunan bir insanım. Bu konuda ne Önyargım var ve ne de saplantım. Kendi Hakkını arayan – savunan ve isteyen her insana sonuna kadar da saygım var; çünkü benim kuşağımdan birçok insanın yaçamını oluşturan temel değerler bunlardır. Yalnız, Kendi Hakkını Arama ile ekmeğini yiyip – suyunu içtiği bir halka karşı yürütülen çok yönlü ve Sinsi ve Haince kampanyaya araç olmak farklı şeylerdir. KENDİ Devletlerini Kuracaklarsa, Ayrılacaklarsa, bir an olsun da bitsin! Ama kavgaları bu değil! Türkiye’yi TAŞ – TAŞ nasıl sökerim, nasıl zarar veririm, neresinden vurabilirim, hangi alanda elini kolunu bağlarım, değerlerini sulandırır- yozlaştırır – bozarım – kısaca TÜRK kavramını müttefiklerimle elele vererek yeryüzünden nasıl silebilirim?, safları, ne olduğunu anlamayanları bir yana ayırırsak, esas kavgaları budur. İSLAMCI Taliban cephesiyle müttefik olmaları da bu hedefte birleşmelerinde yatıyor.

KÜRTÇE ALFABE: İki alfabeleri var; Latin alfabeyi Kurmançı ve Zaza konuşanlar kullanıyor ve zaten bu alfabeleri var. Bunu tartışmak anşamsızdır, uzun süredir yürülükte olan bu alfabe ile istediklerini yazsınlar – çizsinler, devletin bu alana karışması anlamsız ve gereksizdir. Bu Alfabeyi ister arttırsınlar, isterlerse harf çıkarsınlar, bu konuda benim söz söylemem fazlalık olur, çünkü onların bu en doğal haklarıdır. Yalnız, TÜRKÇE diline ve Alfabeye Q, X, W gibi harfleri sokma, alma konusu hem Türk dilini ve hem de Edebiyatını yakından ilgilendirdiği için  bu konuda görüş bildiriyorum. Bunu zorlamalarının tek bir amacı vardır ve bu konuda İslamcılar ile çıkar birliği içindedirler; bu ise yukarda yeterince açıklanmış olup, yinelemek gereksizdir.

İkinci Kürtçe Alfabe ise SORANİCE konuşanların Arapça – Farsça alfabesidir: Sormak gerek, Alfabelerini kullandıkları halde Sorani dilini kullananlar ‘Sizin Arapçada P, J, Ç.. vs eksik, lütfen alfabenize alın!’ diyebiliyorlar mı? Kendi alfabelerinde bu harfler var ama Arapça alfabesine aldırmak için uğraşmıyorlar. Çünkü, onların istemleri kendi Haklarını almaktır, komşularına ellerinden geldiğince zarar vermek ve onların dil ve kültürünü bozmak değil. Bu nedenle, ülkemizde KANSER gibi toplumu ve varoluşunu içten içe kemiren bir hstalık vardır; bunun karşısında durabileek hiçbir engel bırakılmamıştır.

SONUÇ: Türkçe diline giren Fars ve Arap kaynaklı söcüklerin yolaçtığı gerçek ve somut bir sorunumuz var; TDK başta olmak üzere bu sorunu çözmeliyiz. İki dilde de Sesli harfler (Arapça’da nasıl yapıldığını açıkladım), tıpkı müzikteki nota gibi uzun – kısa diye ayrılır. KUR’AN okuyanların gönüllerinin estiği gibi Kıraat getirdiğini, yani müzikal hale getirdiğini sanmayalım; orada uzunluğun ölçüsü vardır ve okur buna göre uzatır ya da kısa geçer. Oysa Türkçe’de iki sesli yanyana gelemez; gelirse, arasına kaynaştırma harfi dediğimiz bir sessiz girer. İŞTE bu konu düzeltilmelidir. Bazı örneklerle konuyu bitirmek istiyorum:

‘Hala bize gelecek.’ Yazdığımda babanın kızkardeşi midir kasdım, yoksa, beklenenin gecikmesine vurgu mu yapıyorum? Kağıt yazdığımda nasıl telaffuz edeceğim? Lakin, Mehtab… vs. Sözcükler düşünülürse bunun bir sorun olduğu görülür. Külahı olan harf uygunsuzdur. O zaman, madem ki, bu sözcükler yabancı kaynaklıdır, asıl dile göre uzun sesli ile okunmaktadır, o halde biz de buna uygun formül bulabilmeliyiz. Almanca’da o kadar yanyana gelmiş sessiz harfi görünce; ya da Fince’de birkaç sesliyi yanyana gelmiş görünce insan ürküyor. Biz ise bu tür sözcüklerde iki sesli harfi yanyana getirebilmeliyiz. Bir ara bunu yapmışız; Maarif, Kıraat, itaat gibi. Hala – Haala gibi, Kaat, Laakin, biçiminde yazılırsa sorun ortadan kalkar. Benden önermesi!

 

 

 

Yorum yapın

Yorum yapmak için buradan giriş yapmalısınız.