Çocuklara Vurmayın (Çocuk Oyunu, Aysel Sarıca)

PERDE: Perde 1 Sahne 2

KARAKTERLER: Zeynep

HEDEF KİTLE: 10 yaş ve üstü

SAHNE: Tabure, demir parmaklık, çiçekler, her iki tarafta birer kapı.

TEMA: Dayağın olumsuz sonuçları

ÇOCUKLARA VURMAYIN (AYSEL SARICA)

PERDE 1 SAHNE 1

Sahnede ortasında tabure, taburenin arkasında da demir parmaklık, sahnenin kenarında üç saksı çiçek vardır. Zeynep demir parmaklığın önündedir. Üzerinde deli gömleği ile taburede oturur. Başını avuçlarının arasına almış, düşünmektedir. Gözleri boşluğa korkuyla takılır, gözleriyle bir sağa bir sola bakar. Korkuyla büzülür. Duyduğu ambulans sesidir. Ambulans sesini şiddet gibi algılar. Ambulans sesi ona son yediği dayağı, geçirdiği krizi anımsatır. O gün bugündür bu hastanede yatmaktadır. Dayağın izleri burada sarılmaya çalışılmaktadır. Zeynep yavaşça ayağa kalkar sahnenin ortasına yürür, konuşmaya başlar.

Kırık bir aynayım ben. Hadi hepsini toparlayın ve eski haline getirin. Size diyorum.

Seyirciye bağırır, ilk bağırma hariç konuşması sakin, dinlenene dinlene yapılmaktadır

Hadisenize. Parçalarımı toplayın ve birleştirin. Eski halime getirin beni. Yapabilir misiniz? Yapamazsınız. Kırıldı bir kere. Hep bir şeyler eksik kalacak. Tamamlanamayacak, telafisi mümkün olmayacak. Biliyor musunuz, beni tamir için getirdiler buraya. Anlamadığım, şu tamir edilmesi gereken ben miyim yoksa beni bu hale getirenler mi? Elbette benim. Çünkü dayak atanlar rahatlıyor, bu yüzden de gayet sağlamlar. Yani ben rahatlayamadığım için deliyim. Deliyim.

Çok merak ediyorum acaba şu an üvey babam beni dövemediğine göre kimleri döverek rahatlıyordur. Sanırım annemi dövüyordur. Bir de sokakta canını kim sıktıysa dalıyordur. Demek ki yanıma daha çok kişi gelecek. Annem de gelir. Onca dayağın acısını birisinden çıkarması gerekiyor. Benden iyisini mi bulacak. Ama, ama, o gelirse babamın canı sıkılacak. Üç öğün dövecek birisini kaybedecek. O zaman babam da gelir. Akıllıyken dövdüler, buraya gelip deli deli döverler beni sonra. Ne güzel bir adalet. Adalet mülkün temelidir ya, ben de onların malıyım. Ye kürküm ye.

Bu arada bir bardak kırılma sesi duyulur

Bu, bu, bu sesi siz de duydunuz mu? Bardak mı kırıldı, evet evet bardak kırıldı.

Zeynep sesini kalınlaştırarak anneyi taklit eder

Sana yapma demedim mi

Şamar yemiş gibi yüzünü tutar, yüzünde bir kusur işlemiş hali vardır, yüzünü eğmiştir. Yavaşça tabureye oturur

Ne olur anneciğim, bir daha olmaz vurma anne. İstemeden oldu. Bir daha yapmayacağım anne. Söz.

Seyirciye döner

Bir bardak kırıldı, kırılsın; tabak kırıldı, kırılsın, yemek döküldü, dökülsün. Ne olur yani. Çocuğum, nasıl büyüyeceğim, Dökülecek, kırılacak, hata yapacak. Ama öğrenecek. Zamanla daha öz dökecek, kıracak, hata yapacak. Dökmemeyi, kırmamayı. Dayak yediğinde düzelecek mi? Düzelmeyecek. Neyi düzeltti ki. Yine dökecek, yine kıracak, yine hata yapacak. Anlayacak mı hatasını. Hata. Hata neydi de dayak yenildi. Kırmak, dökmek suç, hata. Kim dayak yiyerek, kırmama, dökmeme alışkanlığı kazanır? Ah sorular, ne çok soru var!

Yavaşça yerinden kalkar. Çiçeklerin yanına gider, çiçeklerle konuşmaya başlar.

Nadide çiçeklerim benim. Bugün nasılsınız. Ben çok iyiyim. Sizlere bakınca kendimi daha iyi hissediyorum. Arkadaşlarım benim. Sevgi çiçeklerim. İyi ki varsınız. Doktor bana sizlerin bizi anladığınızı, bizi dinlediğinizi, sevgimizin size etkisi olduğunu söyledi. Umarım bunu herkes bilmiyordur. Sevgisini dile getireni bu hale getiren insanlar kim bilir size neler yapar. Çocuk okulda mı, gelene kadar çiçeğin ağzına sıç, anne işten hale gelmedi mi, gelene kadar çiçeğin ağzına sıç, patrona kızdın mı, yemez tabi, gel eve, kimse yok mu, olana kadar çiçeğin ağzına sıç. Umarım kimseye söylemez doktor. Güzellik bilenin yanında değer kazanır. Kendini sevmeyin bir insan, çiçekleri niye sevsin ki.

Çiçeklerin yapraklarını okşar. Çiçeklerin yanından kalkar. Taburesine oturur. Yine düşünen insan halini alır. Başı ellerinin arasındadır. Yine gözleri boşluğa takılır. Sonra birden bir şarkı mırıldanmaya başlar

Aldım elime bir çiçek

Çiçekten uçtu böcek

Uç uç böceğim uç

Uğur getir bize

Sevgi diyarını ser önümüze.

Korkuyu çıkar at

Cesaret ver bize.

Sahneye döner.

Okuldan geliyordum. Parkta çok tatlı bir kız vardı. Şeker kız. Parkta oynarken çiçek toplamıştı. Eğlenirken annesi geldi, ona vurdu. Çiçeklerini de buruşturup attı. Niye mi? Niye olacak.

Anneyi taklit eder

Allah belanı versin, daha yeni yıkadım seni, geberesice.

Şamar yemiş gibi yüzünü tutar, yüzünde bir kusur işlemiş hali vardır, yüzünü eğmiştir.

Üstü kirlenmiş. Bırak kirlensin. Üstü başı çamur, bırak çamur olsun. Çocuk bu düşe kalka büyür.

Dayak cennetten çıkmadır derler ya. Bakın işte, cennete geldim ben de. Dizlerini dövüyorlar mıdır şimdi! Belki suçluluk hissi, belki kısa bir süre, belki komşulara, akrabalara karşı bir mahcubiyet, ne dediğini bilememezlik, belki vicdan azabı, hıh. Ne fark eder ki. Kaltağı dize getirdiler. Daha ne olsun. Ne çok konuşmuşum kendimle. Laf lafı açıyor işte. Zaten ben ne zaman kendimle konuşsam, kendim susmama izin vermiyor bir kere. Bir laf etsem kendime, iki lafla karşılık veriyor bana. Sussam susturmuyor, konuşsam kendimi hatırlatıyor… Saatim geldi.

Kapıdan çıkar.

PERDE 1 SAHNE 2

Kapıdan çıktıktan kısa bir süre sonra geri döner.

Doktorla konuşmak gibisi yok. Kendimi en iyi hissettiğim an. Ruhumun sargısı yapılmış gibi hissediyorum. Neticede, tamir olmaya geldim. Ben ya da bir başkası bozmuş ne fark eder, bozulmuşum işte, öyle diyorlar, tamir olmam zorunlu. Buranın tamircisi de doktor. Bir yara olmalı ki buradayım. Bir acı olmalı ki buradayım. Komik ama, yarayı, acıyı yaratanlar dışarıda, ben tamirdeyim burada. Ateş ediyorlar bana, niye kurşunu yedim diye buradayım. Yüksekten aşağıya atıyorlar beni, niye ölmedin diye buradayım. Sevmiyorlar beni, niye sevilmiyorsun diye buradayım.

Doktor beni tamir edecek. İyileşmeliyim. Doktorum söyledi. İyileşebilmem için, iyileşmeyi istemem gerekliymiş. Akıllı adam bu doktor. İlk başları kavga ediyordum onunla sürekli. Ben hasta değilim, asıl hastalar dışarıda diye. Doktorum, “elbette iyisin ama yaşadıkların sende ciddi bir sarsıntı yaratmış” deyince bir soluklandım. Önce anlayamamıştım ama şimdi daha iyi anlıyorum. Korkuyorum sadece. Çok korkuyorum. Düzelecek miyim diye. Kim kazanacak bilmiyorum ama ben kaybetmeyeceğim.

Seyirciye dönerek

Soruyorum size, dayak cennetten mi çıkmadır? Dayak cennetten çıktıysa ben niye buradayım? Cennet korkuları beslemek için mi var, yoksa huzur için mi? Korkuyu büyüten; dayağın, şiddetin cennetle alakasını kuranların aklı normal midir? Sorular, sorular, sorular. Cevapları var mıdır sorularımın? Cevap hayatta bana hep uzak oldu. Dayak yedikçe etrafı mı sadece sorular sardı. Cevaplar kaçtı benden. Utandılar. Doğrular küçüldü, un gibi oldular. Ben sorularla yaşamaya bırakıldım. Bir sorum olmadı buraya kadar. Başkalarının sorularıyla büyüdüm. Başkalarının sorularıyla yaşamaya bırakıldım. Elimde bana ait bir soru bile olmadan buradayım. Burada öğrendim kendime ait soruya sahip olmayı. Doktor, iyileşiyorsun diyor. Sorularımı anneme, babama, arkadaşlarıma sorduğum zaman delirmişim gibi bakıyorlar oysa.

Başını ellerinin arasına alır, taburesine oturur. Taburesinde konuşmaya devam eder.

Sesleri hiç sevmiyorum. Sanki üvey babam ve annem birlik olmuş beni dövüyorlar. Herhangi bir anda, benden izinsiz bir ses duyunca, duyma diyorum kendime. Benim değilsin diyorum. Git buradan, beni benle bırak diyorum. Sanki ben istediğim de ortadan kaybolacakmış gibi davranıyorum onlara. Gitmiyorlar. Ne zaman gittiler ki.

Üvey babasını taklit eder.

Allah belanı versin çocuk. Sana yapma demedim mi. Otur oturduğun yerde… Bakın dövüyor beni, engel olun lütfen.

Şamar yemiş gibi yüzünü tutar, yüzünde bir kusur işlemiş hali vardır, yüzünü eğmiştir. Bir süre sessizlik olur.

Sizin çocukluğunuzda mı böyleydi? Yoksa bu sorular sadece benim çocukluğuma mı ait? Az sopa yemedim. Hah hah ha. Bu sopa beni adam etti. Sizi de etti mi. Ben sadece dayaktan anlardım. Ya siz.

Tabureden kalkar. Seyirciye sorar yeniden.

Sizin çocukluğunuzda mı böyleydi? Korkular, sadece korkular, beyninizin duvarlarına siner, hücreler yaratır. Sıkışırsınız ucu bucağı olmayan hayatın içinde. Hayat akarken siz bırakamazsınız kendinizi, bu akışa, özgürce. Korkularla hücreler örersiniz. Bir adımlık olur hayatlar. Kalbiniz sevgiyi tanımadığı için sadece korku anlarında atar. Düşüncelerinizin en ücra köşesine atılır sevgi. Sonra onu arasanız da bulamazsınız. Geleceğinize, sevgi yerine korkularınızı aşılarsınız. Sadece korkuya bağışıklık kazanır gelecek. Umudu tanımaz. Direnmeyi tanımaz. Sevmeyi tanımaz. Dayak sizi sindirir. Dayak sizi siz olmaktan çıkartır. Dayak sizi ödlek dünyanın ödlek parçası yapar. Dayak sizi delirtir.

Hah hah ha, delirtir. Ben deliyim. Karanlık istiyorum, daha çok karanlık. Aydınlık nedir, nedir, hiç tanımadım. Bilmem nasıldır. Aydınlık neye benzer. Nasıl bir havadır bilmem. Aydınlık karanlığın zıddıysa eğer, uzak olsun bana zaten uzak. Karanlık istiyorum, daha çok karanlık. Karanlık bir kader olarak yazıldı bana. Yediğim her bir tokatta karardı hayatım. Sadece karanlık istiyorum. Sadece karanlık. Aydınlığı şiddet yasakladı. Suskunluk kovdu yeryüzünden. Her yer karanlık. Zifiri karanlık, her tokatta, her işkencede, her morartıda, her kanda, karanlık yazıldı. İstemem güneşi, gözlerimi yakar. Işığı hiç tanımadım ki. Acı söyletirmiş, söyletiyor işte.

Hiç unutmuyorum. Bir gün annem doktora giderken beni de götürdü yanında. Yorulmuştuk bir banka oturduk. Çok acıkmıştık. Simit aldık. Yerken birden bir çocuk, boyacı çocuk elinde sandığıyla koşuyordu, arkasından zabıta çocuğu yakaladı başladı hırpalamaya.

Zabıtayı taklit eder.

İşimden mi ettireceksin lan sen beni. Seni bir daha burada görmeyeceğim. Bacaklarını kırarım, olmadı attırırız içeri sabahtan akşama ha babam dayak. Oğlum çıkma karşıma bir daha.

Çıkmasında ne yapsın bu çocuk, aç, akşam eve ekmek gitmek zorunda. Ondan sonra hırsız bu çocuk. Bu çocuk neden okulda değil. Neden çalışmak zorunda? Neden yaşından büyük bir sorunun altında söyler misiniz? Üstelik suçlu, çalıştığı için, hırsızlık yapmadığı için suçlu. Kaldırımların kötü görüntüsü olmuş. Halt etmiş kötü görüntü, bu minik yüreğin büyük fedakârlığı karşısında. Sokaklar bile kuşatılmış. Sokaklarda bile rahat yok.

Çiçeklerine yönelir, çiçeklerini sevip okşarken şarkısını söyler.

Bir çiçek yürür

Sevgi onu büyütür

Rengârenk bir sofra

Kırlardan yanağımıza

Konar uğur böceği

Uğur getir bize

Sevgi tohumlarını

Ser önümüze

Taburesine doğru ilerler, oturur. Gözleri boşluğa takılır yine. Kısa bir sessizlikten sonra sahneyi turlar yavaşça. Sahnenin ortasında durur.

Dayak cennetten çıktıysa ben niye cehennemdeyim. Her tarafı ateş sarmış adeta yanıyoruz. Herkes yanıyor. Yoksa herkes günahkâr mı, kurtulan yok mu, herkes kaybetti mi, insan görünümünde hayvanlar mıydık yeryüzünde? Burası büyük bir boşluk, alevler sadece alevler var. Yanıyoruz. Günahkâr toplumlar şiddet ile yangın üretti, dayak ile sadece yangın. Tüm alevler sardı canlıları. Şiddet, cehennemi yarattı. Ey günahkârlar bu muydu tüm çabanız. Dayağı cennetten çıkaracak kadar günahkârdınız. Buyrun size cennetiniz.

Gülmeye başlar.

Burada olması gereken ben değilim ama buradayım işte. Asıl deliler dışarıda. Onların sakinleştirici iğneye ihtiyacı var ama kurtuldular. Buraya geldiğimde bir gün bana resim yaptırdılar. Ben de siyah kalemi aldım ve bulutlar çizdim. İçini de siyaha boyadım. Güneş hiç görünmüyordu. Suçlu ben değilim ya, kara bulutlar. Ben mi sakladım güneşi orada. Anneme haber verdiler. Sorunları var diye. Annemin burada söylediği ilk hikaye de bu oldu zaten. Belliydi yani anlayacağınız delireceğim. Daha o günden belliydi. İnsan çaresizliğini, kendini avutarak çözermiş ya. Bir kılıf yeter ona. Benim suçum yok. Bitti. Suçlu güneş, suçlu bulut, suçlu kızım.

Güneş bana göre suçluydu. Bulutlar da. Ama annemde. Resmi yapan benim ya. Hepsi kaçtı gitti buradan. Ama suçluydu güneş, aydınlığı öğretememişti yeterince. İnsan çaresiz olunca ve cesaretini yitirince kurtuluşu başka şeylerde arar. İnsan da, bir nesnede manevi ya da maddi güçler arar. Ben umudumu yitirmediğim zamanlarda güneşten o kadar umutluydum ki. İnsanlığa aydınlığı verecekti. İnsanlarda şiddetten uzak duracaktı. Güneş kötüleri mahzenlere kilitleyecekti. Ama güneş yok artık. Kayıp. Resimlerimde kara bulutların arkasında bile değildi. Güneşi, arkasında saklayamayan kara bulutlar da suçlu bu yüzden. Ama annem de suçlu. Beni güneşle ve bu bulutla yalnız başıma bıraktığı için. Bu acılar beni büyütmüşken, nasıl başka bir şey çizebilirim ki kağıda. Hanginiz öğrettiğiniz bana mutluluğu, sevmeyi, gülmeyi. Nasıl istersiniz benden o zaman. Vermediğiniz bir şeyi.

Çiçeklerin yanına gider. Bir saksıya eline alır, seyirciye gösterir.

Her bir saksı, her bir çiçek, çocuklar. Aslında atılan her bir dayak, sırtlarına yüklenilen her bir yük, bu çiçeklere yüklendi. Söyleyin onlar bir çiçekken, nasıl taşısınlar bunca yükü? Boyunları o yüzden bükük. Taşıyamıyorlar, kimileri benim gibi tımarhaneyi boyluyor, kimi hapishaneyi, kimi dalından koparılıyor. Bütün çocuklar, bütün çiçekler soluyor.

Bir ağlama sesi evet bu ağlama sesi siz de duyuyor musunuz? Dinleyin bakın bir çocuk ağlıyor.

Kulağını demir parmaklığa dayar.

Ses buradan da değil. Yoksa siz duymadınız mı sesi. Yoksa yine ben sesler mi duyuyorum. İnanın bugün hiç iyi değilim. Kaç kez ağladık. Ben sayısını unuttum. Hepsi için bir açıklama sundular bize. Okulda; eti senin kemiği benim olan. Evde; cennet vaadiyle. Sokakta, dayak yiye yiye öğrenmedik mi doğruyu. Mantıklı bir açıklama her zaman sundular bize. Cahildik, kördük, bilmiyorduk, anlamıyorduk. Döve döve anlattılar bize gerçekleri. Bütün eti sıyırdılar kemiğimizden. Cenneti öğrettiler bize ölümden korkutana kadar. Sokakta öğrettiler, hayatı öğretmeden. Vücudumun her bir yerinde bu bilginin bir parçasını bulabilirsiniz benden. Eğer eksik bıraktığınızı düşünüyorsanız çocuklarınızda bir parçayı, ben gösterebilirim onlara, siz onlara acı çektirmeden. Eti de ben olabilirim kemiği de, cenneti de ben olabilirim cehennemi de. Yanlışı da ben olabilirim…doğrusu siz olun ama. Yanıma birinizin daha gelmesini istemiyorum çünkü. Bu çiçekler, bu oda, bu doktor yeter bana.

Öğrenmez çocuk dayakla, kim öğrendi ki. Gösterin bana, hanginiz değiştiniz zorla. Hangi fikriniz sizi ayakta tuttu. Zorla dayatılan mı, sevgiyle öğretilen mi. Gelecek bekliyorsanız bizden, ne yapmanız gerektiğini bilmelisiniz. Bilmediğiniz şeyden korumanın yöntemi dayak olmamalı.

Çiçeklere bakar, yanlarına gider, yapraklarını okşar. Yapraktan sanki uğur böceği varmış gibi bakar ve alır onu eline. Sahne kararır. Işık Zeynep ile çiçeklerin üzerindedir. Zeynep şarkısını söyler. Bir yandan da uğur böceğini uçurur.

Bir bahar elçisi

Güneşin sergisi

Sevginin bekçisi

Çiçekler elimize

Kokusu içimizde

Uğur böceğim uç

Uğur getir bize

Mutluluk hepimize

Uğur böceği elinden uçmuş gibi bakar. Sonra taburesine yönelir. Oturur.

Doktorum; iyiye gittiğimi söyledi. Doktorumun yanında ambulans sesi duydum. Korktum, büzüldüm. Ama doktorum bana ne dedi biliyor musunuz? Çok etkilendim. Bu ambulans sesini her duyduğunda mutlu olmalısın çünkü onun sayesinde çözüme adım attın. Burada yaraların sarılacak. Ağrıların dinecek. Bu ses senin için tedavi sürecinin başlangıcı.

Ayağa kalkar sahnede yürür. Sahnenin orta yerine gelir. Gözlerinde umut vardır. Güçlü ifade takınır.

Umutluyum. Ben kazanacağım. Şiddet uygulayanlar değil. Sevgi kazanacak. Asıl deliler buraya tıkılacak.

Marş marş yürür sahnede. Asker gibi yürür. Biryandan da konuşmaya devam eder. Eli selam veriyormuş gibidir

Sevgi kazanacak. Şiddet kaybedecek. Asıl deliler buraya tıkılacak.

Kıta dur der kalın sesle yine sahne ortasında durur.

Kaybetmeyeceğim. İyileşiyorum ben. Kaybetmeyeceğim. Doktorumda görecek iyileştiğimi, sizlerde. Kazanacağım. Bu sesler kesilecek. Bir daha duymayacağım.

Ayağa kalkar.

Adım Zeynep. Sizler beni ürkek sanıyorsunuz ama değilim. Ürkek değilim, ödlek değilim. Korkak değilim. Korku; anlamsızsa anlaşılmazdır. Benim korkumun anlamı var. Acı bilinmezse nedeni, anlamsızdır. Ben nedenini biliyorum. Biliniyorsa gerçekler, neden korkacağım ki yalandan. Bu ambulans benim içimde, bu korkular da, bu acılar da. Ama bana ait değil. Sahiplerine gitmeli. Sahiplerine öğretilmeli bütün bu yaşananlar. Benim burada olmamdan kim mutlu ki. Hangi yalanla avutacaksınız kendinizi.

Bakın işte resmim. Bulutlarım, mavi güneşim doğuyor. Sarı sıcağıyla içimi ısıtıyor. Güneşim, bakın güneşimiz. Yaralarım sarıldı. Bir tek ne kaldı biliyor musunuz? Kabuğun koparılması. Her şey güzel olacak. Güneş umudumu büyütüyor. Tıpkı çiçeklerimi büyüttüğü gibi.

4 Yorum

  1. sanat haberleri avatarı sanat haberleri diyor ki:

    “Uğur Böceği” Tiyatrosu tarafından hazırlanan “Çocuklara Vurmayın“ adlı tek kişilik oyun Cuma akşamı (15.02.2013) saat 19.00’da Dodona Tiyatrosu’nda sunulacak.

    Haziran ayında sahneye koyulan Aysel Sarıca’nın yazdığı “Çocuklara Vurmayın“ oyunun tekrarı Priştine Yunus Emre Türk Kültür Merkezi işbirliğiyle oynanacaktır. Perihan Şufto’nun yönetmenliğinde genç sanatçı Ceyda Safçı’nın oynadığı oyun büyük beğeni kazanmıştı.

    Oyunda şiddete maruz kalan bir çocuğun, bir gencin ne gibi sorunlarla karşılaşabileceği yansıtılmaya çalışılıyor.

    http://www.kosovahaber.net/?page=2,11,17291

    Cevaplamak için giriş yapın
  2. Vahap TOY diyor ki:

    Sayın Aysel SARICA Hanımefendi,
    Eserlerinizi yayınladığınızdan dolayı en içten teşekkkürlerimi sunuyorum.
    ‘Çocuklara Vurmayın ‘eserinizi öğrencilerimle hazırlamayı düşünüyorum.Eserinizi kullandığımız için hakkınızı helal edin. Tekrar teşekkürler..
    BAŞARILARINIZIN DEVAMINI DİLERİM
    Sınıf Öğrt.A.Vahap TOY

    Cevaplamak için giriş yapın
    • Aysel SARICA avatarı Aysel SARICA diyor ki:

      Vahap hocam
      İlginize ben teşekkür ederim. Elbette helal olsun. Çocuklarımızın gözlerinden öpüyorum. Çocuklarımızın tiyatroyu sevmesine bir katkım oluyorsa ne mutlu…

      Cevaplamak için giriş yapın
  3. Aysel SARICA avatarı Aysel SARICA diyor ki:

    Oyun hakkında soracağınız bir soru veya danışmak isteyeceğiniz bir durum için mail adresim

    Cevaplamak için giriş yapın

Yorum yapın

Yorum yapmak için buradan giriş yapmalısınız.