Nazım Hikmet şiirinde kadın imgesi…

Aziz ŞEKER

“İçimde mis kokulu / kızıl bir gül gibi duruyor zaman.”
Nazım Hikmet

Nâzım, kavgasını aşklarıyla yoğurmuş memleket sevdalısı; yüreğinde camdan bir şeylerin kırıldığı, parmaklarının kırasıya, çıldırasıya kanadığı, ütopyasına sevdalı, başka bir dünyanın değil kan ve revan içinde yaşadığımız şu eşit olmayan yeryüzünün şairi…

Her şair gibi onun da öznel yaşamından dolayı eleştirilebilir yanları dayatılabilir. Yazar olarak düşüncem şu ki; Nâzım’ın nesnel ve dinamik yanı olan şiirlerini bu çalışmama konu etmem benim için önemli. Öznel yanı bu çalışmanın ilgi alanı dışında kalmakla birlikte, şairin şiir gerçekliğine eğilirken ufkumda yer yer gerçekliği bütünsel olarak görmem noktasında başvurduğum kaynaklar arasında yer almıştır.

Şiirinde gönlü bazen bir kartaldır, bazen acıyan bir ruhun sığınağı. Bir kavganın şairidir. Bu nedenle insanlığın eşitliğinin ve özgürlüğünün kavgasını şiirinde var kılmıştır. Hâl kavgayla geçen bir yaşam olunca, Nâzım’da onurlu bir kavgayla örülü yaşamında evrensel genişlikte bir sanat yaratmıştır.1 Yarattığı bu sanat, ardıllarına bile aşılmaz, ancak yer yer imgeleriyle yeniden üretilen bir okul olmuştur. Nâzım yalnızca Anadolu’da değil bütün Dünya’da toplumcu gerçekçi şiirin umut ve keder yüklü ozanı olmuştur.

ŞİİR

Şiir, imge örgüsüyle, sözcüklerin ilişkileri, akışı, ses uyumu ile var olan bir yapıdır. Bu, belirli düşünsel süreçlerin işleviyle oluşur. Bu süreçlerin sınırları belirli, tüm gizleri çözülmüş değildir. Çünkü o, kaynağını her zaman belirsiz, karanlık bir alandan besleyen bir süreçtir. Bu karanlık alanda yine birey; bireysel, yapısal olarak var olan özne ile dış dünya; çevre, toplum etkileşimi sonucu oluşmuştur…2 Özde, diyalektik, insanın varlığının değdiği her alandadır. Yani şiir gibi, özgürleşen insan aklıyla üretilen her şeyde!

TOPLUMSAL GERÇEKLİK ALANI OLARAK KADIN İMGESİ

Nâzım’ın şiir gerçekliğinde “Kadın” olgusu hem toplumsal gerçekçi yanıyla; bir ülkenin emperyalizme karşı mücadele verirken kanını kusursuzca sunduğu kurtuluş savaşında cephede yer alır, hem dünyanın başka başka coğrafyalarında vatanlarını ölümleri pahasına savunan insanların bedenlerinde, hem de geleceği aşk ve sevgiyle özdeşleşmiş şiirlerinde evrensel ve bireysel sorunsal yanıyla anlam bulur.

Nâzım’ın nesnel yanı toplumcu yanıdır. Öznel-bireysel yanı ise aşkları üzerine yaşadıkları ve bunları çoğu zaman evrensel bir duygu tadında ortaya döktüğü şiir eserleridir. Sonuçta bu ikinci yan da evrensel bir olgu olan aşkta içerik bulmaktadır. Şiirlerinden şu kesitler söylemimizi somutlamaktadır: “İçimde ikinci bir insan gibidir / seni sevmek saadeti…” yine bir başka şiirinde: “Yaşamak: ümitli bir iştir, sevgilim, / yaşamak: seni sevmek gibi ciddi bir iştir…”3 sağanağından Nâzım sözünü ettiğimiz gerçekliğe doğru akmaktadır.

Nâzım, şiirinde kadını kıskanır, onu düşlerine alır, bir elmanın yarısı yapar, özgürlüğün ve kavganın şiiri olur kadın bir bulunmaz imgelemde: “Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim, / akar suyun, / meyve çağında ağacın, / serpilip gelişen hayatın düşmanı. / çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına: / çürüyen diş, dökülen et / bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler. / ve elbette ki, sevgilim, elbet, / dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya, / dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla / bu güzelim memlekette hürriyet.”4

Öyle ki, İstiklâl isimli şiirinde de İstiklâl’i sevgiliyle bir tutar: “Mısırlı kardeşim, / biliyorum, biliyorum / istiklâl otobüs değil ki / birini kaçırdın mı, öbürüne binesin… / İstiklâl sevgilimiz gibidir / aldattın mı bir kere / zor döner bir daha.”5

İşte o İstiklâl uğruna Anadolu bozkırında vatan toprağı için yürüyenler içinde kadın da vardır: “Gece aydınlık ve sıcak / ve kağnılarda tahta yataklarında / koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı. / Ve kadınlar / birbirlerinden gizliyerek / bakıyorlardı ayın altında / geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine. / Ve kadınlar, / bizim kadınlarımız; / korkunç ve mübarek elleri, / ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle / anamız, avradımız, yârimiz / ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen / ve soframızdaki yeri / öküzümüzden sonra gelen / ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız / ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki / ve karasabana koşulan / ve ağıllarda / ışıltısında yere saplı bıçakların / oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan / kadınlar, / bizim kadınlarımız…”6

Görüyoruz ki, kadın olgusu bir sosyal sorun alanı şeklinde dışa vurulabildiği gibi bazen de yüreğin bir iz düşümü olarak işlenebilmektedir: “Kadınlarımızın yüzü acılarımızın kitabıdır / acılarımız, ayıplarımız ve döktüğümüz kan / karasabanlar gibi çizer kadınların yüzünü. / Ve sevinçlerimiz vurur gözlerine kadınların / göllerde ışıyan seher vakıtları gibi./ Hayallerimiz yüzlerindedir sevdiğimiz kadınların, / görelim görmeyelim karşımızda dururlar / gerçeğimize en yakın ve en uzak.”7

Nâzım’ın Taranta-Babu’ya Mektuplar isimli uzun soluklu şiiri ise İtalya’daki faşizm döneminde, Roma şehrinin halk mahallelerinden birinde bir otelde kalan Galalı bir delikanlının emperyalizmin altında inleyen ülkesindeki sevgilisine yazdığı şiirleri kapsamaktadır. Şiirin bir bölümünde şair mektubunda şöyle seslenmektedir sevgilisine: “Yaşamak ne güzel şey / Taranta-Babu / yaşamak ne güzel şey… / Anlıyarak bir usta gibi / bir sevda şarkısı gibi duyup / bir çocuk gibi şaşarak / yaşamak… Yaşamak: / birer birer / ve hep beraber / ipekli bir kumaş dokur gibi… / Hep bir ağızdan / sevinçli bir destan / okur gibi / yaşamak…”8

Nâzım’da kadın bir kavgacı yürek olarak; memleketini tıpkı Kadınlarımız şiirinde edindiği yeri, başka ülkelerde de emperyalizme karşı savunan bir partizan olarak yansıtır. Sovyetlerin, Almanlara karşı kazandığı savaşta Tanya ile ifade olanağı bulur mücadelenin eti kemiği: “Partizan / 18 yaşında. / Partizan / öldürüleceğini biliyor. / Ölmek ve öldürülmek: / hıncının kızıltısında belli belirsizdi bu fark. / Ve ölümden korkmayacak / ve keder duymayacak kadar sıhhatli ve gençti…”9 Nâzım, bu şiiri kaleme aldığı Memleketimden İnsan Manzaraları’nı sevgilisi, eşi, Hatice, Pîrâye Pîrâyende’ye ithaf etmiştir.

HASİPHANE KADIN VE ŞİİR

Nâzım, hapishaneden yazar, söz o ki, Nâzım da bir hapishane şairidir! 12 Eylül’ün ve geçmiş tarihin 1950’lilere kadar varan siyasi çömlekçilerinin, dört duvar arasına tıktığı nice şairler gibi… Nâzım yıllarca yattığı bütün hapishanelerde aşklarıyla özdeş tutar özgürlüğe kavuşmanın bir memleket için varlığını. Nâzım’da şiirin çevresinde kadın toplumun aynasıdır. Cezaevinden yazdığı şiirlerinden birinde: “Senin adını / kol saatimin kayışına tırnağımla kazıdım…” diyerek sevdasını resmeder zamana…10

Nâzım’da yer yer kadının şiirdeki rolü ve konumu değişir. Sevgilisinin gözlerinde dile getirir ütopyasını “ve dövüşmek yeni bir âlem için…” Dünya üzerinde yolculuklar yapar, Lehistan, Macaristan mektupları yazar bir şiir örgüsüyle sevgilisine. Bazen yüreğindeki kurt olur sevgilisi: “Sen / benim/ minare boyunda çam gövdeme, / yumuşak / beyaz / bir kurt gibi girdin, / kemirdin!/ Ben barsaklarında solucan Makdonaldı besleyen / İngiliz amelesi gibi taşıyorum / seni içimde…/”11

Başka bir şiirinde sevgisinin karşılığını bulamayan bir âşıktır: “O mavi gözlü bir devdi. / Minnacık bir kadın sevdi. / Mini minnacıktı kadın. / Rahata açıktı kadın / yoruldu devin büyük yolunda. / Ve elveda! deyip mavi gözlü deve, / girdi zengin bir cücenin kolunda / bahçesinde ebruliii / hanımeli açan eve.”12

Oysa kadın siluetinde bir umuttur, bazen şiirinde bekleyiş: “beli karınca belinden ince / saçları saman sarısı kirpikleri mavi…”13

Şair, toplumsal olana gözlerini kapatmadan, ama bir insan olarak bireyselliğini de göz ardı etmeden, kendi bireyini herkesin bireyi (ve tersi) yapabilme becerisini göstererek, estetik haz veren bütünlüklü ürünler yaratmayı başarabilen kişidir. Bunu yapmak zorundadır.14 Nâzım bu açıdan toplumsalın ve bireyin şairidir.

Nâzım Hikmet’in Rubaileri, sevgili imgesi etrafında yoğunlaşır. Bir örnek vermek gerekirse: “İnsan / ya hayrandır sana, ya düşman. / Ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun / ya bir dakka bile çıkmazsın akıldan…”15

Hani der ya şair, uzak ve sıcak bilinmez bir ufuktan: “Ama kendim için hiçbir şey istediğim yok, / yalnız sevdiğim kız dokunsun parmaklarıma / parmaklarımda dünyanın en büyük sırrı.”16 Biliriz ki, Nâzım Otobiyografi şiirinde de kadınlara yer verir: “sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım…” diyerek.

Hasret şiirinde o, sevdanın özgürlüğünün izinden gider: “Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli, / belini sarmayalı, / gözünün içinde durmayalı, / aklının aydınlığına sorular sormayalı, / dokunmayalı sıcaklığına karnının. / Yüz yıldır bekliyor beni / bir şehirde bir kadın. / Aynı daldaydık, aynı daldaydık. / Aynı daldan düşüp ayrıldık. / aramızda yüz yıllık zaman, / yol yüz yıllık. / Yüz yıldır alacakaranlıkta / koşuyorum ardından.”17

Ölümüne az bir vakit kala yazdığı şiirde de bir kadın vardır, ölüm ve kadın nasılda tahsildar olurlar bir ömre: Vera’ya: “Gelsene dedi bana/ Kalsana dedi bana / Gülsene dedi bana / Ölsene dedi bana / Geldim / Kaldım / Güldüm / Öldüm.”18 Ve memleketinden uzaklarda göçüp gider Nâzım dünyadan…

Nâzım ölümle aşkı, özgürlük ekseninde kendine özgü epopesinde umutsal kılmıştır. Bunun en güzel tanığı Bulutlar Adam Öldürmesin şiirinde bir kadın olan anne varlık bilincinden hareket ederek örgü bulur: “Analardır adam eden adamı / aydınlıklardır önümüzde gider. / Sizi de bir ana doğurmadı mı? /Analara kıymayın efendiler. / Bulutlar adam öldürmesin.” diyerek savaşın etkilerini işler.19

Son tahlilde bir yurtsever olarak Nâzım Hikmet Ran, Dünya halklarının eşitlik ve özgürlük mücadelesinde tüm yürekliliğiyle yer edinmiş bir öncü şair bir kavga ve de sevda şairidir…

Dipnotlar

1. Timuçin, Afşar: Nâzım Hikmet’in Şiiri. Kavram Yay. İstanbul, 1978, s. 57
2. Alper, Yusuf: Şiir ve Psikiyatri Kavşağında. Okyanus Yay. İstanbul, 2001, s. 87
3. Hikmet Nazım: Kuvâyi Milliye. Adam Yay. İstanbul, 1994, s. 95-100
4. Hikmet Nazım. Kuvâyi Milliye. Adam Yay. İstanbul, 1994, s. 113
5. Hikmet Nazım: “İstiklâl” Yeni Şiirler. Adam Yay. İstanbul, 1994. s. 85
6. Hikmet Nazım. “Kadınlarımız” Kuvâyi Milliye. Adam Yay. İstanbul, 1994, s. 71-72
7. Hikmet, Nâzım: “Kadınlarımızın Yüzleri” Son Şiirleri. Adam Yay. İstanbul, 1994, s. 112
8. Hikmet, Nâzım: “Taranta-Babu’ya Beşinci Mektup ” Benerci Kendini Niçin Öldürdü? Adam Yay. İstanbul, 1994, s.197-198
9. Hikmet, Nâzım: Memleketimden İnsan Manzaraları. Adam Yay. İstanbul, 1996, s. 460
10. Hikmet Nazım: “Bir Cezaevinde, Tecritteki Adamın Mektupları” Kuvâyi Milliye. Adam Yay. İstanbul, 1994, s. 139.
11. Hikmet, Nâzım: “Gövdemdeki Kurt” 835 Satır. Adam Yay. İstanbul, 1998, s. 28
12. Hikmet, Nâzım: “Mavi Gözlü Dev, Minnacık Kadın ve Hanımelleri ” Benerci Kendini Niçin Öldürdü?. Adam Yay. İstanbul, 1994, s.104
13. Hikmet, Nâzım: “Saman Sarısı” Son Şiirleri. İstanbul, 1994, s.72
14. Alper, Yusuf: Şiir ve Psikiyatri Kavşağında. Okyanus Yay. İstanbul, 2001, s.92
15. Hikmet Nazım: “Rübailer” Kuvâyi Milliye. Adam Yay. İstanbul, 1994, s. 221
16. Hikmet Nazım: “Pırağ Dedikleri” Yeni Şiirler. Adam Yay. İstanbul, 1974, s. 98
17. Hikmet, Nâzım: “Hasret” Son Şiirleri. Adam Yay. İstanbul, 1994, s.12
18. Hikmet, Nâzım: “Vera’ya” Son Şiirleri. Adam Yay. İstanbul, 1994, s. 185
19. Hikmet Nazım: “Bulutlar Adam Öldürmesin” Yeni Şiirler. Adam Yay. İstanbul, 1994, s. 54

Yorum Yapın

Yorum yapmak için buradan giriş yapmalısınız.