Suat Özönder: Türkiye’de yozlaşmış müziğe dur demenin zamanı çoktan geldi
S.KÖLE: İzmir-Dikili ile Belçika arasında mekik dokuduğunuzu biliyorum. Oysa Türkiye’de yaygın düşünce, sanatta –hele de müzikte- bir yere gelmek için İstanbul’da yaşamanızın şart olduğudur. Aslında belki de işin gerçekçiliği açısından düşününce çok da haksız sayılmazlar. Öyleyse siz ne zaman İstanbul yolcususunuz, diye sorabilir miyiz? Böyle bir düşünceniz hiç oldu mu?
S. ÖZÖNDER: Nazım Hikmet albümümü’ nü gerçekleştirmek amacıyla 2002 yılında bir buçuk yıl kaldım İstanbul’da. Evet, İstanbul bir yerlere gelebilmek için çok önemli bir sıçrama noktası. Bunun bilincindeyim. Bu bilhassa sanat çevresine girmeyi planlayan ve yolun başında olan kimseler için geçerli. Yapımcıların, organizatörlerin hemen tümü İstanbul’dalar. Bunlara bağlı dallarda; ses kayıt stüdyoları, video görüntüleme çekim stüdyoları, medya ve plak şirketleri… Artık hepsi birbirleriyle bağlantılı çalıştıkları için bu vazgeçilmez zincirin halkalarını oluşturmuşlar. Yukarıdaki sorunuzu yanıtlarken de cevapladığım gibi; eğer onlar ve “medya”? Onlar isterlerse sanatçılar bir yerlere gelebiliyorlar. Mutlaka bunlar da para kazanmak için bu işi yaptıklarından, bu zincir halkaları devamlı çoğalmakta.
Benim böyle bir sorunum olmadığı için İstanbul’a gezmek, eğlenmek için giderim ancak…
S.KÖLE: Yorumcu kimliğinizi mi vazgeçilmez görürsünüz; yoksa besteciliğinizi mi? Belki de ne bileyim, müzisyenliğiniz her şeyden çok daha önemlidir sizin için? Uzun yıllar sonra hangi kimliğiniz ile hatırlanmak sizi daha mutlu edecektir, merak ediyorum doğrusu.
S. ÖZÖNDER: Tabii ki “müzisyenliktir en önemli olanı. Yorumculuk ve bestecilik zaten müziğin birer kolu. Ben bir yorumcunun, müzisyen olmasını dilerim öncelikle. Öyle olması gerektiğine inanıyorum. Bestecilik ve düzenlemeler de sadece bir müzisyen tarafından yapılır.
Bana gelince; sadece kendi bestelerimi ve düzenlediğim şarkıları söylediğim için müzisyen kimliğini kendime daha uygun görüyorum. Gerçi Bergama’da (doğduğum yer) beni hala “Dişçi Hayri’nin Suat” diye tanırlar. Buna da Bergama’da “ilk orkestrayı kuran Suat” ta ekleniyor bazen.
S.KÖLE: Oğlunuzun da müzikle ilgili olduğunu biliyorum, doğru mu? Genetik bir devam ediş diyebilir miyiz bu durum için? Bize işin biraz da aileye yansıyan yönünden söz ederseniz eğer…
Evet doğru. Oğlum Ersin Özönder’ de benim yolumda diyebilirim müzisyenlikte. Daha ilkokuldayken onu “müzik akademisine” gönderdim. Bateri çalmakla başladı işe. Piyano öğrenimi gördü. Bunu da Belçika’da çok değerli bir organist arkadaşımdan aldığı özel org dersleri takip etti. Bütün öğrenimi devam ederken kurdukları çeşitli orkestralarda bateri çaldı. Yüksek okulu da iç mimar olarak bitirdi.
Şimdi tekno müzik yapıyor. Beste ve düzenlemelerini yaptığı şarkıları kendi ses kayıt stüdyosunda Belçikalı bir soprano olan Sarah Algoet seslendiriyor. Yaptığı müzik türü “tekno” olduğu halde; bateri, piyano, gitar çeşitli efekt’ler ve ikinci sesleri kendi icra ediyor. Şu anda bir CD yapma aşamasına gelmiş durumdalar.
Grubun adı “ CRASH’D “, link adresi;
Eşimle ilk tanıştığımızda onun “müzikoloji” ye gittiğini öğrenince çok sevinmiştim. Müzikten anlayan bir insanla hayatı paylaşmanın çok zevkli olabileceğini düşünmüştüm. Öyle de oldu. Ondan çok şeyler öğrendim. Müzik akademisine gittiğim sıralar anlamadığım konuları ona kolaylıkla sorabiliyor ve yanıt alabiliyordum. Bilhassa bestelerimi yaparken mutlaka onun da fikrini almadan edemiyordum. Düzenlemeler yaparken onun “armoni” bilgisinden çok yararlandım.
Tabii bu arada kızımız Halise de evde devamlı müzik olduğundan, çok iyi bir müziksever oldu. Ara ara söylediği şarkılar da bayağı iyi gidiyor.
S.KÖLE: Projelerinizden söz etsek biraz da, diyeceğim; ama biliyorum ki iş dönüp dolaşıp ekonomik sorunlara dayanacak. Türkiye’de sanatçıların öncelikle işin ekonomik yanını aşamamaları konusunda ne düşünürsünüz? Belki de sizin gibi pek çok değerli insan sırf bu nedenle sanat dünyasındaki yerini alabilmiş ya da hak ettiği yere ulaşabilmiş değil. Devlet desteği bu noktada çok önemli geliyor bana, ne dersiniz?
S. ÖZÖNDER: İnsanlar hayal ettiği müddetçe yaşar, ben de proje ürettiğim müddetçe yaşıyorum diyebilirim. Projelerimden kime bahsetsem; “çok güzel!!” diye çığlık atıyorlar nedense.
Bir ara Bergama Türkülerini derleyip düzenleyip senfonik müzik eşliğinde seslendirmek istedim. Ama maalesef bir kesimin olumsuz düşünceleri yüzünden vazgeçtim. Şimdi üzerine çok para bile verseler bunu yapmayacağım. Bu projem sadece Bergamalılar değil bütün dünya içindi. En başta da söylediğim gibi memleketimizde sanatçılar maalesef birbirine destek vermekten kaçıyorlar. Avrupa’dakilerin tam tersi.
Bir başka projem; Nazım Hikmetin bir şiirinden yola çıkarak kurtuluş savaşı zamanına uyarlanabilecek müzikal bir “destan”. Bu hala geçerlidir. Yeter ki inançlı bir tiyatro grubu bulabileyim. Bu yapıt hazır bir biçimde bekliyor. Düzenlemelerinin son rötuşları kaldı.
Bir projem de son bestelerimi Anadolu-Rock türünde gene büyük bir orkestra eşliğinde bir CD de toplayabilmek. Bu proje mutlaka bir destekleyici ile gerçekleşebilir. Zira bunu tüm memleketin dinlemesini istiyorum. Bu besteler, Avrupa’da kaldığım uzun süreçte Türk müziği ile batı müziğinin karşılaştırmasından çıkan sentezdir. Arap, Yunan, İspanyol veya diğerlerini kapsamıyor. Yani kolaya getirilmiş eserler değil. Taklit ?… Hiç değil.
Şimdi gelelim Türkiye’deki sanatçılığa. Türkiye’de kaliteli güzel eserler kazandırmak isteyen çok değerli arkadaşlar var. Ama maalesef bu insanların bir bölümü ekonomik nedenlerden, bir bölümü de kaliteli eserler yaptıkları için, daha önce bahsettiğim gibi para kazanan kesime uyamadıkları için çelmeleniyorlar…
Türkiye’deki gerçek sanatçıların bir başka derdi de “korsan” lık.
Öyle sanıyorum ki bu korsanlığı, para kazanan kesimin kendi hazırlıyor. Resmi kontratlar yapıyorlar önce sanatçıyla. Bu sanatçıya hak ettiği payı vermemek için de korsanlığa başlıyorlar. Böylece kazançları birkaç kez katlanmış oluyor. Gerçek namuslu sanatçı da aç kalıyor böylece.
Devlet desteğine gelince;
Bu ancak dürüst Devlet anlayışı olanların yönetiminde olabilir diye düşünüyorum. Yönetim yanlısı yalaka sanatçı kesimi bu furyadan çok iyi yararlanabiliyor gördüğüm kadarıyla. Çeşitli diziler, yeni türemiş sanatçılar, her devrin rengine bürünen sahtekârlar, kesesini daha fazla doldurup lüks yaşamak isteyenler yararlanabiliyor. Oysa Devlet desteği her sanatçıya eşit yapılmalıdır.
S.KÖLE: Yine de her şeye rağmen son soru olarak yöneltmiş olacağım; Suat Özönder müzik adına gelecekten ne bekliyor, hemen hazırda uygulanmaya konmayı bekleyen bir projesi var mı?
S. ÖZÖNDER: Ben müzikte hep dostluk, dostlar ve insanca yaşamı hedeflemiş kişiler buldum. Bu böylece devam edecektir mutlaka. Gelecekten iyi şeyler bekliyorum tabii. Umarım bu sözlerimi sanata gerçekten bağlanmış insanlar okurlar. Zira Türkiye’nin yozlaşmış müzik sanatına “DUR !” demenin zamanı çoktan geldi. Haydi, hep birlikte göğüs gerelim bu yozlaşmaya.
Gerçek sanatçılar, dost olalım !
S. ÖZÖNDER: Ama izin verirseniz bu konuda benim de size bir sorum olacak.
İki yıldan fazla oldu tanışmamız. Ve sizin sözlerini yazdığınız üç şarkı besteledim. Bana bestelemem için şarkı sözleri yazmaya ve ortak bir eser çıkarmaya devam edecek misiniz?
S.KÖLE: “Elbette” diyeceğim ama itiraf etmem gerekiyor ki sizinle çalışmak zor. Sizinle ortak iş yaparken karşımda “Huysuz bir müzisyen” beliriyor bir anda. Yine de “evet” diyeceğim çünkü ortaya çıkardığımız çalışma sanırım ikimizi de mutlu ediyor; bir de üstüne müzikseverlerden olumlu tepkiler alınca…
S.KÖLE: İzin verirseniz değerli dostum demek istiyorum, zaman ayırıp sorularımı yanıtladığınız için teşekkür ediyorum.
S. ÖZÖNDER: Ben de size aynı biçimde; değerli dostum demek istiyorum. Çok teşekkür ediyorum. Sevgiyle kalın.
Son Yorumlar