2010′un son yazısı kısa filmcilere…
Geçmişte “İyilik yap denize at, balık bilmezse halik bilir.” sözünü –işin inanca dayalı yanına bir sünger çekip, motive etmekten çok teselli eden yanına odaklanarak- kim, hangi düşünce ile kim için söylemiştir bilemem; ancak bildiğim şu ki, bu söz bugün söylenmiş olsa idi –elbette ‘doğru bir şey yap denize at’ haliyle- bu deyimden payına düşeni ilk alacak olan kısa filmcilerdi.
Akıl alır gibi değil, her şeyin hızla içeriksizleştirildiği, sanat denileni ne kadar popüler hale getirebiliyor ve “piyasa”nızı oluşturabiliyorsanız –dolayısıyla müşterinizi- o kadar başarılı görüldüğünüz –hatta ancak o noktada kabul gördüğünüz- bir ortamda siz tutun kısa film festivalleri düzenleyin, mevcut film festivallerinin kapsamında kısa film gösterim saatleri ve yarışma kategorisi oluşturmanın derdinde olun, hepsinden önemlisi ve öncelikle –temelde- kısa filmin Türkiye’deki izleyicisini yaratmaya çalışın… Ve dahası…
Ama görünen o ki onlarca yılın ısrarcılığı –yoksa gözü karalığı mı demeliyim?- meyvelerini vermeye başladı sonunda. En azından artık birileri çıkıp işi “en üst makamdakinin” takdirine bırakmadan, kişilerin ve kurumların hakkını teslim eder hale geldi.
Tam da bu noktada İstanbul Fransız Kültür Merkezi Görsel-İşitsel İşbirliği Bölgesel Ateşesi Luciano Rispoli’nin ettiği söz o kadar anlamlı ki: “Kalitelerin içinde öyle bir kalite bilirim ki: Hilmi ETİKAN”
22. Uluslararası Kısa Film Festivali’nin açılış töreninde söyleniyor bu söz. Bir salon dolusu sanatseverin önünde kısa filme neredeyse bir ömür adamış Hilmi Etikan’ın hakkı, bir çift sözle de olsa oracıkta teslim edilmiş oluyor.
Elbette Luciano Rispoli’nin bu sözünün ne anlama geldiğini tam olarak anlayabilmek için öncelikle Hilmi Etikan’ı iyi tanımak gerekiyor.
Üç yıldır Adana’dan kalkıp İstanbul’a kısa film izlemeye gidiyorum; Uluslararası İstanbul Kısa Film Festivali’ne. Her gidişimde oradan oraya koşturan, bir yandan film gösterimlerini sağlamaya çalışırken diğer yandan festival konuklarını en iyi şekilde ağırlamaya çalışan bir Etikan kimliği ile karşılaşıyorum.
Ve elbette işin izleyiciden ve gözlerden uzak gerçekleştirilen bir başka boyutu ki, bence olayın en önemli kısmını oluşturmakta: Türkiye’nin uluslararası düzeyde tanıtımına katkı sağlamak; hem de öyle abartılı koşullar toplamıyla değil; son derece sade ancak gönül çalıcı bir samimiyetle; neredeyse alttan alta…
Geçen yıl festival kapsamında öyle bir İstanbul kent gezisi gerçekleştirildi ki mesela, yurt dışından gelen konukların yüzlerinden okunan mutluluk, festival düzenleyicilerine, “Her türlü yorgunluk ve emeğimize değdi” dedirtecek türdendi. Tanık olduğunuz görüntü bu iken şunu düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz o anda: “Burada yapılan şey herhangi bir sanatsal etkinlikten çok öte. Bu adamakıllı Türkiye’nin tanıtımına dönük bir çalışma. Öncelikle Kültür Bakanlığı bunun çok farkında olmalı.”
Nasıl bir geziydi bu? Yabancı konuklar kaldıkları otelden toplu halde alındı, önce taksi, sonra vapurla Anadolu Kavağı’na götürüldü. Derken, konuklar Anadolu Kavağı’nın tepelerine doğru neşe içinde yürütülüp Boğaz’ın muhteşem manzarası izlettirildi. Ardından yenilen yemek ve dünyanın bambaşka yerlerinden gelmiş genç sanatçıların Türkiye’de bir sofra etrafında kaynaşmaları…
Eeee ne var bunda mı, dediniz? Dediyseniz hata ettiniz; öyle değil işte, durum göründüğünden ibaret değil asla.
Bana göre buradaki en hassas durum, karşınızdakilerin genç sinemacılar olması aslında. Kısa filmcilerin belki de ilk ortak özelliği bu; çoğu genç ve daha yolun çok başındalar. Düşünsenize bu kişilerden bir kısmı ileride uzun metraj çekip dünyanın sayılı yönetmenleri arasına girebilir. Ki bu mucizevî bir beklenti değil, zaman içerisinde çok doğal gözlemlenebilecek bir sonuç.
Şimdi şunu düşünmemiz gerekmez mi; dünyanın sayılı güçleri sinema üzerinden ne politikalar yürütmedi bugüne kadar; hangisi, sinemanın gücünü fark edip yeri geldiğinde bundan sonuna kadar yarar sağlamadı?
Bu anlamda İstanbul Uluslararası Kısa Film Festivali’nin kurucu ve yöneticisi Hilmi Etikan’ın yaptığı işi çok önemsiyorum; onun genç sinemacılarla kurduğu ilişkiyi, kendinden çok ülkemiz adına yürüttüğü iletişimi…
Elbette Adana’da yaşayan biri olarak Etikan kimliği ile –yoksa kalitesi mi demeliyim?- buluştuğumuz asıl ve öncelikle nokta; Altınkoza Film Festivali. İstanbul’daki festivali yakından bildiğim için rahatlıkla söyleyebilirim; Hilmi Etikan, İstanbul Uluslararası Kısa Film Festivali’nin havasını -elbette öncelikle kalitesini- sonuna kadar Adana’ya, Altınkoza Film Festivali’ne taşıma çabası içinde olan değerli bir isim. Belki de Luciano Rispoli’nin sözleri bende o nedenle sarsıcı bir etkiye yol açtı ve bende bu yaklaşımın karşılığı kesinlikle vardı. Evet, benim açımdan da durum buydu; Hilmi Etikan kaliteler içinde bir kaliteydi; ancak gelin görün ki bunu bizden önce dillendiren bir Fransız’dı işte.
Ne demiştik yazının başında “Sen doğru bir şey yap da…”
Bu yazı o anlamda Hilmi Etikan’ın şahsında ‘o doğru’dan sonuna kadar vazgeçmeyen tüm kısa filmcilere adanmış olsun. Tümüne mutlu yıllar dileklerimle…
Son Yorumlar