Gezi Parkı (Gençlik Oyunu, Aysel Sarıca)
PERDE: Perde 3 Sahne 7
KARAKTERLER: Sistem, Yöneten, Halk, Polis, Sermaye, Gazeteci, Arkadaş, Kral, Yaver, Solduyu, Sağduyu, Çocuk, Yaşlı Teyze, Genç, Ceo, Sendikacı, Sanatçı, Penguen, Çarşı, Yaşlı Amca, Siyasetçi, Eşcinsel, Kadın, İşçi Erkek, İşçi Kadın, Patron, Tıp Öğrencisi, Avukat, Mimar, İşsiz, Kırmızılı Kadın, Siyahlı Kadın, Baba, Çocuk
HEDEF KİTLE: 16 yaş ve üstü
TEMA: Korku duvarları er geç yıkılır
GEZİ PARKI (AYSEL SARICA)
(1.PERDE 1.SAHNE)
(Sahne karanlıktır. Sadece sistemin bulunduğu yerde ışık yayılmaya başlar. Sistemin sadece büyük kafası görülmektedir. Vücudunun her tarafı kesik kafalarla örülmüştür. Bu da sistemi yüzlerce kiloluk biri gibi göstermektedir.)
SİSTEM: Yeni kan lazım bana. Bütün partiler barajın altında kaldı. Halkın güvensizliği çok tehlikeli.
(Yerde yılan gibi süzülen yöneten girer. Sistemin yanına geldiğinde konuşma başlar)
YÖNETEN: Hiç endişelenmeyin efendim. Ben varım. Biz varız. Şimdiye kadar çok sorun yaşadık ama her seferinde bu sorunların üstesinden gelmeyi de başardık.
SİSTEM: Sorunların üzerinden gelmedin, geldim.
YÖNETEN: Haklısınız efendim.
SİSTEM: Beni seni yok etmeye zorlama.
(Yöneten eğilerek geri geri yürümeye başlar. Bu arada ışık sistemin üzerinden kaybolur. Yöneten ayağa kalkar, ayağa kalkmasıyla birlikte sahnenin diğer tarafı aydınlanır.)
YÖNETEN: Sevgili vatandaşlarım daha çok demokrasi için geliyoruz. Gelişen, küreselleşen, dünyaya ayak uyduran, teknoloji çağına uyumlu, büyüyen bir ülke olmak için geliyoruz. Demokrasi, daha çok hoşgörü için geliyoruz. Biz yoksulların kölesiyiz, işsizliğin düşmanı olacağız, refah için geliyoruz. Milletimize kul köle olmak için geliyoruz. Biz köleyiz siz efendi ey milletim. Yoksullun yanında hatta ocakta pişen soğanında makarnasında salçasındayız emin olun gümbür gümbür otoyollarla plazalarla toplu konutlarla geliyoruz. İşsizliğe biz nokta koyacağız, anasına koyacağız!
(Ellerini yumruk yapıp geriye doğru çekerek geçirme hareketi yapar, bu sırada alkış sesi başlar, alkışla birlikte 3-4 kişi halk olarak sahneye girer. Bu kişiler yoksul kıyafetli, saçları başları dağınık ve kambur insanlardır)
HALK: Yaşasın Yöneten bizi düşünüyor.
(Yüzlerinde v for manette maskeleri olan 3 polis copunu havaya kaldırarak halkın üzerine gider)
POLİS: Olay mı halk kendine gel yoksaaaa
HALK: Ne demek olay çıkarmak. Biz ilk defa çok mutluyuz. Nihayet bizi düşünen biri çıktı.
POLİS: Hadi ya. O zaman kıymetini bilin.
(Halk hep bir ağızdan, elele tutuşur)
HALK: Yöneten bizi düşünüyor, yöneten bizi düşünüyor
(Sahne yavaşça kararır, sistemin bulunduğu alan aydınlanır)
SİSTEM: Bu sesler ruhumu aydınlatıyor. Bu güven tüm hücrelerimi yeniledi. Yeniden doğmuş gibiyim.
(Göbekli, takım elbiseli, saçları jöleli Sermaye elinde purosuyla içeri girer)
SERMAYE: Tarzını beğeniyorum Sistem. İnsanların senin üzerinden beni ayakta tutmaları hoşuma gidiyor. Sevişmekten bu kadar tat almıyorum valla.
SİSTEM: Ben var oldukça hep sizi düşünecek efendim.
SERMAYE: Sen de az pezevenk değilsin ha.
SİSTEM: Yaşam bu. Siz bana, ben yönetene, yöneten halka, halk uşağa
SERMAYE: Uşak kim.
SİSTEM: Orayı ben de anlamadım
SERMAYE: Bana kimse geçirmesin de
SİSTEM: Çok komiksiniz efendim.
SERMAYE: Geçirmek deyince, şu ışığı bi kapatsana sen.
(Işık kararır ve yönetenin orada yeniden aydınlanır, yöneten ajitasyonuna devam etmektedir)
YÖNETEN: Birlik ve beraberlik içinde büyüyeceğiz. Bölgemizde önemli bir güç olacağız. Komşularımızla sıkı fıkı dostluklar geliştireceğiz. Büyük düşün ey halkım çünkü sen çok büyüksün. Özelleştirmede önemli mesafeler kat edecek ülkemizi dünya sermayesi ile yarışır hale getireceğiz. Demokrasi ve insan hakları konusunda öyle mesafeler alacağız ki Avrupa Birliği bizi reddetmeyecek. Ama bu sefer de biz Avrupa Birliğine siktir çekeceğiz. Bütün bu gelişmeler bizi zenginleştirecek. Daha çok hizmet, daha çok sosyal haklar, daha çok çocuk olarak ülkemize geri dönecek. Yolumuz açık olsun sevgili ülkem.
HALK: Yöneten bizi düşünüyor, yöneten bizi düşünüyor
(1.PERDE 2.SAHNE)
(Masanın üzerine yaslanarak uyuya kalan gazeteci uyanır)
GAZETECİ: Aman Allah’ım saat kaç olmuş ben hala uyuyorum. Yazıyı yetiştirmem gerek.
(Klavyeyi kendine çeker, sesli bir şekilde düşünmeye başlar)
GAZETECİ: Ne rüyaydı be. Ulan ne zaman bir yazıda tıkansam hep böyle rüyalar görüyorum. Yok sistem, yok sermaye, yok liberal, yok halk, yok yöneten. Nedir bu sol yanımdan çektiğim. Kapitalizmi rüyalarımda bile eleştiriyorum. Sanırım gazetede sakıncalı yazılarım yayınlanmayınca bilinçaltım benimle kapışıyor. Hadi bakalım oto sansür biran önce devreye gir ve yazalım üslubunca…
(Tuş sesleri arasında kapı çalar. Kapıyı açar. Gelen yakın arkadaşıdır.)
ARKADAŞ: Nasılsın. Geçerken bir selam vereyim dedim.
GAZETECİ: A hoş geldin tabi iyi ettin. Bir kahve alacağım sen de içer misin?
(Arkadaşı masanın yanındaki sandalyeye doğru hamle yapar. Gazeteci de kendi ve arkadaşına birer kahve hazırlar)
ARKADAŞ: Süper olur. Dün çok kötü bir kabus gördüm.
GAZETECİ: Sende mi?
ARKADAŞ: Ne demek sende mi. Sen de mi gördün?
GAZETECİ: Evet ama sen anlat önce.
ARKADAŞ: Bir barikat vardı. Barikatın önünde biri ‘özgürlük’ diye bağırıyordu elinde Fransız İhtilalı’ndaki resimlerden bir kare sanki elinde bayrakla bir direnişçi göğsü öne fırlamış tüm cesaretiyle haykırıyordu
GAZETECİ: Ah ah bir gerçek olsa!
ARKADAŞ: Benim rüyamdaki gibiyse hayır olmasın gerçek. Çünkü bu direnişçi…
(Sözü yarım kalır sahne kararır. Başka bir yerde sahne aydınlanır, aydınlanan yerde bir bayrak, bir kral, yaveri, birkaç kişi vardır.)
KRAL: Benden önceki dönemler bir trajedi olabilir, onları asabilirsiniz ama beni asla yok edemezsiniz. Beni asla yok edemeyeceksiniz.
(Nonoş hareketleriyle yaver konuşur)
YAVER: Kralımı yedirtmem. Yedirtmem!
HALK: Kralımızı yedirtmeyiz.
(Bulundukları yerde duman çıkar)
KRAL: Bu biber gazı ne zaman icad edildi. Öhö öhö! Nerde benim barutum, nerde benim kılıcım. Öhö öhö! Bu nasıl bir şeydir Öhö öhö!
YAVER: Öhö Öhö! Kralım ay boğuluyorum.
(Işık kararır, gazeteci ile arkadaşının olduğu bölüm yeniden aydınlanır)
GAZETECİ: Hah ha haa rüyana bayıldım. Ters yüz etmişsin gerçeği.
ARKADAŞ: Dün eyleme katılamadım içime dert olmuş olmalı.
GAZETECİ: Çok da etkili değildi kısa bir açıklama hemen dağıldılar. Çok şey kaçırmadın yani. Zaten hükümet için demokrasi hamleleri Avrupa Birliği müzakereleri çok önemli. Yakında referandum var. Yetmez ama evet. Tam anlamıyla olmasa da kısmen samimi buluyorum. Bazı adımlarını beğeniyorum açıkçası.
ARKADAŞ: Beni gerçekten şaşırtıyorsun. Evetin yetmezi mi olurmuş. Hayır arkadaşım hayır. Hükümetin samimiyetine hiçbir zaman inanmadım. Kim gelirse gelsin beni kimse inandıramaz. Sen nasıl kanıyorsun bazı adımlarına. Sistem için göstermelik bunlar. Çıldırtıyorsun beni bu konuda.
GAZETECİ: Bence çok farklı ve çok önemli gelişmeler bunlar. Ne yalan söyleyeyim ben inanıyorum önemli bir kısmına. Bence sistemin de küresel dünyada demokratik adımlara çok ihtiyacı var. Bu yönüyle yaşanan bu olumlu gelişmelerin bir sakıncası yok benim gözümde. O kadar gerilim, sorun, problem yaşadık ki son 30 yıl da inan şu an yaşadıklarımızı çok özledim. Bunları bize yaşatanların, ideolojilerine inanmadığımız birileri tarafından yaşatılmış olması bunun değerini azaltmazdı. Darbeciler bile ilk kez yargılanıyor.
ARKADAŞ: Seni de yanıltmayı başarmışlarsa inananlara hiç şaşırmam! Gayet iyi biliyorsun işte. Bu bir iç hesaplaşma. Sonuçta iktidarın da sevmediği bir mevzu o sadece kendi ideolojik cephesinden bakıyor ve ideolojik kazanımların derdinde. Bugün askeri darbe ile hesaplaşırken bile kendi sivil darbesini yapıyor. Arada ne fark var. Askeri otorite gider yerine sivil otorite alır. Küresel dünyanın güvenlik algıları değişiyor ve kendini yenidünya düzenine adapte ediyor. Bizim ülkemiz için de bu uygun görülmüş, bu emredilmiş emperyalizm tarafından. Sistem kendine yeni bir kan buldu bu iktidar ile kendini ayakta tutuyor.
GAZETECİ: Sadece oradan bakarsan göremezsin ormanı. Demokratik gelişmeler, bugüne kadar yapılamamış önemli hamleler ve gösterilen cesareti inkâr edemem.
ARKADAŞ: Beni gerçekten şaşırtıyorsun. Bütün bunların hepsi göstermelik, kendi gücünü sınıyor ve kendi diktasının yolunu açıyor.
GAZETECİ: Askeri vesayet ile hesaplaşmayı kim göze aldı bugüne kadar söyler misin? Kim düne kadar konuşamadığımız konuları konuşmamızı sağladı.
ARKADAŞ: Bununla mı avunacağız? (Gülerek) Belki de patronlarınla sabah akşam toplantı yapınca sürekli iktidara şirin gözükmek için çaba harcanan bir ortamda kalınca etkilenmeden olmuyor dimi
GAZETECİ: Yapma yahu o kadar da değil. Tamam, haklısın benim de şüphelerim yok değil ama hatta rüyam tam da sistem sermaye ekseninde idi. Benim bilincim de çok farklı değil ama işimi de yapmak zorundayım ve sistem içi değerlendirmeleri de irdelemek zorundayım. Ama artık sen de kalıplaşmış sekter yöntemleri yeniden gözden geçir ve eleştir derim. Kapitalist dünya sürekli gelişiyor, kendini yeniliyor, zaman zaman tıkanıyor ama kendini yeni durumlara kısa sürede adapte ediyor. Bunun karşısında yeni bir dünya diyorsan, gelecek diyorsan, kendini derinleştirmekten ve yenilemekten başka çaren yok.
ARKADAŞ: Buna katılıyorum emin ol bunun için çaba harcayanlar yok değil.
GAZETECİ: Çok az değil mi?
ARKADAŞ: Yetersiz tabi ama atmosfer çok kötü, çok büyük kayıplar yaşandı. Yaşanılan yenilgi büyük. Toparlamak, yeniden bir güce dönüşmek çok uzun bir zaman ister. Elbette güç kazanmak, geçmişin hatalarından arınmakla mümkün ama kitle hareketi çok durgun, yaprak bile kımıldamıyor. Neredeyse çıt yok. Dayanışma kültürü yok oluyor. Özelleştirmenin gelecekte yaratacağı tahribatları halk umursamıyor. Bu konuda birleşik inatçı eylemler sağlanamıyor. Çok çabuk rehavete kapılıyoruz. Senin kötünün iyisi dediğin iktidar bir bir hayata geçiriyor özelleştirme ve taşeronlaştırmayı. Kitlelerin asla suskun kalmaması gereken bu adımlar çok kolay kabul görüyor. Söyle şimdi neyleyim ben sözde demokrasi adına atılan bu adımları.
GAZETECİ: Lafı döndürüp dolaştırıyorsun yine taşı bana atıyorsun. Sol kendini gerçek anlamda gözden geçirmediği sürece ve bunu ispat etmediği sürece ben atılan bu adımları önemseyeceğim arkadaşım. Solun yapmadığı, yapmayacağı, yapamayacağı şeylerin faturasını bana çıkarma.
ARKADAŞ: Bir gün mutlaka.
GAZETECİ: Geç olmasın ama güç olmasın o zaman diyeyim!
ARKADAŞ: Sen dalganı geç bakalım.
GAZETECİ: Dalga geçmiyorum sitem ediyorum. Çünkü ben de çok istiyorum önemli başarılar kazanılmasını. Ama zor, inan çok zor, ölüm üzerine yazılan tarihten başka övünülecek ne bir tavır ne de kazanılmış sınıfsal haklar var son otuz yıldır.
ARKADAŞ: Bu başarısızlığın tek nedeni her seferinde ölümle yok edilmemiz, hapse atılmamız, her türlü haklardan arındırılmamız. Böyle bir ders Türkiye’de kime dayatıldı. Doğru, başarı kazanılmadı ama bunun sorumluluğunu sadece kaybedenin üzerine yıkarsan haksızlık edersin. İnsanlar 6 ay hapis yattı diye 30 yıl konuşuyor, devletin milletvekili, bakanı, başı oluyor. Bizim tarihimiz de 6 ay cicim ayı olarak kalır.
GAZETECİ: Darbeler; işkenceler katliamlar yarattı evet ama sol da kendi içinde tüm bunları aşacak pozitiflikte yaklaşmadı topluma. Kendi içine kapanmayı tercih etti. Marjinal kalmak işine geldi ya da kendini böyle daha güvende hissetti. Korku toplumu korkusunu daha da büyüttü. Çünkü gerçek önderleri de ona sırt çevirmişti. Bugün iktidarın yaptığını, çoktan kendisi başarmış olmalıydı. Ve belki bunu başarmış olabilseydi geniş kitlelerle arasında koparılması çok güç köprüler kurulmuş olacaktı.
ARKADAŞ: Hep konuyu darbe, vesayet, demokrasi mevzularına getirerek tartışmadan haklı çıkmaya çalışıyorsun ama sınıfsal özü göz ardı ediyorsun.
GAZETECİ: Sınıfsal özü göz ardı etsek ne olur kendi aramızda etmesek ne olur. Küresel ekonomik politikalar halk nezdinde nasıl hayata geçiyor sanıyorsun. Yönetenler halkın ilgisini sınıfsal özden çoktan kopardılar, etnik meseleler öz oldu. Kimlik siyaseti oturdu. O nedenledir ki halkı yeniden sınıfsal öze dönüştürmek için solun kendisini gözden geçirmesi, kendisini derinleştirmesi içindir benim darbe, vesayet yok, demokrasi mevzularına takılmam. Karşı tarafın başarılarını görmek burada o kadar da önem taşımıyor, bizler önemli, elle tutulur, kendini aşan başarılar için kendimizi sarsalım istiyorum. Samimiyetle ama acı söylüyorum. Çünkü dostunum ben. Yoksa bu kadar işimin gücümün arasında seni yakalamışken bu kadar yorar mıyım kendimi?
ARKADAŞ: (Dostça gülümser) Farkındayım. Çok sağ ol ama umudumu yitirmeyeceğim. Dipten gelen dalga elbet fırtınaya dönüşür.
GAZETECİ: Bu fırtına seni hazırlıksız yakaladıktan sonra ne anlamı var? Bence olmaması daha iyi.
ARKADAŞ: Öyle deme dostum sen değil miydin bazen de sistem içi değerlendirmek ayrıntılı düşünmek gerekir diyen. Karşılamasak da olur. Yönetenlere ayar çekeriz hiç değilse. Atacakları adımları bir kere düşünsünler hiç yoktan.
GAZETECİ: Ha ha ha git Allah aşkına git ya yazım kaldı. Fırça mı yedireceksin bana.
(Arkadaşını uğurlar. Klavyenin tuşlarına vurmaya başlar. Bir süre sonra kafasını masaya doğru yaslar ve uyumaya başlar. Sahne kararır.)
(1.PERDE 3.SAHNE)
(Gazeteci rüya görür. Işık halkın üzerinde aydınlanır. Halkın sağ ve sol tarafında biri beyaz biri siyah elbiseleriyle iki kişi durmaktadır. Sağduyu ve Solduyu’yu temsil etmektedir.)
SOLDUYU: İnan seni anlamıyorum. Nasıl bu kadar sakin, sessiz, tepkisiz duruyorsun. Hiç bu kadar sakin olunur mu? Daha ne yapılacak sana. 800 lira maaş alıyorsun tık yok, işsiz kalıyorsun tık yok, aç yatıyorsun tık yok, aşağılanıyorsun tık yok. Bu korku, bu şükürcülük sana ne kazandırdı.
SAĞDUYU: Var ya iyi ki benim gibi bir sağduyun var. Yoksa bu solcular var ya bu solcular solduyu üzerinde bile rahat vermiyor insana.
HALK: Kafam çok karışık. Neyi düşünsem, başka bir düşünce önümde engel olarak karşıma çıkıyor.
SAĞDUYU: Yahu sen ne zamandır Solduyu’yu dinler oldun. Her semtinde bir park, her parkında çöp kutusu, her çöp kutusunda çöp görmüyor musun?
SOLDUYU: Evet her semtte sadece parkına gidebildiğin bir park, her parkında çocukluğunu yaşayamadığın, gençliğini yaşayamadığın, geleceğini yaşayamayacağın çöpe dönüştüğünü gören insanlar topluluğu.
SAĞDUYU: Şu garibim halkı çöp kutusundan da çöpe dönüştürdün ya helal olsun sana.
HALK: Bana yardımcı mı oluyorsunuz, önümde engel mi oluşturuyorsunuz anlamadım.
SAĞDUYU: Sen yeter ki iste. İster önünde ister arkanda engel oluştururum.
SOLDUYU: Besin kaynağın liberalizm değil mi. Her şeyi yaparsın.
SAĞDUYU: Durumumu daha da kötüleştirmiyor en azından bu nazik, kibar, kırılgan halim.
SOLDUYU: O kırılgan halini dağıtılan bedava kömürlerle ısıt biraz.
HALK: Ama ısınıyorum.
SAĞDUYU: Cevap ver buna da.
SOLDUYU: Ben tarih boyunca öyle büyük halkların, öyle büyük kitlelerin, öyle büyük insanların yanında yer aldım ki, bunca uzun yaşamım da şunu öğrendim. Biz dizlerimizin üzerinde olduğumuz için onlar bizden büyük görünüyorlar. Biz kaybetmeyi göze aldığımız için onlar galibi oynuyorlar. Bizi bir ton kömüre razı ettikleri için kişiliğimizi satıyoruz. Kişiliğimizi sattığımız için bir ton kömürü alıyoruz. Vücudumuzu ısıtmak için kişiliğimizi soğutuyoruz.
SAĞDUYU: Ama ısınıyor, çünkü Afrika’nın yarısı şükretmediğinden dolayı aç yatıyor, soğukta yatıyor, ölüyor tek iyi bir gün yaşamadan.
SOLDUYU: İşte ben de bundan bahsediyorum. Ne yaptılar bu duruma düşmemek için. Lime lime ettiler ülkelerini ses çıkarmadılar. Paramparça ettiler ülkelerini ses çıkarmadılar. En güzel yerleri, en değerli yerleri ellerinden alındı ses çıkarmadılar. İlk önce ülkeleri gitti sonra kendileri. Her zaman korkaktılar ve bir korkak gibi ölüyorlar. Üzüleceğimize kendimize bakmalıyız. Aynı hataları yaparak doğru yola ulaşamayız. Onlar gibi susmanın iyi mi geleceğini düşünüyorsun sus. Onlar gibi korkakça yaşamak mı istiyorsun yaşa. Ama şunu bil; hayalindeki o köy senin köyün değil, o hayat senin hayatın olmayacak.
SAĞDUYU: Bu düşünceleri savunan kaç kişi var. Bu kışkırtıcılığı kaç kişi yapıyor artık. Bu cafcaflı sözlerin arkasında kaç kişi duruyor. Etrafında sana sakin olmanı söyleyen insanların birikimi ve çokluğunu görmüyor musun? Yazarlar, gazeteciler, profesörler, bakanlar, başbakanlar. Şimdi o solundaki mahlukata sorsak; oportünistler, revizyonistler, liberaller, kırıklar diye başlar saymaya.
HALK: Ne yapacağımı bilemiyorum. Beni ikna etmekten çok kendinizi rahatlatıyorsunuz gibi görünüyorsunuz. Beni anlamak yerine kendi doğrularınızı dayatıyor gibisiniz.
(Sağduyu sağ elini, Solduyu sol elini yana sallayarak aynı anda konuşurlar)
SAĞDUYU – SOLDUYU: A sittir lan…
(Gazeteci uykusundan uyanır şaşkındır yine.)
GAZETECİ: Yine kabus bu ne ya! Bu ne böyle. Ben halk mıyım bu rüyada. Yoksa sağ ve sol kolumuzda bulunan meleklerden biri miyim. Yoksa onlar melek falan değil de sağduyu ve sol duyuyu temsil ediyor. Yoksa sağcılığı ve solculuğumu. Of rüyam bile karmakarışık. Arkadaşım bana liberal dedi ya. Sanırım bu bana çok koydu. Rüyamdaki herkes bana bir laf geçirdi valla. Acaba dostum beni liberal olarak mı algıladı. Of ya bu siyasi mevzular her zaman böyle işte. Düşüncelerini açıkladığında seni hemen bir kavramla buluştururlar. Değişim ya değişim yasamız bizim. Gündemi tartışmak neden bu kadar zor. Neyse bu ne hüsnü kuruntu halleri son zamanda epey hassas oldum. Yarın seçim var ve ben dostuma yetmez ama evet tercihimi söyledim sanırım beni liberalizme kaymakla eleştirecek ilerleyen günlerde. Zaman en iyi ilaç. Sanırım bir beş yıl sonra o da farklı düşünecek. (kendi kendine mırıldanarak) bir kahve içmeli güne güzel başlamalı (bir yandan perdesini ve camını açar dışarı bakar derin bir nefes alıp mutfağa yönelir kahvesini alır ve bilgisayarının başına geçer yazısını yazarken Özgürlük konulu yazısı fondan okunur.)
FON: Adım Özgürlük. Ne kadar yanıltıcıyım değil mi? Bazen zihinleri ne de güzel bulandırabiliyorum. Kimileri için varım, kimileri için yokum. Sanırım tılsım da burada, kimilerinde. O kimileri kim? Onları etnik mi tanımlamalı yoksa sınıfsal mı? Ezen ezilen mi. Proletarya burjuvazi mi. Yoksa dinlere göre mi? Yoksa ulusal kimliklere göre mi? Yoksa cinsiyete göre mi? Yoksa güçlü güçsüze göre mi? Yoksa renge göre mi? Hangimizin tek kimliği var sorarım. Dini de, milliyeti de var, mezhebi de var, cinsiyeti de var. Bunlardan hangisini tek başına ‘her şeyden önce buyum’ diye öne çıkarabilirsiniz. Eğer bunlardan herhangi birini öne çıkarırsanız sadece kendinizi kandırırsınız. Öne çıkarılacak bir kimliğimiz olamaz aslında birini çıkarırsanız diğeriyle aldatırsınız kendinizi. Ama bir özümüz var ne yazık ki o da sınıfsal özümüz. İşte onu öne çıkardığınızda hiçbir kimliğiniz alınmaz, gücenmez. Ne kadar örtbas edilmek istenirse istensin o öz yaşamımızın yirmi dört saatinde var çünkü. İngiliz de olsan, Fransız da olsan, Türk de olsan, Kürt de olsan, Azeri de olsan, Laz da olsan, Afrikalı da olsan, Japon da olsan bu öz değişmez. Ama biz o özü görmemek için daima kaçıyoruz. Çünkü bu özü görmenin bedeli çok ağır. O nedenle kimliklerimize çok kolay sığınıyoruz. Çünkü bu sığınaklar sayesinde en azından şükredebilecek hayatların peşinde sürüklenmek çok rahat geliyor. Ama sürüklenirken her yanımız yara bere içinde kalıyor acıya alışıyoruz bir vakitten sonra. Milli kimlik ve etnik değerler avuntumuz oluyor. Ve beni kendi kalıbınıza çekiyorsunuz. Ama şunu bilin ki ben sizlerin kalıbına girmemek için sadece gelecekte gizliyim. Oysa sizler beni geçmişte arıyorsunuz. O yüzden de bulamıyorsunuz.
(Bu konuşma fondan yapılırken yavaş yavaş sahne kararır.)
(1.PERDE 4.SAHNE)
(Gazeteci pencereden dışarı bakmaktadır. Pencerenin önünden bağırarak bir çocuk geçer)
ÇOCUK: Gazete, gazete. İki yıl sonra. Gazete.
GAZETECİ: Vay be. Nutuk çekmemin üzerinden iki yıl geçti ha.
(Çocuğa gazetenin parasını verir ve gazeteyi alarak pencereyi kapatır. Çocuk sahneden bağırarak çıkar. Gazeteci gazeteyi açarak koltuğa oturur. Biraz okur gibi yaptıktan sonra sinirlenerek ayağa kalkar)
GAZETECİ: Nasıl olur anlamıyorum. Bu nasıl bir gözü dönmüşlük. Bu nasıl bir orantısız şiddet. İnsanlar daha sendika binasından bile çıkmamışken gaz yağmuruna tutuluyor. (kapı çalar, arkadaşı gelmiştir) Hoş geldin, oh iyisin çok şükür.
ARKADAŞ: İyiyim iyiyim merak etme. Biraz cop darbeleri aldım. Tabi en önemlisi gaz, iyi bir gaz yedik. Baya yedik ama. ‘Yaşasın 1 Mayıs’ için değerdi.
GAZETECİ: Kafam inan çok karışık. Kızgınım, öfkeliyim. Birini severken birden dayak yemiş gibiyim. Ne güzel gidiyordu her şey şimdi bu ne!
ARKADAŞ: Valla soru sana, bana değil. Sen cevabını vereceksin. Ben baştan beri samimi bulmadığımı söylemiştim ama sen iki yıldır papağan gibi aynı şeyleri söyledin durdun.
GAZETECİ: Ya kendine çay al, açsan bir şeyler hazırlayalım.
ARKADAŞ: Yok aç değilim, yeterince gaz yedim.
GAZETECİ: (arkadaşının koluna hafifçe vurarak) Kafa bulma benimle.
ARKADAŞ: Tamam tamam aç değilim sahiden. Ama çay alırım.
GAZETECİ: (Mutfağa yönelir iki çay hazırlar. Karşılıklı içerken konuşurlar.) Anlatsana bana yaşadıklarını.
(Fonda müzik vardır. Olayın ruhuna uygun bir müzik olabilir. Arkadaşı Gazeteciye yaşadıklarını hareketleriyle anlatır.)
GAZETECİ: Bundan sonra inan gelişmeleri şüpheyle karşılayacağım. İyi bir eleştiri yazısı hazırlamayı düşünüyorum. İşimden olsam dahi.
(Pencereden yine gazete satan çocuğun sesi gelir)
ÇOCUK: Gazete, gazete. Bir yıl sonra. Gazete.
ARKADAŞ: Zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyorum inan.
GAZETECİ: Bir Mayıs bu yıl için de olaylı olacak diye konuşurken hale bak şimdi de Taksim yasağı kalkıyor. Ne bu şimdi. O zaman geçen sene niye o orantısız şiddet?
ARKADAŞ: Neden soruları bana bakıp kendine soruyorsun.
GAZETECİ: Sıktın ama sende yahu ne güzel tartışırdık seninle artık bakıyorum fikir bile belirtme gereği duymuyorsun.
ARKADAŞ: Ne söylememi istiyorsun ki, yine aynı şeyleri söyleyeceğim. Samimi bulmuyorum, hiçbir zaman da bulmadım.
GAZETECİ: Bence burada farklı bir sıkıntı var acaba kurumlar arası bir sıkıntı mı?
ARKADAŞ: Yok daha neler, oldu olacak hükümetin avukatlığını da yap olsun bitsin. İktidar, gücünün sınırlarını zorluyor. Toplumu sınıyor. Psikolojik işkence gibi bir şey. Teşhir olduğu anda geri adım atıyor. Attığı adımı da kendi lehine kullanmasını biliyor. Emekçi kesimin gözünü boyamak için bir aldatmaca. Zihinleri iyi bulandırıyor.
GAZETECİ: Beni her geçen gün şaşırtan bir iktidar, gündem çok hızlı ve bu durum kafamı karıştırıyor.
ARKADAŞ: Bu hükümetin elinden bir gün gelecek en çok siz çekeceksiniz.
GAZETECİ: Ağzından da bal damlıyor. Ne yorum öyle. Aman uzak olsun. Sanmam o kadar olacağını.
ARKADAŞ: E solcu gazetecilerin bile gözünü boyamış bir parti zekâsı, bükemediğin eli öpeceksin değil mi dostum. Haklısın bu hükümete kuru kuru eleştiri yapmanın bir anlamı yok, en iyisi böyle şaşırtıcı insanı çıldırtan başarıları dile getirip durmalı. Çin işkencesinin etkileri de bu olsun.
GAZETECİ: Ya inan bu 1 Mayıs’a ben de geleceğim. Taksim’e girelim şöyle yan yana geçmişte olduğu gibi. Sevinç gözyaşlarına hasretim.
ARKADAŞ: Neden olmasın. Olmasın da yıllardır Taksim için ödenen bedelleri lütfen göz ardı etmeden. Biliyorum çünkü hükümete övgü için sözler söylenecek bizim camiada da ama ben şimdiden söyleyeyim bunun dillendirilmesinden hoşlanmayacağım.
(Konuşmasına devam ederken büyük bir televizyon ekranı görüntüsünün arkasında bir rapci ve arkasında halk giyimli üç kişinin olduğu bir şarkı başlamıştır. Her ikisinin de gözleri ekrana kayar. Şarkıyı dinlerken yavaş yavaş uyurlar)
Umut var dediler, geldik
Nefes alıyoruz ya biz, umut zaten biziz
Düşünen biziz, düş de biziz
Yolunda gitmeyen ne varsa yerine hep biz geliriz
Geçmişi unutun, gelin bize kızlı erkekli
Yoksa kalır elinizde ebenizin tarağı
(Halk rabcinin arkasında sandalyede oturmaktadır. Sırayla yöresel şiveyle Nakaratı söylerler)
HALK: Götünün kılıyım
Her yer beton oldu, evin içi yapay çiçek doldu
Elektrik, su, doğalgaz evimin direği oldu
Uzadı emekliliğim kısaldı maaşım
Nerde kaldı ebemin tarağı
(Halk rabcinin arkasında sandalyede oturmaktadır. Sırayla yöresel şiveyle nakaratı söylerler.)
HALK: Götünün kılıyım
(Rapci nakarata tempo tutar)
(Pencereden yine gazete satan çocuğun sesi gelir, arkadaşı odada yoktur)
ÇOCUK: Gazete, gazete. İki yıl sonra. Gazete.
GAZETECİ: Uyuyakalmışım.
(Gazete alır pencereden, gazeteye bakarak)
GAZETECİ: Bir daha uyumayacağım. Ne kadar çabuk geçiyor zaman.
(Gazeteyi eline alarak okumaya başlar. Okurken masaya oturur)
GAZETECİ: Kürtaj yasak. Üç çocuk serbest. Alkol yasak. Kefir serbest. Doğum kontrol hapı yasak. 4 kadınla imam nikahı kıydırmak serbest. Filmlerde içki sahneleri yasak. Mitinglerden insanlara küfretmek serbest.
(Bunları söylerken masanın üzerinden içki şişesinden bardağına içki doldurur aldığı gazeteyle konuşur)
GAZETECİ: Ve ben işsizim birçok meslektaşım gibi. Oysa ben bir zamanlar neler diyordum neler yazıyordum sana öyle. İjelim. Sen de ister misin hava kararmadan aldığım içkimden bir yudum. Yeterince var, bugün güzellejelim yahu ha haaa haaa. İşsizim güçsüzüm benden alası mı olur olmaz dimi hak ettim o patron buraya gelecek. Gazete cümbür cemaat buraya gelecek. Oooooo gelirlerse iyice saçmaladım amaaannnn. Bu gün saçmalama günüm her şey serbest ne kadar yasak o kadar her şey serbest. Ne demiş İngiliz atasözü yasaklar tatlıdır. Belki ülke daha tatlı olsun diye yasaklıyorlar her şeyi biz de çok art niyetliyiz canım.
(Kapı çalar gelen arkadaşıdır)
ARKADAŞ: Ne oldu sana böyle. Gezi de çadırlar kurulmuş.
GAZETECİ: Ne çadırı ne Gezi’si tatile mi çıkıyoruz yoksa.
ARKADAŞ: Yahu saçmalama of bu böyle olmayacak sana bir kahve yapmalı
(Mutfağa geçer hazırlarken gazeteci konuşmaya devam eder)
GAZETECİ: Dostum yaşamımızın dibine kadar müdahale ediyorlar. Götüme kadar geldiler. Bu nasıl bir baskıdır. Nereye gideceğimize, nerede eğleneceğimize, nasıl eğleneceğimize, ne giyeceğimize, nasıl konuşacağımıza, nasıl yazacağımıza, ne okuyacağımıza, ne dinleyeceğimize, ne izleyeceğimize her şeye karışır oldular. Farklı olmamıza dayanamıyorlar. Karşı çıkan herkesi dinlemeden, anlamadan yargılıyorlar. Ya bizdensin ya değilsin diyorlar. Renkleri sevmiyorlar. Hayatı sevmiyorlar. Hayatımızı sevmiyorlar. Bu dünyayı sevmiyorlar. Zaten dayanılmaz olan bir sistem keyfi baskılarla daha da dayanılmaz hale geldi. Boğuluyorummmm. Nasıl inandım nasıl kandım ben. Meğer her şey bir aldatmacaymış.
ARKADAŞ: (Kahveyi uzatır) Umudunu kaybetme. Umutsuzluk bizim en büyük düşmanımız kendine gel. (Elini kendi kalbine koyar) Bak umut burada tam da burada. Asla gitmedi.
(2.PERDE 1.SAHNE)
(Sahnede Pazar kuruludur. Bir baştan başlayarak diğer tarafa kadar tezgahlarla çevrilidir. Satıcılar yerlerini alırlar. 1. Sahnedeki satıcılar; Genç, CEO, Sendikacı, Sanatçıdır. Yaşlı teyze elinde bastonu ile pazarı gezer. Alışveriş yapmaktadır. Tek tek tezgahları gezer. Tezgahta genç vardır. Çadır satmaktadır.)
YAŞLI TEYZE: Ne satıyorsun bakim oğlum?
GENÇ: Çadır satıyorum teyze.
YAŞLI TEYZE: Evladım ne yapayım ben çadırı!
GENÇ: Öyle deme teyze bunlar peynir ekmek gibi satılıyor.
YAŞLI TEYZE: Niyeymiş bakim?
GENÇ: Oooo sizin haberiniz yok mu?
YAŞLI TEYZE: Çatlatma beni burada bak yersin kafana! (Bastonla gencin başına vurur)
GENÇ: (Gülerek) Tamam tamam teyze çatlatmam. Bu aralar yeni moda var. Ağaçlar sökülüp parkların yerine AVM yapılıyor. Kışla yapılıyor. Sök – Yap – Gazla. Yani ekonomimiz çok canlı. Eeee gençlerde nerde ağaç sökülüyorsa çadırları alıp oraya koşuyor nöbete.
YAŞLI TEYZE: 3. Dünya harbimi ne nöbeti oğlum?
GENÇ: Yok harp değil ama ona benzer bir şeylerde diyebiliriz. Neticede gazlar falan derken e tabi dünya ayağa kalkıyor. Hatta bazı ülkeler bizden etkilenip harekete geçiyor, selam bile gönderiyorlar.
YAŞLI TEYZE: Bak sen. E o zaman şu yeşil çadırı ayır bana dönüşte alacağım.
GENÇ: Elbette. Yalnız teyze bunu alırsan yan tezgahtan mutlaka baret, gaz maskesi de al. Bazen çadırları gece uykuda basıp söküyorlar. Gaza gelmeyesin.
YAŞLI TEYZE: (Yaşlı teyze elini ağzına kapatarak) Amanınnn! Hele bi gelsinler gelecekleri varsa görecekleri de var oğlum. (Bastonunu sallayarak) Biz ne harpler gördük.
(Yan tezgaha geçer. Tezgahta baret maske ve sırt çantası satılmaktadır. Tezgahta takım elbiseli Ceo vardır.)
YAŞLI TEYZE: Sen ne satıyorsun bakim yakışıklı. Patron gibi duruyorsun orada.
CEO: Hayır CEO’yum. Ben değerlerimi, gelecek kaygılarımı satıyorum. Belki yakın zamanda yaşacağım işsizliğimi. Kaybedeceklerimi satıyorum. Statümü, kariyerimi belki de kendimi…
YAŞLI TEYZE: Aman sen baya bişey satıyormuşsun. Bari ucuza mı Teo?
CEO: Artık ne önemi var. Gündüz işte gece baretli, gaz maskeli sokaklarda. (Haykırarak) Bir şeyler yapmalı! Bu arada Teo değil Ceo.
YAŞLI TEYZE: Gaza getirme bak vururum sana (bastonuyla kafasına vurarak) Ver bakim bir baret de bana.
CEO: Hangi renk olsun teyze?
YAŞLI TEYZE: Oğlum gaz yiyecem bu yaşımdan sonra renginin ne önemi var.
CEO: Yok hani yan tezgâhta arkadaşa yeşil çadır falan demiştiniz de ondan.
YAŞLI TEYZE: İşin rengi değişiyor oğlum.
(Yeşil bareti takar gaz maskesini boynuna geçirir. Yan tezgaha geçer. Yan tezgahta limon ve su satılır. Tezgahta Sendikacı vardır.)
SENDİKACI: Gel vatandaş geelllll! Greve direnişe!
YAŞLI TEYZE: Vatandaş geldi de sen niye böyle sarı limon satıyorsun? Sarı sendika mısın sen? Yoksa bu limonlar seni görünce mi sararıyor?
SENDİKACI: Yok teyzem ne sarı sendikası sarı sendika diğer pazarın sonunda. Biz sol değerler için çabalıyoruz.
YAŞLI TEYZE: Başarabiliyor musunuz peki! Bizim zamanımızda bir sendika vardı Pir’di. Nerde o zaman ki sendikacılık. Sizin ki pek cılız. Biz ki ne haklar kazanmıştık. Hey ne günlerdi o günler. Bizim zamanımız olsaydı bak nasıl yer yerinden oynardı. Sizin işiniz gücünüz basın açıklaması yok bir günlük destek grevi. Yok, bilmem ne. Sarı çizmeli Mehmet ağa.
SENDİKACI: Aman teyze vur dedik öldürdün. Tamam, haklısın da ne yapalım elimizden bu kadarı anca geliyor. Önümüzde ne engeller var bir bilsen.
YAŞLI TEYZE: Onu bunu bilmem ben biz engel tanımadık. Korku duvarlarını yıkın artık. Bak emekli maaşımız ile geçinemiyoruz diyorduk bizden sonrakileri mezarda emekli yapıyorlar. Ver sen şuradan bir tane limon.
SENDİKACI: Bir limon mu güldürme beni teyze! Vatandaş 1 kilo alıyor.
YAŞLI TEYZE: Ayol sinirimi zıplatma şimdi benim. Aşırı sendikacısın sen aşırı. 1 kilo limon mu alınır.
SENDİKACI: Güzel teyzem canım teyzem bak insanlar gençlere evlerini açıyor pencerelerinden limonlar atıyor Pet şişeler atıyor. Gün dayanışma günü.
YAŞLI TEYZE: Açarım bende ne varmış onda. (bastonuyla kafasına vurarak) Tamam, bana da ayır 1 kilo limon.
(Yan tezgaha geçer. Tezgahta resimlerin fotoğrafların olduğu tezgah vardır. Başında entelektüel kıyafetli sanatçı vardır.)
YAŞLI TEYZE: Sen ne satıyorsun evladım.
SANATÇI: Korkularımı, yasakları, sansürü.
YAŞLI TEYZE: Başka
SANATÇI: Tiyatrolarımı kapatılan sinemalarımı kültür binalarımı.
YAŞLI TEYZE: Başka
SANATÇI: Öldürülmek istenen yaratıcılığımı.
YAŞLI TEYZE: Başka
SANATÇI: Kültürü ,ışığı ,etiği, eşiği, tehditleri satıyorum.
YAŞLI TEYZE: Bİ satmadığın donun kalmış oğlum.
SANATÇI: Onu da satmamak için direniyoruz.
YAŞLI TEYZE: Dur dur tehdit mi dedin ne tehditi?
SANATÇI: Hedef gösteriliyorum.
YAŞLI TEYZE: Ben o hedefe onikiden bi vurursam. Zıplatmasınlar beni. Cingarı basarım haaaaa! Tehditmiş. Önce tehdit et vur öldür ondan sonra baş tacı et. Yok, öyle artık!
SANATÇI: O güzel ellerinden öperim canım teyzem ama aydın olmak, sanatçı olmak hala zor.
YAŞLI TEYZE: Ama yılmak yok!
SANATÇI: Korkmak yok!
YAŞLI TEYZE: Korkan kim.
(Sanatçıyı bırakıp yan tezgaha geçer. Yan tezgahta Penguen kostümlü spiker vardır. Tezgahta penguen resimleri tişörtleri satılır)
YAŞLI TEYZE: Amanın buzullar eridi mi sonunda? Senin ne işin var bu sıcak memlekette hihhiihihiiii sen ne satıyorsun bakim? Kostümün de pek şirin.
PENGUEN: Gazı yiye yiye haber yap çek ondan sonra ekranda penguen olarak gösterilince ben de artık bu kostümü giydim teyze. Ne satabilirim ki yaptığım ama yayınlayamadığım haberlerimi mi sayayım. Mesleksizliğimi mi?
YAŞLI TEYZE: Mesinetsizlik mi?
PENGUEN: Mesleksizlik demiştim ama o da olur evet onu da satıyorum.
YAŞLI TEYZE: Vah vah e biz kime inanacağız kime güveneceğiz. Yalan yanlış haberlere mi?
PENGUEN: Gençler işin çözümünü bulmuş teyze. Sosyal medyada kendi haberlerini yapıyorlar. Paylaşıyorlar. Haberleşiyorlar. Örgütleniyorlar.
YAŞLI TEYZE: (Elini ağzına götürür) Örgüt mü?
PENGUEN: Yani yok öyle değil. Örgütsüzlüğün örgütlülüğü. Yani tabi örgütsüzler ama ortak bir tepkileri varsa bir araya gelip ses veriyorlar. Yani örgütlüler bir anlamda. Mesele örgütlü olduğunu düşündüğün bir anda örgütsüz olduklarını bilmen, örgütsüz gibi göründükleri bir anda da örgütlü olduklarından korkman.
YAŞLI TEYZE: İyisin di mi oğlum? Su akar yolunu bulur. Nehir de olur deniz de olur. Dalgadan fırtınada olur. Siz karartın onlar aydınlatır.
PENGUEN: Yok teyze bunlar sizi aşar gibime geliyor. Korku tanımıyorlar, korku duvarlarını ilk onlar aştı.
YAŞLI TEYZE: (tişörtleri karıştırır) Abartma. Bak bu güzelmiş
(Penguen tişörtü yukarı kaldırır açarak gösterir. Tişörtte ‘Satılık Medya’ yazmaktadır.)
YAŞLI TEYZE: Alıyorum. Kaç para oğlum?
PENGUEN: Bir tek bu bedava teyze zaten satılmış o.
YAŞLI TEYZE: Ay ne çok şey aldım. Nasıl taşıyacağım ben bunları?
(Bir süredir yan tarafta gözlüklü ve takım elbiseli duran bir çocuk üzerindekileri parçalayarak Beşiktaş formasıyla teyzenin yanına koşar)
YAŞLI TEYZE: Yahu sen nerden çıktın?
ÇARŞI: Ben buradaydım zaten teyze. Sen sadece yardım istemiştim.
YAŞLI TEYZE: Yardım edecek birileri olacağını bilseydim çağırmaz mıydım oğlum. Ama bunlar çok ağır. Hepsini taşıyamazsın sende.
ÇARŞI: (Uzun boyludur.)Hallederim teyze. ( Islık çalar, yanlarına çeşitli formalarıyla birkaç genç gelir. Sarı Lacivertli orta boyla arkadaşı ile sarı kırmızı formalı kısa boylu arkadaşıdır gelenler. Teyzenin elindekileri alıp sahneden çıkarlar. )
2. PERDE 2. SAHNE
(Sahneye bu sefer yaşlı bir amca gelir pazara. Pazara girmesiyle birlikte elinde kumandalarla takım elbiseli bir adam önünde durur. Adam bir siyasetçidir ama sesi çıkmıyordur. Seyircilere doğru seslenir ama ses yoktur)
YAŞLI AMCA: Sen ne satıyorsun evladım?
SİYASETÇİ: Ne istersiniz? (Adam bir şeyler anlatmaya çalışır ama sesi çok az çıkar, kimse bir şey anlamaz)
YAŞLI AMCA: (Elindeki kumandalardan birini alır ve adama doğru tutarak sesini açar) Anlamadım?
SİYASETÇİ: Ne istersiniz?
YAŞLI AMCA: Ben ne isteyeyim oğlum. Asıl senin ne sattığın önemli.
SİYASETÇİ: Benim işim bu. Siz isteyin ki ben de satayım.
YAŞLI AMCA: Param o kadar az ki seni sattıklarını alacak olursam pazardan istediklerimi alamam.
(Siyasetçinin sesini kısar, siyasetçi de elindeki kumandalarla sessiz sessiz bağırarak sahneden çıkar. Sahneye eşcinsel girer sepetle)
EŞCİNSEL: Boyalarım var ayollll
YAŞLI AMCA: Ne güzel şeyler bunlar, rengarenk, içim açıldı.
EŞCİNSEL: İster kaldırım boya ister merdiven. İster yüzünü haaaa haaaaaa
YAŞLI AMCA: Boyadan başka ne var?
EŞCİNSEL: Fırça ayolll pek bi şirin amcasın.
YAŞLI AMCA: (Bastonu kafasına vurur) Bana bak ben de bilirim fırçayı ama benim bildiğim başka fırça şimdi çekersem bozulursun.
EŞCİNSEL: Ay tamam tamam. Pankartlarım var. Duvar yazılarım var.
YAŞLI AMCA: Göster bakim onları.
EŞCİNSEL: Tazzik Gazdoğan.
YAŞLI AMCA: Aaa bu süpermiş.
EŞCİNSEL: Yeter artık ya polis çağıracam!
YAŞLI AMCA: Kız oldu mu şimdi! Hem slogan sat sonra polis çağır.
EŞCİNSEL: Hayır yanlış anladın amca, sloganın kendisi öyle. Hiç çağırır mıyım ayolll!
YAŞLI AMCA: Sendeki sloganlar pek bir eğlenceli başka başka.
EŞCİNSEL: Biberi bal eyledik meydanları dar eyledik.
YAŞLI AMCA: E bu gerçekten güzelmiş. Alıyorum kaç para?
EŞCİNSEL: 10 LİRA
YAŞLI AMCA: İndir indir. (bastonuyla kafasına vurarak)
EŞCİNSEL: 8 LİRA olsun anammm!
YAŞLI AMCA: İndir indir. (bastonuyla kafasına vurarak)
EŞCİNSEL: 6 LİRA ama kurtarmaz tonton amcam bu son fiyat.
YAŞLI AMCA: 1 Lira bozuk yok al sana 5 Lira.
EŞCİNSEL: Bİ slogan da sen söyle tamam kabul.
YAŞLI AMCA: BU GAZ Bİ HARİKA DOSTUM
EŞCİNSEL: Bence de. (parasını alır) Bunu da hemen yazıyorum.
(Yaşlı amca tezgahın birine doğru ilerlerken gözleri görmeyen başörtülü bir kadın elinde sopasını sağa sola sollarken bir yandan da bağırır)
KADIN: Hüloogggg, hüloooogg
YAŞLI AMCA: Kızım iyimisin?
KADIN: Hüloogggg
(Tezgahların arkasındaki insanlardan biri konuşur)
TEZGAHTAR: Amca pazarın delisi o.
YAŞLI AMCA: Çocuğum gözleri görmüyor. Baksana başörtülü de. Dini imanı da yerinde. Böyle deli mi olur?
TEZGAHTAR: Her örtü insanı imanlı yapmaz, her kör de akıllı olmaz amca. Bu hayatta beyni olmayan her türlü insan gördüm.
YAŞLI AMCA: Haklısın oğlum. Ben alışverişe devam edeyim en iyisi.
(Kadının yanına kırmızılı bir kadın gelir. Kadının elinden tutar ve sahneden çıkarır. Yan tezgaha geçer. Yan tezgahta satır bıçak satan genç vardır.)
YAŞLI AMCA: Oğlum bunlar ne böyle kurban bayramına daha çok var.
GENÇ: Ne kurbanı amca! Bu direnişçiler var ya bu direnişçiler korksun. Hepsi terörist bunların. İşleri güçleri ülkeyi karıştırmak. Nankör bunlar bu yönetime bu istikrara yapılır mı? Otursunlar sussunlar ses çıkarmasınlar sabretsinler.
YAŞLI AMCA: Oğlum sen hangi çağda yaşıyorsun? İnsanlar beğenmediklerini söyleyebilir. Beğenmediklerini protesto eder. Şiddete ne gerek. Senin demokrasi nedir hukuk nedir haberin yok mu?
GENÇ: Amca ağır ol. Yoksa sen de bunları mı tutuyorsun. Ülkemizi çapulculara yar etmeyiz.
YAŞLI AMCA: (Bastonuyla kafasına vururak) Sen ağır ol sen. Terbiyesiz bu ülkenin hukuku bitti yasaları çöktü sen mi soyundun hâkimliğe. Suçlu varsa adalet yapsın gerekeni senin satırınla bıçağınla mı sağlanacak adalet. Haddini bil. Bu ülke hepimizin. Onlar da bu ülkenin evladı. Sen cehaletini doğra önce öyle gel amcanın karşısına. Acizlik yaptığın acizlik. Yürekli ol biraz.
GENÇ: Çattık ya yaşın başın olmayaydı ben yapacağımı bilirdim.
YAŞLI AMCA: Bak hala konuşuyor. Yıkıl karşımdan. (Bastonuyla yine vurur kafasına) Senden bir şey alınmaz.
(Yorulduğunu belli ederek sahnenin diğer tarafında bulunan sandalyeye oturur. Sandalyenin yanında birkaç kişi kendi arasında tartışmaktadır. Kulak misafiri olur)
İŞÇİ KADIN: Neden biz bu pazara tezgah açmıyoruz?
İŞÇİ ERKEK: Biz işçiyiz pazarcı değiliz.
İŞÇİ KADIN: Baksana şuraya. Herkes burada. Herkes eksik olan şeylerini buradan alıyor. Fazlalıklarını burada satıyor. İnsanlardan bir sürü şey öğrenip hem kendimizi geliştirebiliriz hem de emekçiliğin bize kattığı şeyleri insanlara göstererek geleceğimizi paylaşabiliriz.
İŞÇİ ERKEK: Neyin var peki pazarda satacak?
İŞÇİ KADIN: Hiçbir şeyimiz yokken 20 yıldır emeğimizi satıyoruz ya. Bu emek değil mi bu çarkı döndüren. Bu çarkı döndürürken, dönen bir pazarın bir parçası neden olmayalım ki.
İŞÇİ ERKEK: Bize düşen kırıntılarımızı satalım o zaman.
İŞÇİ KADIN: Kırıntılarımızla kimse ilgilenmez. Ama gelecek güvensizliğimizi, sosyal adaletsizliği satabiliriz.
İŞÇİ ERKEK: Kırıntılarımızla neden başkaları ilgilenmesin ki?
İŞÇİ KADIN: Paçavra gözüyle bakarlar. Daha ilgi çekici bir şeyler satmalıyız.
İŞÇİ ERKEK: Sen çözülmesi çok zor sorunları satarsan insanlar kaçar.
İŞÇİ KADIN: Bence yanlış düşünüyorsun, bu çarkın içinde madem bir şeyler satacağız o da elbette büyük sorunlarımız olmalı. Emeklilik hakkımızın gasbı herkesin sorunu. Geçinilmesi imkansız olan asgari ücret herkesin sorunu.
İŞÇİ ERKEK: O zaman insanlar neden bizim sorunlarımız için bir pazar kurmadı bugüne kadar. Bence albeniye bakıyorlar ama bu albeni bizim sorunlarımız olamaz. Kırıntılarımızı satmaya çalışıp çıkalım bu pazardan ama bence buraya gelmemiz baştan hata.
İŞÇİ KADIN: (Bir yandan tezgaha ürünleri ‘ekmek kırıntıları, kömür, odun parçaları, yırtık pantolon’ çıkartır.) Bu pazara daha önce de geldim. Ve sana son kez söylüyorum. Bu pazarda karamsarlığa, korkuya yer yok. Burada herkes bir şeyler satabilir.
(Yaşlı amca söze girer.)
YAŞLI AMCA: Sizin işiniz baya zormuş çocuklar.
İŞÇİ ERKEK: Sabahtan beri bunu anlatmaya çalışıyorum ama anlamıyor amca.
YAŞLI AMCA: İşi sen zorlaştırıyorsun ki. Bıraksan hanım kızıma kolay olacak ama inadın inat.
İŞÇİ ERKEK: Amca yaptığın oldu mu şimdi?
YAŞLI AMCA: (yerinden kalkar bastonuyla işçi erkeğin başına vurur) Ne mızmızsın sen öyle. Hiç sevmem mızmızlanan adamı.
İŞÇİ KADIN: Aldın mı ağzının payını susta biraz yardım et. Son koliyi de sen yerleştir tezgaha.
YAŞLI AMCA: Bu pazarda en çok ilgi çekecek sloganlar sizinki bi kere. Çünkü en çok tecrübe sizde. Ablalık ağabeylik yapacakken şu yaşadığınız tartışmaya yazık. Pazar pazar olurdu şimdi ama nerdeeee siz de bu tutukluk oldukça daha çok pazar kaçırırsınız.
İŞÇİ KADIN: Helal amca diline sağlık!
YAŞLI AMCA: İlk müşteriniz ben olacağım ve birazdan kalabalığınız başlar bu meymenetsiz bağırmasın ama sen bağır kızım. Yoksa asıl o zaman insanlar kaçar.
İŞÇİ KADIN: Sen merak etme amcam. Bak amca bu Herkese İş şapkası bu da Herkese Eğitim bu da Herkese Sağlık!
YAŞLI AMCA: Bunlar güzelmiş de kızım emeklilerle ilgili yok mu?
İŞÇİ KADIN: Hükümet Sabrımızı Taşırma! (tezgahı karıştırır) Amcam bak bunu çok seversin.
Mezarda Emekliliğe Hayır! Aaaa bak bir de bu var. Size Gemi Emeklilere Kuşyemi!
YAŞLI AMCA: Bak bu iyiymiş. Bu şapkayı alıyorum. Kaç para?
İŞÇİ ERKEK: 20 Lira amca.
YAŞLI AMCA: (Sinirlenir bastonuyla kafasına birkaç kere vurur) Seni hanzo seni ne oldu şimdi hani tutmazdı bu tezgah. Kızım kaç para bu?
İŞÇİ KADIN: Amcam sen dersen o. Beni bunun çenesinden kurtardın ya o bana yeter.
YAŞLI AMCA: Kızım 10 Liram var. Daha pazarı bitirmedim. Fazla da param kalmadı.
İŞÇİ KADIN: Ne demek amcam. Buyur. (Şapkayı uzatır Yaşlı Amca takar ve sahneden çıkar. Yaşlı Teyze Sahneye gelir. Tezgaha yanaşır.)
YAŞLI TEYZE: Sen ne satıyorsun bacım?
İŞÇİ KADIN: Paramı, canımı, kanımı, tasımı, tarağımı…
YAŞLI TEYZE: Biraz daha sayarsan bayılıcam. Burada kalpten giderim kızım elinde kalırım. Yeter!
İŞÇİ KADIN: Olmaz sordun sayacağım. En çok alışverişi benden yapacaksın bak.
YAŞLI TEYZE: Başka şapka göster.
İŞÇİ KADIN: Kahrolsun ücretli kölelik!
YAŞLI TEYZE: Köle möle alıştık yavrum.
İŞÇİ KADIN: Hükümet istifa!
YAŞLI TEYZE: Hükümet istifa kaç para?
İŞÇİ KADIN: O çok pahalı!
YAŞLI TEYZE: O niye ki bacım.
İŞÇİ KADIN: Hükümeti en çok o sinirlendirdi.
YAŞLI TEYZE: Sinirlenecekse senin ilk başta saydığına sinirlenir. En ucuzu bu olması lazım.
İŞÇİ KADIN: Valla teyzem daha bunca yıllık işçiyim daha hükümetin neye kızıp neye kızmadığını çözemedim. Bazen seviyor diyecekken bir bakıyorum dövüyor. Valla psikoloji kalmadı.
YAŞLI TEYZE: Kızım deli etme iki dakikada sen benim psikolojimi bozdun bak yersin kafana bastonu.
İŞÇİ ERKEK: Dedim dimi sana ben!
İŞÇİ KADIN: Sus sen sus! Vur vur teyze inlesin hükümet bizi dinlesin.
YAŞLI TEYZE: Hakkatten dinliyor mu bizi?
İŞÇİ ERKEK: Dinliyordur valla!
İŞÇİ KADIN: Dinlesin daha iyi.
YAŞLI TEYZE: Yok dinlemesin ya bu yaştan sonra benim romatizmalarımın azdığını başımın ağrıdığını bilip de ne yapacak sabah akşam onu bunu arayıp telefonda ağrılarımı konuşuyorum. Hastalık hastası olurlar maazallah.
İŞÇİ KADIN: Alemsin teyzem. Sen şimdi hükümet istifa diyorsun dimi
YAŞLI TEYZE: Ne istifası canım banane ben buraya alışverişe geldim e siz satıyorsunuz ben de alıyorum. Başıma iş açacak bu kadın benim. Sen şu şapkayı ver de başıma güneş geçmesin. Bir zamanlar ben de işçiydim.
İŞÇİ KADIN: İşçiler kardeştir patronlar kalleştir teyzemmmm.
YAŞLI TEYZE: Zamanında az mı bağırdım meydanlarda. (Yan tezgaha geçer. Yan tezgahta patron vardır. Tezgahında birkaç slogan vardır.)
PATRON: Demek kalleşim ben.
YAŞLI TEYZE: Şahsına değil oğlum. Sisteme münhasır bir şey o.
PATRON: Sonuçta ben de o sistemin önemli bir parçasıyım. Şeyy parçasıydım yani sanırım artık o günleri mumla arayacağım.
YAŞLI TEYZE: Mumla mı ararsın gaz lambasıyla mı fenerle mi bilmem oğlum. Sen ne satıyorsun bakim?
PATRON: Halk pazarında en ucuz kalleşliğim olur diye düşündüm.
YAŞLI TEYZE: Unut onu oğlum. Biz işçilerin arasında takılma sen.
PATRON: Bak teyze ben ne sağcıyım ne solcuyum tamam mı ben de çapulcuyum. Onun için buradayım.
YAŞLI TEYZE: Hükümet en çok size kızacak demedi deme.
PATRON: Onlar da bize kalleş diyecek. Gelen diyor giden diyor.
YAŞLI TEYZE: Kalleş demez de.
PATRON: Faiz lobisi dedi ne fark eder.
YAŞLI TEYZE: Desin oğlum sen kendini bilmiyor musun?
PATRON: Gayet iyi biliyorum. I’m capuling
YAŞLI TEYZE: O ne ki?
PATRON: Ben çapulcuyum demek.
YAŞLI TEYZE: Başka neler var sende?
PATRON: İptal edilen ihalelerim, zorlaştırılan girişimlerim, borçlarım, artı değerim, kotalarım, vergilerim, üzerimizde sıklaştırılan denetimler var da var.
YAŞLI TEYZE: Markaların da vardır senin. En çok şu artı değeri almak isterdim ah ah yıllarca sömürdünüz beni. Ama gücüm yetmez işte almaya. Neyse sen ver bana şuradan bir ben çapulcuyum atkısı. Çok pahalı ise almam bak.
PATRON: Birinci kalite marka alıyorsun teyze. Yıllarca tak bir şey olmaz.
YAŞLI TEYZE: Şurada kalmış kaç yıl ömrüm evladım kafa bulma benimle. (sopasını kaldırır)
PATRON: Aman vurma teyze tamam tamam 20 liraydı ama sana 15 tl.
YAŞLI TEYZE: Bu ülkede çapulcu olmak ne büyük bedel sen benden daha iyi bilirsin. Bir de üstüne bu kadar para mı verilir?
PATRON: E kazanmayalım mı teyze bizde.
YAŞLI TEYZE: İn in daha in
PATRON: Tamam teyze borsa gibi birden iniyorum son fiyat. 7 Lira.
YAŞLI TEYZE: 2 Lira bozuğum yok al sana 5 Lira ( yan tezgaha geçerken kendi kendine mırıldanır) Bir işçinin patronla imtihanı.
(Ortaya doğru gelir. Arkasını sahneye döner ve seslenir)
YAŞLI TEYZE: Sen ne satıyorsun çocuğum?
(Sırayla insanlar sahneye girer. Kimilerinin üzerinde yapmış olduğu işi gösteren elbise vardır)
TIP ÖĞRENCİSİ: (Beyaz önlüğü, ellerinde kitapları ile sahneye gelir.) Ne satmıyorum ki yalanları, hileleri, acıları, yaraları, kaybedilen gözleri, geçirilen kafa travmalarını, onurlu duruşumu yargılayan adaleti, iftiraları.
AVUKAT: (Avukat cübbesi ile gelir elinde savunmaları vardır) Gel vatandaş gelll. Binlerce gözaltı. Yüzlerce tutuklama kararı. Savunmalarımı satıyorum. Kendi meslektaşlarımın savunmaları da geldi. Aradığın bütün savunmalar burada. Soru mu aradın burada. Cevap mı bekledin. Bekleme. Gel vatandaş cevapsız sorular burada. Neye göre suç? Neye göre adalet? Neye göre hukuk?Aldığın bütün sorular hukuk terazisinde tartılır. Yönetenin terazisi bu aldıklarını hep aşağı tartar. En son ben tartıldım. Tartıl tartılabildiğin kadar. Bundan ucuzunu bulamazsın.
MİMAR: (Elinde cetvel ve çizimlerle sahneye gelir) Betonlaşmaya karşı ağaçları, doğayı, tüm canlıları korumak için sesimi satıyorum. Mesleki onurum için haykırışlarımı satıyorum.
ÇOCUK: Geleceğimi satıyorum. Biber gazından güneşli gelecek!
GENÇ: Gelecek kaygılarımı satıyorum. Boğulmak istenen özgürlüğümü satıyorum.
İŞSİZ: Sigortasız sendikasız iş ilanlarını satıyorum. Milyonlarca işsizin arasında kaçıncı olduğum bile belli olmayan sıramı satıyorum.
KIRMIZILI KADIN: Masumiyeti satıyorum kiminize göre romantizmi kiminize göre aşkı. Ama ben bunun için burada değilim. Direngenliğe bakın. Kararlılığa bakın. Hak arama bilincine bakın. Onurlu duruşa bakın.
SİYAHLI KADIN: I Love You Turkey!
FON: Dikkat dikkat! Pazarı boşaltın! Uyarıyoruz. Pazarı boşaltın. Müdahale olmayacak. Zor kullanılmayacak. Pazarda temizlik yapılacaktır. Dikkat Dikkat pazarı boşaltın.
(Herkes şaşkınlık içinde baka kalır. Sahneye Korku ellerini ovuşturarak gelir. Korkunun üzerinde siyah kostüm vardır. Kostümün üzerinde beyaz renkte baş iskeletinin üzerine çarpı atılmış resim vardır. Resmin altında ‘KORKU’ yazar. Korku oldukça kiloludur. Yaşlı teyze gaz maskesini takar. Sahne kararır. Müdahale olur. Bağırışlar haykırışlar gaz fişeklerinin sesleri arasında Pazardaki her şey dağıtılır parçalanır. Sahne aydınlanır. Pazarda her şey paramparça olmuştur. İnsanlar hareketsiz yerde yatar kan içindedirler. Yaşlı teyze ve amca üzerleri parçalanmış bir halde bir bankın üzerine oturur. Pazar yavaş yavaş insanlardan arındırılır. Belediye ortalığı temizlemeye başlar. Yaşlı amca ve teyze konuşmaya başlar )
YAŞLI AMCA: Bir pazardı altı üstü ne istediler pazarımızdan?
YAŞLI TEYZE: Kimseye bir zararı yoktu.
YAŞLI AMCA: Üstelik insanlar bu pazara gelip gitmeyi çok seviyordu. Bir sürü anısı var.
YAŞLI TEYZE: Torunlarımıza kalsın istedik. Torunlarımızın çocuklarına.
YAŞLI AMCA: Korku, pazarımızdan korktu.
YAŞLI TEYZE: Korku da ne heybetli görünüyordu.
YAŞLI AMCA: Sönüverdi.
YAŞLI TEYZE: Gençler nasıl da sahip çıktı pazarımıza.
YAŞLI AMCA: Canları pahasına.
YAŞLI TEYZE: Demek onlar da bu pazarı çok seviyormuş.
YAŞLI AMCA: Demek ki. (Bir süre susar) Onlara kötü bir miras bırakıyorduk az daha.
YAŞLI TEYZE: Neyi?
YAŞLI AMCA: Korkuyu.
YAŞLI TEYZE: (Sahneye siyah kostümüyle bu kez oldukça zayıflamış olarak Korku gelir. Yaşlı teyze Korkuyu işaret eder. Korku sahnenin diğer köşesinden başı öne eğik yalpalayarak çıkar.) Neyse ki artık yok. Baksana ne hale gelmiş.
YAŞLI AMCA: Bu yaptıklarının vebali büyük oldu tabi. O kendini beslemek için yine uğraşacaktır varsın uğraşsın. Gözlerim açık gitmez artık. Çünkü korku değil cesaret miras olacak.
YAŞLI TEYZE: Bu, gençlerin eseri.
YAŞLI AMCA: Haklısın. Peki, şimdi ne yapacağız?
YAŞLI TEYZE: Pazarımızın kurulması için mücadele edeceğiz.
YAŞLI AMCA: Her şey yeni başlıyor desene. (El ele tutuşurlar. Yaşlı teyze başını Yaşlı amcanın omzuna yaslar.)
YAŞLI TEYZE: Korku gitti ya! Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmaz.
(3.PERDE SON SAHNE)
FON: 25 Yıl sonra.
(Gezi Parkı’nda birçok ağaç vardır. Kuş sesleri, çocuk sesleri fondan verilir. İki bank vardır sahnede. Bankın birinde yaşlı çift diğerinde sevgiler el ele sohbet ederler. Sahneye baba ile oğul gelir. Baba çocuğunun elinden tutmaktadır. Ona park için, ağaçlar için nasıl direndiklerini anlatır.)
BABA: Bak yavrum. Bu parkta bir zamanlar ağaçlar söküldü. Ve bizler parkımız için, ağaçlar için gecelerce nöbet tuttuk. İzin vermedik yok olmasına. Özgürlüğümüz için haykırdık sokaklarda. Ve sonunda kazandık. Burada gördüğün ağaçlar o gün verdiğimiz sesin sonucu. Mücadele ettik ve kazandık. Ve sizlerde bunlara sahip çıkacaksınız. Ağaçlara kuşlara doğaya insana emeğe özgürlüğe…
(Çocuk seyirci ile koltuklar arasındaki boşluğu gösterir)
ÇOCUK: Baba buradaki ağaçlar niye küçücük. Onlar hiç büyümeyecek mi?
BABA: (Baba sahnede seyirci ile koltuklar arasındaki boşluğu göstererek) Buradaki büyük ağaçlar o zaman kesildi oğlum. O kadar büyük ses verdik ki. Buraya fidanlar diktiler sonra. Buradaki küçük ağaçlarda büyüyecek ama… (Boğazı düğümlenir.) Kaybettiğimiz arkadaşlarımız bu ağaçlarda yaşayacak. Yaralananlar bu ağaçlar var oldukça acılarını unutacak. Küçük ağaçlar da büyüyecek. Çünkü korkuları yok. (Baba gökyüzüne bakar) Yağmur yağacak şimdi. Ve küçük ağaçlar daha hızlı boy atacaklar. (Alkış başlar. Alkış burada yağacak olan yağmuru temsil eder. Ön koltukta oturan seyirciler yumrukları havada ayağa kalktıkça bir ağacın dalları gibidirler.)
Oyun hakkında sormak isteyeceğiniz bir soru veya danışmak isteyeceğiniz bir durum için mail adresim