Sanatın fiziksel tanımı ve amacı-2

ORTAK ÖZELLİK VE ALGIDA EN AZ ENERJİ

 

Doğadaki tüm olgular ve olaylar uzaktan yakına birbirleriyle iç içedir. Yani birbirlerini etkiler, birbirlerini hazırlarlar. Bunu abartılı da olsa, düşünürün biri şöyle tanımlamış:                                         ‘‘ Amazon’da bir kelebek kanat çırpsa Sibirya’da fırtınaya neden olur ’’. İşte doğanın temelinde var olan bu yapı (iç içe geçmişlik ve benzer özellikler ) bize doğayı anlamada ve ondan faydalanmada yardımcı olmaktadır. Bir olayı açıklarken başka olaylarla ne kadar fazla bağlantı kurabiliyorsak o yeni olayı o kadar iyi anlıyoruz demektir. Zaten bir yerde bilimin yapısında da bu vardır.

 

Örneğin, salatalıkla insan türü arasındaki kromozan akrabalığı, benzerliği yüzde ellidir. Bu iki varlık çok farklı yapılar olarak görünse de aralarında sayılamayacak kadar ortak özellikler vardır.

 

İki olgu arasında ortak özellikler varsa ve birinci olguyu daha önce tanıdıysak, bu ortak özellikler sayesinde, ikinci olguyu anlamada ve tanımada beyin daha az enerji harcayacaktır. Dolayısıyla beyin ikinci olayları daha çabuk kabullenecektir (ortak özellik ve buna bağlı olarak algıda en az enerji ). Mesela, kravat renklerinin içinde gömleğin ve ceketin renklerinden bulunması, beynin bütünü ( kravat ve ceket dâhil ) daha rahat algılamasını sağlar. Bu rahat algılama beynin hoşuna gitmiş, ona haz vermiş ve onu           ( bütünü ) benimsemiştir.

 

Newton yasasına göre; her etkiye karşı varlık bir tepki gösterir. Yani varlık konumunu ve yerini değiştirmek istemez, korumaya çalışır, direnir. Beyin de, yeni bir etkilenme altında kaldığı zaman önce bir an o yeni şeyi kabullenmek istemez, bir direnç gösterir. Eğer etki eden şeyin içinde tanıdık şeyler varsa, beyin o yeni şeye karşı daha az direnç ve daha az enerji harcayacak yeni tanıdığı olayı kabul edecektir. Eğitimde de bu olay geçerlidir. Eğer öğrenci, yeni öğreneceği bir olayla daha önceden öğrendiği olay arasında bir bağ kuramıyorsa    ( yapılandırma ve örüntü ), yeni olayı öğrenmesi için bayağı zorlanacak, çok enerji ve zaman ayıracaktır.  Beynin olayları tanımada ve kabullenmesinde bir algılama süreci vardır. Bu algılama sürecini kısaltmak ve kolaylaştırmak için o olayla daha önce öğrendiği olaylar arasında tanıdık bağlantılar olması gerekir ( ortak özellik ).

 

Gene topluluklar arası ilişkilerde, insanlar arası ilişkilerde ortak özellikler ön plana çıkartılarak birlikte, uyum içinde yaşama iradesi ve isteği daha kolay oluşturulabilmektedir. Yani yapılar arasında nekadar ortak özellik varsa beyin daha az enerji harcayacak, farklı yapıyı kabullenmesi daha çabuk ve daha kolay olacaktır ( algıda az enerji harcama ). Bu da beyine haz verecektir.

Şiir de bir sanat çeşididir. Neden insan şiir karşısında duygulanır veya haz duyar? Gene yukarıdaki formüller ve öngörüler bağlamında şiiri yorumlarsak;

1. Şiirde satırlar arasında uyak (kafiye) vardır. İnsan beyni, kafiye olduğu için bir sonra gelen satırı daha kolay, daha az enerji harcayarak algılayacaktır ( ortak özellik, algılarken en az enerji harcama ).

2. Genelde şiirde her satırda eşit sayıda ses ( hece ) bulunur. Buda satırlar arası ortak bir özelliktir. Dolayısıyla sonra gelen satırları beyin bir önceki satırdaki ortak özelliklerinden dolayı daha az bir enerji harcayarak, daha kolay bir şekilde kabul edecektir.

3. Gene şiir genelde sevgi vardır (karşı cins, üreme içgüdüsü ). Sevgi de insanın temelinde içgüdüsel olarak var olduğu için beyin için tanıdık gelir ve beyin kapısı açıktır ve kolaylıkla hazmeder. Burada da beyin bu yapıyı en az enerji harcayarak kabul edecektir.

4 Bunların yanında şair yeteneğine bağlı olarak mısralarına yoğun anlam ve ahenk yüklediyse ( az mekânda çok iş diyoruz buna ), beyin gene bundan haz duyacaktır. Verilmek istenen mesaj en kolay bir şekilde algılanacak, kişide o mesaja ait duygular meydana çıkacaktır. Buda şiire sanatsal değer katacaktır. Tabiî ki şiir yapıtının içinde burada söz etmeyeceğim fakat bu çerçeve içinde kalan başka özellikler de vardır.

 

İşte kişinin, şiir karşısında haz duymasının veya şiirin estetikliği ve güzelliğinin cevabı yukarıdaki formülde yatıyor. Burada okuyucunun şaire karşı da bir hayranlığı vardır. Okuyucu şiirden en az enerji harcayarak en çok bilgiyi almıştır. Bundan dolayı okuduğu şiir kendisine kaliteli üreme ve üretim yapabilmesi için yol göstericilik görevini en iyi şekilde yerine getirmiştir. Kısaca şiir, insanın içgüdüsünde bulunan en temel öğe olan üreme ve üretim olgusuna en az enerji harcayarak ulaşmıştır. Bu da okuyucuya haz ve mutluluk vermiş, okuyucu şiiri bir sanat olgusu olarak tanımlamıştır.

 

Karikatür de bir sanat türüdür. Eğer bir karikatür ne kadar az çizgi ile ne kadar çok şey anlatılıyorsa o karikatürün sanat değeri o kadar yüksektir, ondan o kadar haz alınır. Burada da gene yukarıdaki formüle uygunluk vardır. Az enerji, az mekân ile çok iş yapılmıştır (kaliteli üretim ). Üretim deyince hem somut hem de soyut üretim akla gelmelidir.

 

Çoğu bilim insanları matematik, fizik, kimya gibi temel bilimlerdeki formüllerin de bir güzelliği, bir estetiği olduğunu öne sürmüşlerdir. Neden?

 

Örneğin;

 

 

Albert Eaiştain bu formülü bularak insanlığın doğayı tanımada ve yorumlamada önemli bir yol kat etmesini sağlamıştır. Formül çok sade çok basit ama yüklendiği işlev bakımından sonsuz değere sahiptir. Bu yüzden bu formülün aynı zamanda bilim insanlarına haz veren ve insanda hayranlık uyandıran bir tarafı var olup dolayısıyla bir estetiği, bir sanatsal yönü vardır. Zaten bu tür temel bilimsel yaslar ( fiziksel, kimyasal, matematiksel vb ) tüm yapıların basite indirgenmiş, sadeleşmiş ortak özellikleridir.

 

Estetik ve güzellik anlayışı zamana göre mekâna göre kültürlere vb göre farklılıklar gösterir. Sanatsal yapıların oluşması, sanatsal yapıların anlaşılması/ takdir edilmesi için belli bir bilgi birikimine de ihtiyaç vardır. Mesela matematik formüllerindeki estetik ve güzellik hazzını tatmak için matematik bilimini almak ve iyi bir matematikçi olmak gerekir. Eğer bir matematik formülü nekadar kısa ve nekadar çok şey açıklıyorsa o matematik formülü o kadar estetiktir. Yani minimal mekan, maksimal anlam ve tamlık, kendi alanında en az enerji ile en çok iş yapma yeteneği.

 

Hatta fizikçiler (Albert Eaiştain da dâhil olmak üzere ) 19. yüzyıldan itibaren evreni ve evrendeki tüm olayları tanımlayan bir tek yasa bulmaya çalışmışlardır. Bilim insanları halen bu uğraşlarında ısrar etmektedirler. Tüm bu uğraşlar şunu göstermektedir ki insan doğayı anlamada, tanımada, ondan faydalanmada ve onu kontrol altına almada en az enerji, en az mekân ve en az madde kullanarak bunları yapmak istemektedir. Çünkü insanlık bunu başardıkça, böyle yaptıkça hayatını kolaylaştırmakta, yeni bilgiler ve buluşlar yapabilmek için bu sayede enerji ve zaman bulabilmektedir. Yoksa karmaşıklığın içinden çıkıp kaliteli üreme ve üretim yapamaz duruma gelir.

 

     Daha doğrusu bir olay, bir varlık, bir yapı kişiye üreme ve üretim kalitesinin artmasında ne kadar yardımcı oluyorsa, ne kadar yol göstericilik yapıyorsa, ona ilham kaynağı oluyorsa, bu konularda bir misyon yükleniyorsa bu tür yapılanmalar o kişinin gözünde o kadar estetik ve güzeldir ve bir sanat değeri vardır. Kişi de bu olgular karşısında haz duyar. Bunun tam tersi ise: bir olay, bir yapı, bir varlık kaliteli üremede ve üretimde ne kadar kafa karışıklığı, fazla enerji harcaması, zaman, malzeme ve mekân harcaması yaratıyorsa o şey o kadar hantal, estetikten yoksun ve çirkindir. Kişiler de böyle şeyler karşısında doğal olarak bir haz ve sevgi duymaz.     

1. resimde kaya üzerine çizilmiş bir av hayvanı görülmektedir. Belki de o zamanki beslenme ( üretme ) şekline bağlı olarak bu hayvanın buraya çizilmesinin bir nedeni, o av hayvanın avcılar tarafından daha iyi tanınarak, daha kolay avlanması için olabilir (üretimde yol göstericilik ).

2. ve 3. resimlerde ise farklı zamanlarda yapılmış iki kadın heykeli görülmektedir. Burada da gene zamanın sanatçıları kadın bedeni üzerinden cinselliği ( üremeyi ) kutsayıp, insanda bulunan bu en temel dürtüye, üreme dürtüsüne hitap etmişlerdir. Birde varlıkları birebir taklit etme isteği, dolayısıyla onu  ( varlığı/doğayı ) daha iyi tanıma, bilgi sahibi olma ve ondan faydalanma… Gene üreme ve üretime katkı… Çünkü bir yerde doğa insan için en büyük öğreticidir.

 

Müzik eserinde üç ana unsur vardır: Beste, icra ve güfte. Besteyi incelediğimizde orada da görülür ki ölçü/ ritim vardır. Bu ölçü/ ritim eserin başından sonuna kadar değişmez. Ayrıca müzikte ölçü/ritme bağlı olarak ve birbirleri ile uyumlu/ilişkili cümleler/satırlar bulunur. Eserin içindeki bu benzerlikler/ ortak özelliklerden dolayı beyin en az enerji harcayarak yapıyı kabullenmiş ve en çok fayda sağlamıştır.

 

Yani her ritim bir önceki notalarla/seslerle bir sonraki notalara/seslere bir köprü olur kişiyi sonra gelecek ölçülere ve de cümlelere taşır. Dolaysıyla dinleyici o yapının bütününü ve de anlamını az enerji harcayarak kavrar. Parça kişide hangi duyguya hitap ediyorsa o duyguyu tetikler ve açığa çıkartır.

 

 

Müzikte insan sesini ele alalım. Sesin oluşumu için çeşitli mekanizmalar gereklidir. Şarkıyı güzel söylemenin temel koşulu nefesi kontrol edebilmektir. Bir başka deyişle nefesi tasarruflu ve gereği kadar kullanarak istenen gürlükte ve genişlikte ses oluşturmaktır. Bunun için de organların sağlıklı olması ve şarkıyı söyleyenin yetenekli, bilgili olması gerekir. Dinleyici aslında bu sesin arka planındaki yeteneğe, bilgiye, sağlığa içgüdüsel olarak veya bilerek hayranlık duymuştur. İnsanların, sesi güzel insanları, ses sanatçılarını bu kadar sevmesinin nedeni de budur. Aynı zamanda bu sayede ( burada bahsedilen öngörüler sayesinde ) insanın en temel duygularını uyararak onun yaşantısına bir haz ve anlam katmıştır.

Kulağa gelen ses bir araçtır. Gene burada en az enerjiyle en çok iş yapma yeteneği vardır. Yani tasarruf vardır. Burada sanatçı diyaframı, gırtlağı, dişleri, dili, dudaklarını, sinüs  boşluğunu vb organlarını ne kadar iyi kullanıyorsa ve bunlar arası koordineyi ne kadar iyi sağlayabiliyorsa, tabiî ki bu organların sağlığı ne kadar yerinde ise ( sağlıklı üreme ) o kadar güzel ses çıkartır. Tek kelimeyle burada da yararlılık, sağlık ön plana çıkmıştır.

 

Hemen hemen çoğu canlıda, özellikle üreme zamanlarında ses ön plana çıkar. Çünkü ses genelde canlının sağlığını ve yeteneklerini en iyi gösteren komplike bir yapıdır (üremede yol göstericilik ).

Doğal oluşların temelinde de mümkün olduğu kadar en az enerji kullanarak var olmak prensibi hâkimdir. Elementleri oluşturan atomlar, canlı organizmaların temel taşı olan hücreler, gök cisimlerinin elipssel hareketleri ve küresel yapıları… bu kurala uyarlar. Yani en az enerji ve mekân kullanarak yapılanırlar. Bilim ve teknolojideki yeni buluşlar da bu bağlamda düşünülmelidir.

 

İnsanlık zaman içinde uğraşlar vererek, çeşitli buluşlar yaparak hayatını kolaylaştırmış ve yaşam kalitesini artırmıştır. Bir şeyin bir buluşun yeni olduğunu, buluş olduğunu söylemek için, onun eski olan selefinden üretime katkısını göz önünde bulundurmak lazımdır. Bu buluşun yararlılığında bu buluş nekadar enerjiyle nekadar iş ve üretim yaptığına bakarız. Eğer doğayı anlamada, ondan yararlanmada, üreme ve üretimin kalitesini arttırmada formüller bulduysak, makineler ürettiysek hep bu ilke yani en az enerji harcayarak en çok iş yapma ilkesi temel alınmaktadır. Teknolojinin günümüzdeki en son aşaması olan bilgisayarların yapısı da böyle değil mi? Örneğin, firmalar -cep telefonlarının işlevini ve küçüklüğünü nasıl arttırırım- çabası içindedirler. Ancak böyle yaparak doğadaki mikro ve makro oluşumlara ulaşabilir, tanıyabilir, onlardan daha fazla faydalanabiliriz.

 

İşte bir yapının bir varlığın sanatsal yönü, estetik yönü, bir güzelliği varsa o varlık, o yapı en az enerji ile en çok iş yapıyordur veya en az enerji kullanarak insana yol gösteriyordur, demektir. Dolayısıyla bu tür yapılar doğamızın ve içgüdümüzün temelinde bulunan üreme ve üretim olgularına ve de bu olguların kalitesinin artmasına hizmet ettiği için bize haz vermektedir. Bu tür yapıları bazen içgüdüsel olarak bazen de bilinçli olarak algılarız. Algılamamız ne şekilde olursa olsun bu tür yapıların ve varlıkların temelinde aşağı yukarı burada belirttiğimiz öngörüler hâkimdir.

 

Kişilerin sanat yaparken veya sanatı tanımlarken bu düşüncelerden yola çıkmaları gerektiği kanaatindeyim. İşte sanat, bilimin gelişmesinde, üreme ve üretim kalitesinin artmasında toplumların lokomotifidir diyebiliriz.

 

 

 

sanat1 = iş / enerji

sanat2 = algı / enerji

sanat3 = iş / mekân

sanat4 = iş/ zam an

    sanat5 = iş / malzeme

 

Sanat = en az enerjiyle en çok iş yapma (1)  + en az enerji ile en çok algılama (2)  + en az mekânla en çok iş yapma (3) + en az zamanla en çok iş yapma (4)  + en az madde kullanarak en çok iş yapma (5) +………

 

Yukarıdaki eşitliklerde bölünen terim ne kadar büyükse, bölen terimde ne kadar küçükse sanatın derecesi (kalitesi ) o kadar yüksek çıkar. Sanat yapıları yukarıdaki formüllerin birkaçını veya hepsini içinde barındırabilir.

 

Yukarıdaki formüllerde bölen terimi sıfıra doğru yaklaştığını düşünürsek, ne olur? İnsanın gelişmişliği, bilgeliği ve gücüde o oranda artar mı? Büyük patlamadan beri varlığın, var olmanın amacı da, gittiği noktada burası galiba         ( yaratıcılık, tanrıya öykünme, tanrıya ulaşma, tanrısal güç, tanrısal gücü elde etme ). Evrenin ilk var oluşunda da bu var zaten; sonsuz küçüklükte mekâna sıkışmış sonsuz büyüklükte enerji ( büyük patlamadan önce, varlığın ilk hali ).

 

Sanat yapıları bazen kötü olanı veya kötülükleri de işleyerek, yukarıdaki formüller çerçevesinde insanlara yol gösterebilir. Mesela bir gangsterin hayatını anlatan bir film veya bir roman da sanat şaheseri olabilir. Bu anlatımları yaparken yukarıdaki formülleri azami derecede kullandıysa bu yapıların sanat değeri yükselir ve kişiye fayda sağlayarak haz verir(kötülükleri tanıyarak iyiyi bulma, kıyaslama, bilgi edinme, o yapıyı üretenin ve icra edenin yeteneklerini tanıma ve hayranlık vb. Dolayısıyla üreme ve üretime katkı ).

 

Sanat yapılarının içinde varlığı birebir taklit etme/ona benzetme de vardır ( Yapıyla diş dünya arasındaki ortak özellikler, yapının kendi içinde ki alt yapılar arasında ki ortak özellikler ).Bu da varlığı tanıtmada ve tanımada, doğadan faydalanmada insana yardımcı olacaktır. Sonuçta üreme ve üretime katkısının ve kalitesinin de artmasını sağlayacaktır.

 

Hemen hemen çoğu sanat dallarında kadın ve kadın bedeni ön plana çıkartılmıştır. Neden? Çünkü doğada kadın üremenin baş aktörüdür, değerlidir, korunması gerekir, kutsanması gerekir. Dolayısıyla sanat bu yönüyle de insanın en temel olgusu üreme içgüdüsüne hitap etmektedir. Bu da insana haz vermektedir, yabancısı değildir, tanıdıktır. Sanatla kişi en temel içgüdüsel duygularını (üreme ve üretme ) tanımakta, üreme ve üretimin sürekliliğinin ve kalitesinin artmasına hizmet etmektedir.

 

 

 

Sanat = yararlılık = üreme ve üretimde kolaylık + üreme ve üretimde yol göstericilik ——> mükemmeli arama ve mükemmele ulaşma

 

Üremede yararlılık üretimin kaliteli olmasını, devamını, üretimde yararlılık son başta üremenin kaliteli olmasını, devamını doğurur. Dolaysıyla üreme ve üretim birbirinin tamamlayıcısıdır. Yani biri olmazsa diğeri yürümez.

 

- Bitti-

 

 Mustafa SAĞIRALİ

 Eğitimci-Astrofizikçi

Yorum Yapın

Yorum yapmak için buradan giriş yapmalısınız.