Hasta adam (Osmanlı) ve edebiyat (2)
GELELİM ABDULHAMİT ve HASTA ADAM konusuna:
‘Yüce hakan Abdülhamit han’ diye onu kusursuz ve bir Kutsal kişi haline getirenin Necip FAZIL olduğunu belirten TTK Başkanı, aslında doğruyu söylemenin yanında, beni 68 olaylarının başlangıcına ve Gazi Eğitim kantinindeki tartışmalara götürdü. Cumhuriyet, Tek Parti yönetimiydi, klasik anlamda Demokrasi sayılamaz; ancak doğrultusu – amacı; Halkçı, Çağdaş, bilinçli, Laik, kadın – erkek eşitliğine dayanan demokratik ve özgürlükçü bir topluma varmaktı. İslam toplumları başta olmak üzere, Mazlum Milletler diye tanımlanan tüm sömürgelere model olacak bir topluma ulaşmaktı. Bu nedenle, TTK ve TDK Osmanlı Medrese tedrisatı ile Cumhuriyetin Eğitim sistemini, amacını, derslerini kıyaslamalı olarak ve bilimsel açıdan incelemelidir.
Gerçi birçok kez Eğitim Şuraları yapıldı, çok değerli saptamalar, kararlar ve tezler de ortaya çıktı; ancak son yıllarda ve ülkeye eğemen olan ERK’in tüm bunları boşverip yeniden çağdışı ve İslami Rejim Teb’ası kuşaklar yetiştirmeye göre eğitimi ve eğitim sitemini düzenlediği artık bir sır değildir; zaten en yetkili ağızlar bile açıkça ilan ediyorlar.
Bu anlayışa göre, erkekler ilk önce İmam; ondan sonra Mühendis, doktor, yargıç, polis, subay, milletvekili, bakan, başbakan vs. olabilmelidir. TALİBAN ve kafası işte tam böyledir; eğitim sisteminin biricik amacı böyle düzenlenirken ve giderek Din eğitimi İbadet etmeyi kapsarken, gidilen yer burasıdır. Peki, kadınlara düşen görev nedir; Onlar da önce (İmam olmaları – hatta erkeklerle birlikte İbadette bile aynı mekanda bulunmaları yasak olduğundan) Hırıstiyan Rahibeler gibi olmalı; İslam’a bol bol çocuk üretmeli, onlara İslami terbiye vermeli, ecnebilerin eli altında ücretle bile çalışmamalı ve ev işleri dışında zorunlu olmadıkça çarşıya bile çıkmamalıdır.
Cumhuriyet, Eğitimin Birliği ile toplumu ileriye götürecek kuşaklar yetiştirme amacına uygun bir eğitim uyguluyordu; elbette ne okullar, ne öğretmenler ve ne de ders araç gereçleri yeterliydi. Ülkenin ekonomik düzeyi düşünülürse, göreceli olarak Eğitime Genel bütçeden ayrılan pay, bugünkünden çok daha fazlaydı; en azından devlet eğitime, Diyanet İşleri İmamlar Ordusundan daha çok olanaklar sağlanıyordu. Demokrasinin Altyapısı sabırla hazırlanıyordu: İlkokulda seçimle gelen kollarımız vardı; Öğretmen okulunda kollara bir de dernek eklendi; aynen seçim yasasındaki gibi gruplar, propoganda saatleri, seçim kurulları vs ile bizi Demokratik yaşama hazırlayan kurumlardı okullar. Gazi Eğitimde Genel Kurulumuz bir hafta sürer, TBMM:de bile tartışılamıyan her konuyu özgürce konuşur, tartışır, oylardık.
İslamcı denilen grup işte o sıralar Abdülhamit’i sembol ve Bayrak yapmıştı.
Kavga etmezdik, bazı sürtüşmeler oldu elbet ama öteye gitmedi. Çünkü yatılıydık, aynı yemekhanede yer, yanyana yatardık. Bu nedenle Siyasal ODTÜ gibi okullardan farklı bir atmosferimiz ve ilşkilerimiz oluştu; bunun en büyük yararı ise, hepimizin birbirimizin düşüncelerini, slaoganlarını, sembollerini, görüşlerini bilmemiz, bunları karşılıklı tartışmak olanağının bulunmasıydı. Köy Enstitüsü yokolsa da o geleneği hala kısmen sürdüren Öğretmen Oklu mezunu olmamız kişiliğimizin temeliydi, bundan dolayı, bu davranışı içselleştirdiğimizi söyeleyebilirim.
Mektepli – Medreseli ayrımı ve rekabeti Modernleşme çabalarıyla birlikte eğitimin ikili olmasından kaynaklanmıştır. Hatta, başta Ordu bile iki farklı eğitim ve kıyafete sahiptir. Yenilikçi tüm Padişahlar, bu arada Abdulhamit Mektepli kesimin destekçisidir ve onları korur; bu nedenle gericilerin ağzından GAVUR Padişah lafı eksilmez. Bu ikiliği ortadan kaldıran Cumhuriyet olur; İmam gereksinimini karşılamak macıyla 40’lı yıllarda ilk İmam Hatip ve İlahiyat kurulurken, tek amaç Aydın Din Adamı ve İmam yetiştirmektir; ancak zaman içinde bu çabanın yeniden ülkeyi Mektepli – Medreseli noktasına getirebileceğini hesaplayamazlar. Şu an TALİBAN ve onun Medreseleri baskın durumda, onlar da Eğitimin Birliğini amaçlıyorlar ama Cumhuriyet’in amacının tam tersi olarak. Yani tüm eğitimi Medrese haline getirmek hedefleridir ve Abdulhamit’e sahip çıkıyor görünmeleri Kısaküreğin çarpıtmasının ve Sol güçlerin konuyu yeterince bilmemelerinin bir sonucudr. Abdulhamit Mekteplerden yanadır; hatta ilk KIZ okulunu açmış, ülkeye Sultaniler kazandırmış ve deyim yerindeyse Muasırlaşmayı amaçlamıştır.
60’lı yıllarda Neydi islamcı tezler: Osmanli Devleti, ne zaman İslam’dan sapmaya başladı o zaman çöküş başladı. Yüce Hakan’ı Yahudiler, Masonlar, Dış güçler ve içerdeki İşbirlikçileri elele yıktılar ve böylece Şanlı Osmanlı tarihe karıştı. Mustafa Kemal, onların uzantısıdr, İngiliz ajanıdır… vs. O sırada yayınlanan Kemal Tahiri’in Devlet Ana’sı ile Küçükömer’in kitabı da solda da bu tür düşüncelerin bir ölçüde etkili olmasına ve ‘Atatürk’ün yaptığı ne? Şapka devrimi, Harf devrimi, üst yapı devrimleri… niçin sosyalizmi kurmadı!’ gibi idealist, köksüz söylemler dolaşmaya başladı.
Tam bu sırada Şule Yüksel adında bir bayan TÜRBAN denilen, Hint Sikhleri – Yahudi Dincileri ve Hırıstiyan Rahbeleri karışımı bir başörtüsü icadediyor ve Hatice Babacan adında bir başka bayan ise’ başörtüsünü çıkarmadığı için’ yakınımızda bulunan İlahiyat Fakültesinden atılıyordu. Bu iki konuyu da İslamcılar sembol haline getirdiler ama bir gün Ülkeyi bu yolla fethedeceklerini, teslim alacalarını, saçkılı ile Cumhuriyeti kökünden sarsacaklarını asla düşünememiştik.
(Gene iddia ediyorum, TTK Kurumu başkanı tüm fotoğrafları, belgeleri tarasın; Peygamber hanımları dahil, BİN yıl süren Müslümanlığımızda, Şule hanımdan – yani 1968 yılından önce – kadınların başörtüsü olarak TÜRBAN taktıklarını bulsun İNSANLIKTAN istifa edeceğim. Kent ve devlet görevlilerinde karşarşaf, peçe bile kullanılmıştır; ancak Türkmenlerde, köylerde, Anadolu halkının hiçbir kesiminde bu örtünmelerin teki bile olmamıştır. Bu İslam bayraktarı pozundakiler Annelerine, ninelerine hiç bakmadılar mı? O halde karşılaştığımız nedir; Kimine göre İslam dininin Saptırılması, içinin boşaltılıp Fetişlere tapınma haline getirilmesidir. Kimine göre ise Yeni bir Din ya da Mezheptir: ‘Türban tak – Ondan sonra istediğin haltı ye!, Helaldir’ din ve mezhebi ya da Kapitalizme Kılıf yapılmış sözde islam.)
Başkan, önce o dönem yabancı gazatelerde çıkan ve Abdulhamit’i eleştiren, kötüleyen karikatürlerden bir düzine kadar gösterdi ve tümünün Ermeni Hayranı gazeteler, Devlet adamı vs olduğunu anlattı. (Zaten konferansın asıl amacı vs buydu. Yani, Abdulhamit’i eleştirenler Ermeni ve İşbirlikçileridir, tezini ispatlama çabası. Onu sonra ele alacağım). Salonda Fesli, tam Osmanlı Ataları gibi giyinmiş biri vardı, o bey söz aldı ve Başkanın eksik bıraktığı YAHUDİ silahını, Anti-Semitizmi vurguladı ve böylece Ermenilerin yanına Yahudileri de eklemiş oldu. Başkan bu savı başıyla onayladı ama Yahudi konusuna girmedi. Yalnız Tevfik Fikret’in Avcı şiirini sökonusu ederek, Abdulhamit’e Ermeni Komitacılarca yapılan suikastla bu büyük ozanın aynı safta olduğunu belitmiş oldu.
Aslında Abdulhamit tartışmasını başlatanlar, o sıralar ‘Tanrı dağı kadar Türk – Hira dağı kadar Müslümanız!’ sloganını yükselten Yeşil Kuşak Türk – İslam sentezcileriydi. Anti – Semitizm çizgisinden ve penceresinden dünyaya ve olaylara bakıyorlardı; son 30 yılda ortaya çıkan gelişmeler bu sentezi zayıflattı, symbios bozuldu ve İslamcı olanlar tam anlamıyla TÜRK Düşmanlığına ve Türkiye yıkıcılığına savruldular.
Bu grubun başlangıç tezi özetle şuydu: ‘Siyonistler İsrail devletini kurmak için Filistin’e göçmeye ve toprak satın almaya başladılar. Yüce Hakan toprak satışını yasakladı ve durdurdu…’ Görüldüğü gibi, daha ortaya çıkışlarında bile Türk ve Türkiye ile bir ilgileri yoktu; olsaydı, 93 Savaşında Abdulhamit’in Kıbrıs’ı 100 yıllığına İngiltere’ye kiraya vermesini ve bu yolla kaybedilmesini sözkonusu ederler, bu yanlışlığı hanesine yazarlardı. 33 Yıllık saltanat döneminde daha nerelerin nasıl yitirildiğini yazmak gerekmiyor; bunu ayrı ele almak gerekiyor, ancak Yahudi konusunu aydınlatmadan bu tartışmaları yorumlamak güç olduğundan dolayı yeniden oraya dönmem gerekiyor.
…sürecek
Son Yorumlar