Konservatuarı kazanınca babam bir çuval soğan gönderdi bana!

Baran Can Eraslan ve Ebru Tartıcı (fotoğraf Selma Akaltun)

Baran Can Eraslan ve Ebru Tartıcı (fotoğraf Selma Akaltun)

Dünyanın Öyküsü Dergisi tarafından düzenlenen, 14 Şubat Dünya Öykü Günü kutlamalarına katılmak üzere Ankara’dayım. Onları, önce bir üniversitenin konferans salonunda, sonra aynı günün akşamında Olgunlar Sokak’taki bir mekânda dinliyorum. Bilge Karasu’nun “Usta Beni Öldürsene” adlı öyküsünü okuyorlar birlikte. Ama ne okuma… Baran’ın sesi müthiş güzel; moda deyimle, karizmatik. Beni bir anda TRT yıllarına döndürüyor Baran. Yüzünü görmeden, sesine tutkun olduğumuz seslendirme sanatçıları vardı o günlerde; biz genç kızların rüyalarını süsleyen. Geçmişe ışınlama şansımız olsa Baran onlardan biri olurdu kuşkusuz; sesiyle, kızları kendine âşık eden bir seslendirme sanatçısı.

Bilmiyorum sesini kullanma şeklinden, bilmiyorum duruşundan, Baran’ı ileride tiyatro sahnesinde hayal ettim daha çok;  Ebru’yu ise öncelikle televizyon ekranında. Ebru’nun yüzü ekrandan kopup aramıza düşmüş gibi çünkü; o kadar hoş ki.

Söyleşiye başladığımızda durum tersine dönüyor bir anda. Gençlere biçtiğim rol elimde kalıyor. O yüzden Ebru’nun gömleğini Baran’a, Baran’ın gömleğini Ebru’ya giydiriyorum usulca. Yine de belli mi olur, yaşam bu, kimi, ne tarafa sürüklerse artık…

Ebru Tartıcı ve Baran Can Eraslan Bilkent Üniversitesi Tiyatro Bölümü öğrencilerinden. Ebru’nun babası işçi emeklisi, annesi ev hanımı. Ancak her ikisi de çok okuyan, çevrelerinin çok farkında olan insanlar. Onun için “Hayattaki en büyük şansım annem ve babam,” diyor Ebru.

Baran’ın babası ise matematik öğretmeni, annesi bankacı. “Beni okutabilmek için hâlâ çalışıyorlar,” diyor Baran.

İleride çok iyi yerlere geleceğinden kuşku duymadığım bu iki gencimizle soğuk bir Ankara akşamında söyleştik; biraz da tiyatro sanatının tarihe not düşmek adına aslında…

(Aynı etkinlikte yer alan, Bilkent Üniversitesi Tiyatro Bölümü öğrencilerinden Barbaros Efe TURKAY ve Ecesu SEVİNDİK’e güzel okumaları için ayrıca teşekkürümle…)

Süreyya Köle: Dün de, bugün de çocuğunu konservatuara gönderme kararı almak çok kolay değil aileler açısından. Sizde bu süreç nasıl işledi?

Ebru Tartıcı: Ben bu konuda şanslı olanlardanım. 5 yaşındayken ailemin yönlendirmesiyle drama dersleri aldım. İyi gözlem yapan ebeveynlerdi. Benim, evcilik oynamak yerine, oyunlar kurup, arkadaşlarıma roller dağıttığımı görünce “Drama dersi aldıralım, bundan keyif alabilir,” demişler. Sonraki yıllarda hep iyi bir öğrenci oldum, derslerim hep çok iyiydi. Durum buyken, gelecekte pek çok şey yapma şansım vardı. Bu durumu baskıya çevirenler oldu; “Tiyatrocu olursan aç kalırsın, derslerin de iyi, başka bir bölüm oku, başka bir meslek sahibi ol,” diyenler.

Türkiye’de bu risk tüm meslekler için geçerli artık. Ne okursanız okuyun, işe giremeyebilir, işsiz kalabilirsiniz. Ben de, işsiz kalacaksam eğer, sevdiğim işi yaparken, bu uğurda çaba sarf ederken işsiz kalayım dedim. En azından okul yıllarım çok keyifli geçecekti bundan emindim. O nedenle tiyatro okuduğum için asla pişman değilim. Dört, beş yıl öncesine dönsem yine tiyatro okumayı seçerdim.

Baran Can Eraslan: Benim hikâyem de Ebru’nunkine yakın aslında. Babam, geçmişte tiyatroyla ilgilenmiş biridir, matematik öğretmeni olmuş sonra. Ben de onun gibi okul yıllarımda tiyatroyla ilgilendim. Öğretmenim bir gün yazılı olarak sormuş mesela “Gelecekte ne olmak istiyorsunuz?”, “Oyuncu,” yazmışım.

Babamın bir öğrencisi sokak tiyatrosu yapmaya başladı bir gün. 12 yaşındaydım, ben de o grupla tiyatro yapmaya başladım. O virüs içime işlemişti bir kere. Ben de o andan itibaren başka bir meslek yapamayacağımı anladım. Oysa aynı yıllarda –babamın çok istediği- Anadolu Lisesi’ni kazanmıştım. Ben yine de okuldan ve dershaneden kaçarak tiyatro yapmaya devam ettim.

Süreyya Köle: Konservatuara hazırlanma sürecinizi merak ediyorum.

Ebru Tartıcı: Okulu kazanana kadar İskenderun’da yaşadım ben. Orada sanatla uğraşan çok sayıda insan olmasına rağmen, sahne yok, özel tiyatrolar yok, tiyatro bağlantılı kitap yok vs. Ben kitapçılardaki –ki o kitapçıların sayısı üçü, beşi geçmez- bütün tiyatro kitaplarını aldığımı bilirim. Aynı günlerde Ankara ya da İstanbul’a yolum düştüğünde kitapçıları gezip bulduğum tiyatro metinlerini de alıyordum. Bu arada kuzenim devlet tiyatrosu sanatçısıdır, o da büyük bir şanstı benim için. Bir araya çok gelemiyorduk ama telefonla da olsa beni yönlendiriyordu. Ne okumam, ne izlemem gerektiği konusunda fikir veriyordu bana. Sınav tarihi yaklaşırken birebir ilgilendi benimle.  Bu arada İskenderun’daki tiyatro hocalarımın da emeği çoktur ben de. Yine de gerçek şu ki, eğer bir şeyi çok istiyorsanız, o oluyor hayatta.

Baran Can Eraslan: Ben zaten sokak tiyatrosu yapmaya başlamakla, sınavlara da hazırlanmaya başladığımı düşünüyorum. Bu elbette yeterli değildi. Gruptaki ağabeylerim beni yönlendirdiler bu konuda. Neler okumam, hangi oyunları izlemem gerektiğini söylediler. Arkadaşlarım harıl harıl ÖSS’ye hazırlanırken, ben arka sıralara geçip oyun okuyordum bol bol. Bunun dışında ayrıca bir hazırlık içine girmedim açıkçası. Okula girmek için gerekli olan parçaları seçip onlara çalıştım.

Süreyya Köle: İkiniz de burslu okuyorsunuz sanırım?

Ebru Kantarcı: Diğer üniversitelerde olduğu gibi Bilkent Üniversite’si de konservatuar kısmına yetenek sınavıyla öğrenci alıyor. Bu anlamda hepimize belli oranlarda burs sağlanıyor aslında. Ancak burslarımızın oranı farklı. Mesela ben 8/5 oranında burslu okuyorum.

Baran Can Eraslan: Benimki de 8/4.

Süreyya Köle: Peki, burs olanağı olmasa, aileleriniz parayla da gönderebilir miydi sizi?

Ebru Tartıcı: Benimkiler kesinlikle gönderemezdi. Geri kalan parayı  tamamlayabilmek için Ankara’ya geldiğim günden beri çalışıyorum zaten. İlk yıl garsonluk yaptım. İkinci yıl kasiyerlik yaptım. Sonra diksiyon dersleri vermeye başladım. Tabii okulda sınıfınız yükseldikçe insanların sizi dikkate almaları da değişiyor. İlk yıllar öğrenci bulmakta zorluk yaşarken, bugün benim için durum o değil mesela, daha rahat öğrenci bulabiliyorum artık.  Ben yalnızca Bilkent’te sınava girdim aslında. Çünkü ilk sınavı onlar açmıştı. Belki devlet üniversitelerinden birinin sınavına girip o sınavı da kazanabilirdim. Yine de Bilkent’i özellikle istiyordum. Öğretmen kadrosu çok iyiydi. Mezunları çok başarılı işlere imza atıyordu. Okuyacaksam iyi bir yerde okumalıyım, dedim. Bu konuda ailem de her türlü fedakârlığı göze alınca buradayım işte, iki ay sonra mezun oluyorum.

Baran Can Eraslan: Ben de Ebru gibi ilk, Bilkent’in sınavlarına girdim. Kazanınca, babam, “Güzel okul, burada okuyabilirsin, elimden geleni yaparım senin için,” dedi. Öncesinde, “Aç kalırım, gerekirse soğan ekmek yerim ama bu okulda okumak istiyorum,” demiştim babama. Okulu kazanıp, ilk eve geçtiğimde, bir gün kapım çaldı. Babam bir çuval soğan göndermişti bana. Buna rağmen, ailem elinden geldiğince destekliyor beni.

Süreyya Köle: Senin ek iş yaptığın olmadı mı  hiç?

Baran Can Eraslan: Devlet tiyatrolarında çalıştım ben de, figürasyonda.

Süreyya Köle: Güzel yerden başlamışsın sen.

Baran Can Eraslan: (Gülüyor) Evet, öyle oldu biraz.

Süreyya Köle: Gelecekte kendinizi nerede görüyorsunuz? Nerede hayal ediyorsunuz?

Ebru Tartıcı: Her zaman, tiyatronun bir yerlerinde olayım istiyorum. Parasız kalmadığım sürece ekranlarda olmak gibi bir derdim yok aslında. Çünkü ben tiyatrocu olma isteğiyle girdim bu okula. Adımı üç beş milyon insan yerine, tiyatroyla ilgili üç beş insan bilsin benim için çok daha anlamlı, çok daha önemli. Tiyatro yönetmeni olmak gibi bir hayalim olduğunu söylemeliyim yalnız. Yine de belli olmuyor bizim işler. Nereden, ne çıkar, ileride ne olur bilinmez.

Baran Can Eraslan: Mezun olduktan sonra, ben de sahnede olmayı çok istiyorum. Hangi şehirde olduğu önemli değil, insanlarla sahne üzerinden iletişime geçebilmek çok önemli benim için.

Süreyya Köle: Ünlü olmak sizin için ne ifade ediyor?

Ebru Tartıcı: Hiç hoşlanmadığım bir kavram. Ünlülerden de hoşlanmam, ünlü olma fikrinden de açıkçası.

Süreyya Köle: Yarın ünlü olursanız ya?

Ebru Tartıcı: Şöyle, mesela tiyatro çevresinde ünlüyseniz bu benim için güzel bir şey. Ama tiyatroya saygısı olan olmayan, tiyatroyu bilen bilmeyen herkes beni biliyorsa; bu, birilerinde, beni bir şey yerken, içerken görüntüleme cesaretini sağlıyorsa, bu hiç de saygın bir durum değil benim açımdan.

Baran Can Eraslan: Kaliteli işler yapacaksam -tiyatro da olur bu; sinema da,  televizyon da- bu sebeple ünlü olacaksam eğer; insanlar beni, yaptığım iyi işler nedeniyle tanıyacaksa, bu iyi bir şey benim açımdan. O şekilde ünlü olmak isterim elbette.

Süreyya Köle: Çok ünlü tiyatrocuların da içinde yer aldığı  televizyon dizilerini gördüğünüzde ne düşünüyorsunuz? İçinde olmak istediğiniz bir dizi var mı?

Ebru Tartıcı: Bunu, işsiz kaldığım aylarda düşünmeye başlıyorum açıkçası. Çünkü inanılmaz paralar kazanıyorlar. Benim aylarca çalışarak kazandığımı çok kısa sürede kazanıyorlar. Belki de onlara imrendiğim tek konu rahat kazanıyor olmaları. Onun dışında, sokakta tanınmak çok hoşuma gitmez doğrusu. Ben kendimi hep tiyatro sahnesinde düşünüyorum. Televizyon, ilk olmak istediğim yer değil bu anlamda.

Baran Can Eraslan: İyi oyuncular var ekranda, evet. Orada yapılan işin iyi olması için de iyi oyuncular gerekmekte. Oyunculuk bizim işimiz sonuçta. Biz varken neden bunu bir başkası yapsın ki?

Ebru Tartıcı: Ben, aldığım haz, kendimi hayal ettiğim yer açısından böyle düşünüyorum. Tiyatrocular elbette ekranda olmalı. Oyuncu dururken bir mankenin oyunculuk yapmasını düşünemem doğrusu.

Baran Can Eraslan: Gerçek oyuncularla ekrandaki işlere kalite de gelecektir ayrıca. Bir de tiyatro yapmak için ekonomik kaygınızın olmaması gerekiyor. Televizyon bu noktada tiyatrocuyu rahatlatan, paranın kazanıldığı yer oluyor.

Ebru Tartıcı: Evet, aslında pek çok oyuncu öyle yapıyor. Ekrandan kazandığını tiyatroya aktarıyor. Ben bu sene mezun oluyorum, belki seneye ben de bir dizide rol alırım, belli mi olur. Dediğim gibi, yaklaşımım, kendimi hayal ettiğim yerle bağlantılı.

Süreyya Köle: Biraz da hocalarınızdan söz edelim.

Ebru Tartıcı: Çok değerli hocalardan ders alıyoruz. Her biri ayrı bir dünya açıkçası. Aynı sahneyi farklı hocalara oynadığımızda aldığımız yorumlar birbirinden o kadar farklı ki bu bizim için ciddi bir zenginlik. Bize kattıkları çok fazla şey var. Hepsi kendi alanlarında çok profesyoneller. Aldığımız eğitimden çok memnunuz anlayacağınız.

Süreyya Köle: Oyunculuk sektöründe kadın, erkek oranlamasını  nasıl görüyorsunuz? Bir cinsiyetin diğerine göre daha avantajlığı olduğu söylenebilir mi?

Baran Can Eraslan: Şu anda televizyon piyasasında iş yapan arkadaşlarımın çoğu kız. Sanıyorum kızlar daha avantaj sahibi bu konuda.

Süreyya Köle: Kaygılandığın oluyor mu kimi zaman?

Baran Can Eraslan: Yani, tiyatro yaparız biz de, ne yapalım. (Gülüyor.) Olmadı aç kalırız. Soğan ekmek yeriz. Babam bir çuval soğan daha gönderir nasıl olsa.

Ebru Tartıcı: Tiyatronun getirdikleri ile yetinmeye çalışacağız öncelikle.

Süreyya Köle: Bu arada tiyatro sahneleri tek tek kapatılıyor, farkındasınız değil mi?

Ebru Tartıcı: Biz de teker teker açarız artık, başka çare yok.

Süreyya Köle: Bu yıl bir edebiyat etkinliğinde yer aldınız. Bize çok güzel bir öykü okudunuz. Edebiyat ve tiyatro birbirinden çok da uzak, kopuk türler değil aslında. Ne dersiniz?

Ebru Tartıcı: Sanatın hangi dalıyla uğraşıyor olursanız olun, okumadan bir şey olunamayacağı düşüncesindeyim. Bir de edebiyatı terapi gibi görürüm ben. Teknolojiye kendimizi çok kaptırdık. Kendimizi ifade etmekten, okumaktan, yazmaktan kaçınır olduk.

Baran Can Eraslan: Yaptığımız iş, okumaya mecbur bırakıyor aslında bizi. Sürekli okuyup, o okuduklarımızdan beslenmeliyiz. Öyle de yapıyoruz. Oyun yazarları aynı zamanda iyi yazar, iyi filozoflardır aslında. Çünkü tiyatro bu birikimi gerektirir. Kendi adıma Öykü Günü etkinliğinde yer almaktan son derece mutluyum. Bu etkinliğe kadar Bilge Karasu’yu bilmezdim mesela. Öyküsünü okuyacağımızı öğrendiğimde araştırdım ve tanıdım; geç tanımış olduğum için üzüldüm doğrusu.

Süreyya Köle: Etkinlikte, günlük tuttuğundan söz etmiştin…

Ebru Tartıcı: Evet, 39. defterimdeyim.

Süreyya Köle: Belki ileride seni bir yazar olarak göreceğiz, kim bilir?

Ebru Tartıcı: Ben açıkçası daha çok kendim için yazıyorum; deşarj olmak için. Bir yerlerde paylaşmak için değil. Ama lisedeyken, İskenderun’daki bir yerel gazetede köşe yazıları yazıyordum. O günlerde yazmaktan ve yazdıklarımı paylaşmaktan mutluluk duyuyordum. Ama bugün değil. Çünkü şu anda yaptığım iş, beni o kadar içine alan bir iş ki o bana yeterli geliyor. Yine de ileride belki…

Süreyya Köle: Sen, Baran?

Baran Can Eraslan: Ben lisedeyken şiir yazardım. Edebiyatı, özellikle de şiiri bana lise öğretmenlerim çok sevdirdiler. Şiir dalında yarışmalara katıldım. Şiir okuma etkinliklerine katıldım. Şu anda yazamıyorum tabii.

Süreyya Köle: Türkiye’de tiyatro yazarı  sıkıntısı çekildiği öteden beri dillendirilir. Sizin gibi hem tiyatro yapan hem de eli kalem tutan gençler bu konuda bir umut olabilir mi?

Ebru Tartıcı: Aslında üniversitelerde bunun eğitimini veren dramatik yazarlık bölümleri var. Biz mesela bugünlerde bir oyun hazırlıyoruz, ben yönetiyorum, bu oyunu bu bölümde okuyan bir arkadaşımız yazdı. Sanırım buradaki sorun insanların hep aynı oyunları oynamayı tercih etmesinde; hep bilinen isimlerin oyunlarına yönelmesinde. Bu konuda gençlere fırsat verilmeli. İçlerinde çok yetenekli kişiler olduğunu biliyoruz çünkü. O zaman ortada sorun falan kalmayacaktır.

Süreyya Köle: Sanatçı, içinde yaşadığı  güne ve koşullarına karşı duyarlı olandır biraz da. Bu anlamda gündeme ne kadar yakınsınız?

Ebru Tartıcı: Ben çok içindeyim diyebilirim. Özellikle babam ve annemden de kaynaklanıyor bu. Öncelikle onlar gündemin, siyasetin çok içindeler çünkü. Günümüzde herhangi birinin “Siyasetten hoşlanmıyorum,” demek gibi bir lüksü olamaz. Siyaset, yaşamımızın bir parçası durumuna geldi çünkü. Bir tercih meselesi değil artık bu. Ülkede bir şeyler eskisi gibi değil. İçinde olduğumuz durum, yaşam alanlarımızı, özgürlüklerimizi ve her şeyimizi etkilemeye başladı. Zorunlu olarak hepimiz içindeyiz siyasetin.  Çok mutsuz olduğumuzu söylemeliyim yalnız. Ülke her geçen gün daha kötüye gidiyor.

Baran Can Eraslan: Ve biz çok da farkında olmadan gidiyor aslında, burası tehlikeli.

Süreyya Köle: Peki, son olarak genç kardeşlerinize bir mesajınız olacaktır belki de. Oyunculuk pek çok gencin hayalini süslüyor çünkü. İçlerinde sizin gibi konservatuar okumak isteyenler de vardır kesin…

Ebru Tartıcı: Eğer gerçekten bu iş için doğru kişi olduklarını düşünüyorlarsa –ama sadece kendisi değil, onu izleyen kişiler de onun doğru kişi olduğunu düşünüyorsa- bu yola adım atsınlar ve kesinlikle vazgeçmesinler. Bir hocamız bize şöyle demişti: “Eğer bu iş için doğru kişi değilseniz, hayatınızın sonuna kadar bu dünyadaki en mutsuz kişi siz olursunuz.” Bu sözün doğruluğuna da dikkat çekerek, genç kardeşlerimin iyi düşünüp öyle karar vermelerini dilerim.

Baran Can Eraslan: Bunu yalnızca sahne üstüyle değerlendirmemek gerek. Bu sanatın başka bir noktasında da yer alabilirsiniz. Dekorundan, kostümüne bir oyunun sahnelenmesi için o kadar çok insana gerek var ki. Siz belki de hiç aklınıza gelmeyen bir noktada, çok daha başarılı olacaksınız. O nedenle önemli olan tiyatronun bir yerinde olmak ve ortaya konulan başarıda sizin de katkınızın olduğunu bilmek.

Yorum yapın

Yorum yapmak için buradan giriş yapmalısınız.