Edebiyatta ideoloji eleştirisi
Edebiyat ve diğer tüm sanat dallarında eleştiri önemli bir konumda bulunmaktadır. Gerek yazarların birer sanat üreticisi olarak gelişmesi, gerekse verilen eserlerin sanatın öz kurallarına ne kadar uygun olduğunun belirlenmesinde etkilidir. Eleştiri yapılırken hangi unsurların belirleyici birer etmen olarak kriterleştirilmesi gerektiği her ne kadar eleştirmenlerin bir sorunu olarak belirse de bu belirlenim edebiyat için ve diğer sanat dalları için de önemlidir. Tarihin içinde yer alan ve yine aynı tarihin içinde gelişen edebiyatta tarihsel süreçlerden bağımsız bir şekilde ele alınamaz kuşkusuz. Tarihsel siyasi ve düşünsel süreçlerin birer çıktısı olan ideolojiler eleştiride önemli bir konumdadır. Belirleyici kıstaslardan biri olarak uzun zamandır yerini korumakta.
Bir sanat eserini eleştirirken ya da salt incelerken, bu eser kötü ve ya iyi diyebilmek, o esere hangi bakış açısı ile baktığımızın belirlediği bir süreçtir. Bu bağlamda eleştiri ya da inceleme öznel bir olgudur ancak, sanat dünyanın her yerinde evrensel kriterlere sahiptir. Bu, eleştiri mevzuunda çatışan bir durumdur.
İki önemli noktayı sabitleyerek bu mevzuda asıl eleştirileri yapabiliriz;
Birincisi; ideolojiler siyasi süreçlerin ortaya çıkardığı düşünsel yapılardır ve merkezinde siyasal sistemler bulunmaktadır.
İkincisi ise siyasi ideolojiler dönemlerinde meşru olan bilgilerden oluşmakta; yer ve coğrafyaya bağlı olarak farklılıklar göstermektedir. Yani genel geçerlilik taşımamakta sadece döneminde nesnellikten ziyade meşruluk taşımaktadır (Belirli bilimsel altyapılar taşıyan bilimsel sosyalizmi diğerlerinden ayrı bir yere koymak gereklidir).
Bu iki durum hem siyasal hem de felsefi düşünce yapıları içinde geçerlidir. Böylesine tartışmalı bulunan, zaman zaman belirli çıkar çevrelerinin kalemşörlerinin işi olan ideolojileri, sanatın eleştirisinin merkezine koymak, sanatı bu öznel kriterler merkezinde değerlendirmek, sanatın özü açısından uygun düşmeyen bir çatışmadır. Kaldı ki ideolojilerin bir çoğunun içinde dönemlerinin siyasi atmosferlerini değiştirmek hissi bulunduğundan, nesnellikten uzak ve aklın öz bilgisi ile çatıştığıda görülmektedir(Felsefi olarak materyalizmi yine bu noktada ayrı bir yere koymak gerekmekte, bu ayrı bir yazının konusu olmaktadır).
Tüm bu belirlenimler sanatın, benim içinde bulunduğum ve ilgilendiğim edebiyatta bilhassa çok ciddi zararlar doğurmuştur. En başta bir klişe olarak edebiyatta ideoloji dendiğinde akla gelen ilk kıyaslama Nazım Hikmet ve Necip Fazıl kıyaslamasıdır. Sosyalist ideoloji ile kendini bulan Nazım Hikmet şiiri ve sanatı, mukadderatçı maneviyatçı ön kabullerin şekillendirdiği Necip Fazıl şiiri ve sanatı ile sık sık kıyas edilir. Gözden kaçırılan nokta her iki şairin de 1960’ların siyasi atmosferi içinde, bu şekilde görülmeleridir. Gerçi Nazım da, Necip Fazıl da yeterince politik şairlerdir ancak toplumsal olarak politikleşmeleri 1960’ların Türkiyesinde olmuştur. Bu dönem bilindiği gibi Türkiyenin hızla politikleştiği dönemlerdir.
Her iki şairde politik fikirlerinden soyutlanamamalarına rağmen, ideolojik fikirleri ile açıklanamayacak kadar muhteşem eserler vermişlerdir. Necip Fazıl’ın dinsel bağlarının Nakşibendi tarikatına girmesiyle birlikte yoğunlaşması ile sanatsal üretkenliğinde ciddi bir daralma olmuştur. Kendisi tarikata girmesiyle birlikte tasavvuf ve maneviyatçı siirlere yönelmiş, edebiyatımızda Yunus Emrelerle, Fuzulilerle bilinen bu tip şiirde bu isimlerle yarışamayacak olması ya da söylediklerinin daha önce söylenmiş olması onun üretkenliğinde ciddi bir daralma yaratmıştır. Nazım’da ise tam tersi bir durum söz konusu olmakta, bilimsel sosyalizmi benimseyen Nazım, baştan beri farklı bir yere koymaya çalıştığım ve bilimsel altyapıları tahlile dayanan bu ideolojiden güç almış, tahlil yeteneği onun yaratıcılığına artı katmıştır. Ancak;
Biz öyle ela göz, ince bel, sütun bacak için sevmedik güzelim
Gümbür gümbür bir yürek diledik kavgamızda.
dizeleriyle bilinen ANLAYAMADILAR başlıklı şiirini onun siyasi ideolojisi ile açıklamak mümkün müdür?.Ya da;
Seni düşünürüm
Anamın kokusu gelir burnuma
Dünya güzeli anamın.
Binmişim atlı karıncasına içimdeki bayramın
Fır dönersin eteklerinle saçların uçuşur
Bir yitirir bir bulurum al al olmuş yüzünü
Sebebi ne seni bir bıçak yarası gibi hatirlamamın
dizeleri onun hangi hisle yazdığı şiirdir. Evet belki Nazım ideolojisi yüzünden hapse girmiştir ancak bu dizeler onun ideolojisinin ürünü olabilir mi?
Aynı durum Necip Fazıl içinde geçerlidir.
Akşamı getiren sesleri dinle
Dinlede gönlümü alıver gitsin.
Saçlarımdan tutup kor gözlerinle
Yaşlı gözlerime dalıver gitsin.
dizeleri ideoloji ile eleştirilemez. Baştan beri bahsettiğim edebiyatın ve sanatın öz bilgisi ve evrensel kriterleri bu muhteşem eserlerin, ideoloji ile harcanmaması içindir. Bu gün dinsel ideolojiye sahip bir kimsenin Nazım okumadan ben sanatla ilgileniyorum demesi büyük bir eksikliktir hem de çok büyük.Keza aynı şekilde materyalist görüşü benimseyen bir kimsenin Necip Fazıl’ı es geçmesi yine aynı hatanın tekrarıdır. Edebiyat bir bütündür.
Bu şarileri belli noktalarda eleştirmek için elimizde bulunması gereken sanatın bilgisidir. Şekil olarak serbest nazım ve hece ölçüsü ile ayrımlanan iki şiir, sanatın kendi kriterleri ile eleştirilmesi olarak ele alınabilir. Kişinin her hangi bir tür ve biçimde yazılmış şiiri sevmesi tamamen zevklerle alakalı kişisel bir durumdur. Ama sanatın bütününü ideolojik pencereden tahlil etmek olumlanacak bir bakış değildir. Sakattır ve eksiktir.
İdeolojiler hem sistematize olarak, hem de yapısal olarak fikirsel süreçlerin kendi evrimlerinden çok, siyasi atmosferlerin ve siyasi sistemlerin yapılarına bağımlı olarak öznel bir biçimde gelişmiştir. Dönemine göre nesnel olup, daha sonraları geçerliliği çürütülen fikirlerden oluşabilmekte. Burada önemli olan gerçekten öz bilgiye ulaşılıyor olmasıdır. Çünkü mantıklı ve gelişime teşvik edebilen bir eleştiri ve açıklama, dönemsel olarak değişiklik gösteren fikirlerle değil, genel ve öz bilgiyle mümkün olabilmektedir. Bu da bize ideolojilerin (gerek felsefi gerekse siyasi) sanat için bir kriter olmadıklarını göstermektedir. İdeolojiler bir şiire esin vermiş olabilir. Bu onu yeniden ideoloji ile değerlendirmeye tabi tutmayı olumlamaz. Verilen eser sanatın kurallarına bağlı olduğu müddetçe bir sanat eseridir. Aksi sadece bir fikir beyanından ileri gitmez.
Burada sanatın öz bilgisi kavramını biraz açarak değerlendirmek yerinde olur. Sanatın öz bilgisi yüzyıllardır var olan gerek mikro düzeyde Türk Edebiyatı, gerekse makro düzeyde dünya edebiyatının birbirinin üzerine devrolan bilgilerinin bütünüdür. Bunu daha makro ve mikro düzeylere götürebiliriz (örneğin doğu edebiyatı, batı edebiyatı gibi). Bu bilgiler edebiyat ve sanat tarihinde adları olan ve şair, yazar ya da sanatçı diyebildiğimiz kişilerin ortaya koydukları bilgilerdir. Burada istisnai bir durum şairlerin yaşadıkları dönemin siyasi atmosferinden yararlanarak ünlü olabilmeleridir. Bu durum daha çok şairler için değil filozoflar için geçerlidir. Bu şekilde ünlenen şairler de vardır ama sayıları genelleme yapılamayacak kadar azdır.
Türk Edebiyatının sınırları içinde, sanatta ideolojinin yerini tartışmak belli önkabullerin kırılması açısından önemlidir. Edebiyat içerisinde okurun yazar seçimi genelde ideolojik bir şekilde geliştiğinden, şekil, dil ve içerik unsurları gözden geçirilmemektedir. Bu ikinci saydıklarım değerlendirilmeden şiir yada roman hakkında kabul edilemeyecek kadar yanlı bir tutum takınılmakta. Son yıllarda dünyada ünlenen şair ya da yazarlarda ideoloji her ne kadar yok gibi görünsede bariz bir biçimde liberalist görüş ve fikirlerin savunucuları öne çıkmaktadır. Dünya çapında ilgi gören edebiyat ödülleri, yukarıda bahsettiğim gibi dönemsel olarak meşru görülen fikirleri eserleştiren yazarlara verilmiştir. Bu bozulma özellikle 1990 dan sonra daha belirgindir. Yani bir yandan edebiyatta ideolojinin belirleyiciliğini eleştirirken, diğer yandan da belirleyiciliğinin arttığını gözlemlemek ciddi olarak moral bozukluğunun yanı sıra sanatta da bir aşınma yaratmaktadır.
Son Yorumlar