Tiyatronun tanığı: metin – 3 (Metin AND)

Aşağıdaki yazı Yapı Kredi Kültür Sanat Etkinlikleri çerçevesinde 11 Şubat 2004 Tarihindeki Metin And söyleşisinden, Metin And’ın izniyle kaydedilmiş ve Fatoş Karagöz ile Ayşegül Güney tarafından çözülmüş ve redakte edilmiştir. Metinde okuyucuya tutarsız ya da ”daldan dala atlanmış” gibi gelen ifadeler sayın Metin AND’ın sohbet üslubundan kaynaklıdır. Redaksiyonda buna sadık kalınmıştır. Metin uzun olduğu için bir kaç bölüm halinde yayınlanacaktır.

Yazının birinci ve ikinci bölümü için tıklayınız.

***

İşte Şair Evlenmesi’ne dair de bişeyler söyleyeyim. Şimdi, geleneksel tiyatroyu da bir kenara bırakıyorum. Onun üzerinde de konuşmak isterdim. Ama evrelere ayrılışını kısaca belirteyim. Çok ilginçtir, geleneksel Türk tiyatrosunu saymazsak üç evre var, Batı Tiyatrosu yolunda giden. Bunlardan bir tanesi Tanzimat ve İstibdat. İstibdat Tanzimat’ın antifrizi, bütün yapılanları mahfediyor. Türkiye’de çok sık rastalanan bir olaydır. Bir İngiliz söylemiş galiba, bilmiyorum doğru mudur? “Türk gibi başla ama, Türk gibi devam etme” dermiş. Şeyleri hatırlıyorum tabi, Halkevleri, Köy Enstitüleri, ne kadar iyi yapılan şeyler varsa onların hepsini kendi elimizle boğuyoruz.

İşte Tanzimat da öyle. Tanzimat Tiyatrosunun ilk evrelerinin başlangıç ve sonucuda bir politik olay rejim değişikliği ile oldu. Çok ilginçtir. Aynı yıla rastlıyor. Şimdi Tanzimat’ın başlangıç yılı 1839, yani Tanzimat fermanı. Bize yeni bir tiyatro anlayışı için her şeyden önce yeni bir tiyatro binası lazım. Bu günkü modern anlayışımıza göre veya Geleneksel Türk Tiyatrosuna göre her yer tiyatrodur demiyorlar. İlla yüksek bir sahnesi olacak, perdeleri falan olacak, gerekirse localar falan olacak. Böyle bir tiyatro imajı istiyorlar. Cunhuriyet döneminde de böyle devam etti. Yani doğru düzgün bir tiyatro binası yapılamadı. Hepsi eski anlayışta olan tiyatro binaları. Bu yerde tiyatro binası yok, 1839′da dört tiyatro binası oluyor. Bunların ikisi çift. Fakat orda tragedya bile oyanıyor aynı zamanda, sirk içinde. Sonra 1840 da çok önemli bir tarih; Tanzimat için, benim gibi bir tarihçi için çok önemli bir tanesi. Bir tanesi de tiyatro için çok önemli. 1840 yılında çok ünlü bir İtalyan sihirbaz Barcelomeo geliyor İstanbul’a. Sihirbazlık tarihinde çok önemli bir yeri vardır bunun. Oyunlarını gösterecek ama tiyatro binası yok. Bunun üzerine Sultan’a müracaat ediyor. Abdülmecid çok nefis bir adam yani.  Hayranım o adama. Ona müracaat ediyor. Bir ferman çıkarıyor tiyatro yapması için. Kısa zamanda tiyatroyu yapıyor. Yerini de söyleyeyim. Bu “Naum” diye bir adam var,  Suriye kökenli. Burda, Türkiye’de onun hatıraları da yayınlandı, Fransızca. Büyük bir arazisi var, Balık Pazarı falan oralarda. Orada bir bina varmış, yanmış; orada yapılıyor. Bir sene burada oyunlar yaparken aynı zamanda da İtalyan operaları oynuyor. Bu arada bir konferansımın anonsunu yapıyor, İtalyan Lisesini Bitirenler Derneği. Ben aslında ona gideceğim için bu günlerde gelmeyecektim İstanbul’a, ama bu çıktı, geldim, döneceğim. Tekrar geleceğim ve İtalyan Lisesini Bitirenler Derneğinde bir konuşma yapacağım. İtanbul’a bir opera binası hediye eden İtalyan sihirbaz. Konusu böyle.

Ondan sonra 1870 yangınına kadar burada bütün İtalyan operaları oynanıyor. Hatta öyle bir merkez oluyor ki, bütün operalar oynanıyor. Rossini’ler, Bellini’ler, bütün Verdi’ler oyananıyor. Bizde bir kaç tanesi oynanıyor devamlı, mevsim böyle. 1870′de muazzam bir yangın oluyor ve Beyoğlu’nun üçte biri gidiyor. Naum tiyatrosu da yanıyor, ama orada tiyatroyu Bosco yaptırdığı zaman 600 kişilikken, 1846-47 de İtalyan iki kardeş bir çok binalar yapıyorlar. Bu arada tiyatroyu da onarıyorlar 1500 kişilik üç kat locası olan büyük bir opera binası oluyor. Bizim Cumhuriyet’te bile bir türlü yapamadığımız şey. Ondan sonra bundan kalan hatıra, eğer buradan çıkıp Galataray Lisesinin karşısındaki sokağın adına bakarsanız Sahne Sokağı adını alır. Naum Tiyatrosunun anısına oraya Sahne Sokağı denmiştir. Duruyor mu hala bilmem. Sokakların adlarını da değiştiriyorlar sık sık, inşallah bunu değiştirmezler. 1839′da başlatmamın nedeni yalnız Tanzimat Fermanı’nın okunması değil. Dört tane tiyatro açılması. Ertesi sene bunlara bir tane daha ilave oluyor. Başlangıcı kesinlikle 1839 oluyor.

Peki bitirme mevsimi ne zaman? O da 2.Meşrutiyetin ilanı. Aynı zamanda hürriyetin ilanı deniyor ona. Ne kadar hürriyetse? 1908 Meşrutiyet dönemi niye deniyor ona? Çünkü İstibdat döneminde 1881′de çok sıklaşan ve tiyatroları yok eden sansürler, öyle ki artık Türk yazarları oyun yazmıyorlar. Oynanmıyor onlar çünkü. Günümüzde de oluyor öyle gariplikler, sansür gariplikleri. O zamanda hayde hayde oluyor. İstibdat döneminin bir başka belası da İstanbul için Rıdvan Paşa, Belediye Başkanı. Astığı astık ketiği kestik. Oğlu Reşat Sultan tiyatroya meraklı bir genç. Muhsin Ertuğrul‘un da hocası olmuş. Bu genç hep tiyatro kulislerinde. Mınakyan tiyatrosunda, orda burda. Babası da kızıyor, bizim oğlan tiayatrocu mu olacak falan diye. Bunu üzerine İstanbul’da Türkçe tiyatroyu yasaklıyor üç sene. Üç sene zavallı tiyatrocular temsil veremez oluyorlar. Adam sırf oğlunu bu işten vazgeçirmek için. Ondan sonra başka şehirlere falan gidiyorlar. Adamı sonra bir suikastta öldürüyorlar. Böylece İstanbul’un tiyatroları kurtuluyor ama artık kalmamış bir şey. Yalnız bir cambaz var. Çok usta bir şey. O da Mınakyan. Şimdi Mınakyan melodramlar falan oynuyor. Melodram bizde pek iyi anlaşılmamış, yani duygusal filmlere melodram denliyor. Onların içinde melodram olanlar var. Melodram üçüncü türdür. Üçüncü tür olaraktan belli kuralları vardır. Bu tür nasıl çıkıyor?.. Yalnız süre çok kısıtlı…

Şimdi İngiltere’de, Fransa’da tekel kuruluyor. Mesela İngiltere’de Cronwel’den sonra bütün her türlü tiyatro faaliyeti yasak. Tabi Elizabeth devrinden çok sonra oluyor. Sonra restorasyon devri geliyor. Tiyatroya izin verilecek. Bir yaz iki tiyatroya izin veriliyor. Birisi Komedi oynayacak öteki tragedya oynayacak. Başka tür yok. Bilmiyorlar da başka tür. Bunun üzerine bu tekeli delmek için yeni türler başlıyor. Bunlara İngilizler “piç türler” diyor. Yani anası babası belli olmayan çocuklar gibi. Melodram işte böyle doğuyor. Melodram eskiden müzikliymiş ama müzik bir bahane yani üçüncü türü yapmak için. Sonra müzik pek kullanılmıyor ama melodram türü belli oluyor. Sonra çok yeni türler çıkıyor ortaya, yani saysam çok vakit alır. Türkiye’de de aynı tekel durumu olduğunu vakit kalırsa anlatacağım. İşte bu melodramlar için şöyle düşünün; bu westernler tipik bir melodramdır onlar. Çünkü burada tipler var. Mesela şöyle düşünün; hani bütün kötülüklerle mücadele eden baş kahraman bir tanesi. Onun yanında bir de böyle aptalca, komikçe br adam var. Ondan sonra, kahramanımızın sevdiği kız var. Sonra banka soyguncuları, tren soyguncuları falan var. Bunların arasındaki mücadele. Tabi başka karakterler de var. Bu şekilde tipler belirtilmiş. Ama muhakkak bir tane kötü adam, bir tane iyi adam falan var. Genellikle melodramların sonları kötülüğün iyiliğe yenilmesi. İbret oyunları. Melodramları oynayan Mınakyan da bundan yararlanıyor. Bunlar ibret oyunudur dokunmayalım. Aksi taktirde kral çıkmıyor, taçlı insanlar çıkmıyor, prensler çıkmıyor. Prenslerin öldürülmesi falan yok.

Eskiden mesela Hamlet’e, iki tane Shakespear’e izin veriliyordu.  O da yabancılar oynadığı zaman.Onlardan bir tanesi Otello, bir tanesi de Venedik Taciri. Ama daha önce oynamış. Hatta Muhsin Ertuğrul ilk defa kadın Hamlet çıkarttı, arkadan bir tane daha çıkarttı. Kadın oynatıyor. Niyeymiş? Seravena öyle yapmış diye. Seravena’da Hamlet rolüne çıkmış kadın olduğu halde. Niye kadına oynatılıyor Hamlet? Öyle inat etti ki anlamak çok zor. Hatta Yıldız Kenter’i de çıkartacaktı Hamlet’e. Allah’tan olmadı bu iş. Yani inat etti, boyuna kadın çıkartacaktı Hamlet’e. Halbuki bu yenlilik değil ki. Tanzimat Tiyatrosunda Siyanüş resmi var, benim Osmanlı Tiyatrosu diye bir kitabım var. Hepsinin resimleri var. Osmanlı Tiyatrosu kitabımdaki resimde Siyanüş, hem Hamlet’teki Otelya’yı oynamış, o resim var. Bir başka temsilde de Hamlet’i oynamış, o resmi koyduk. Bütün bunlar, yenilik denen şeyler, tanzimatta yapılmıştı. Onun için tanizmatın değeri çok büyük. Yine mesela bu Muhsin Ertuğrul Bölge Tiyatroları. O kurmadı ki bölge tiyatrolarını. Ne yaptı? Bölge Tiyatroları gibi Fransa’da ki sandramtikler vardı; ama onun kuruluş amacı çok başka. Onlara özenerekten iki üç tane yazdı. O zaman adı Bölge Tiyatorlarının kurucusuna çıktı. Hiç bir şey kurmadı. Üstelik o zaman Devlet Tiyatroları Genel Müdürü idi. Bir şey yapmadı, ondan sonra genel müdürlükten çekildi .O zamanlar neyi müdafaa ediyordu? Merkezden idare ediyordu. Sonra ordan ayrılınca merkeziyette idare etti. Çünkü kendisi yok orda. Onun için “kendi kendilerine idare etsinler” dedi bana. Zaten o sırada 12 Mart dönemi, Kültür Bakanı Talat Arman, zavallı o da buna inanıyor, ama askerler de bunu istiyor. Merkeziyetten idare edilsin. Orda ne olur bölücülük falan gibi şeyler. İşte böyle bir şey .Halbuki Bölge Tiyatroları tanzimatta var, e bunu yapanlar oradaki Vali’ler. Şimdi örnekler vereyim size:

Şimdi Ziya Paşa var, şair aynı zamanda da. Molliere’in bir oyununu manzum olarak çevirmiş. Adana’da Vali iken tiyatro kuruyor. Ahmet Eyüp Paşa, onu biliyorsunuz, oradaki tiyatroyu kuruyor. İki sene idare ediyor, yönetiyor, sahneye de koyuyor. Ahmet Eyüp Paşa bütün Molliere’leri çevirmiş. Biz yalnız 16 tanesini biliyoruz. Ama aslında bütün Molliere’leri çevirmiş ve çok iyi çeviri olduğunu söylemek mümkün. Bizim fakültede bir doçent vardı Fransızca bölümünde, o tezini Ahmet Eyüp Paşa’nın çevirileri üzerine yaptı. Fransızcasına hayran kaldım adamın. Türkçe karşılığını nasıl buluyor, nasıl çeviriyor?…

-sürecek…

2 Yorum

  1. hani diyor ki:

    biz sizden tiyatronun 3 türünü istiyoruz yayınladığınız şeye bakın yhaaaaaa birazyardımcı olun

    Cevaplamak için giriş yapın
  2.  avatarı sarlo diyor ki:

    çok anlamlı bir yazı dizisi olmuş. bu arada sürecek bilgisi geçerli mi? ilgiyle okudum. devamı gelecekse sabırsızlıkla bekliyorum.

    Cevaplamak için giriş yapın

Yorum yapın

Yorum yapmak için buradan giriş yapmalısınız.