SAMANYOLU KAĞNILARI.

SAMANYOLU KAĞNILARI..

SIVAS YOLLARINDA
Sivas yollarında geceleri
Katar katar kağnılar gider
Tekerleri meşeden.
Ağız dil vermeyen köylüler
Odun mu, tuz mu, hasta mı götürürler?
Ağır ağır kağnılar gider
Sivas yollarında geceleri.

Ne, yıldızlar kaynaşır gökyüzünde,
Ne, sevdayla dolar taşar gönüller,
Bir rüzgâr eser ki bıçak gibi
El ayak şişer.
Sivas yollarında geceleri
Ağır ağır kağnılar gider.

Kamyonlar gelir geçer, kamyonlar gider
Toz duman içinde,
Şavkı vurur yollara,
Arabalar dağılır şoförler söver,
Sivas yollarında geceleri
Katar katar kağnılar gider.

Cahit KÜLEBİ

Gençliğimi bozkırın yamaçlarında tükettim ben. Çevresinde geven, çoban yastığı, dikenler bulunan keçiyolları vardır bozkır da.Bu yollar sicim gibi kıvrılıp gider.Bel aşar,tepe geçer,yamaçlara uzar ve çizgi çizgi bozkırın bağrına ulaşır.Çoğunlukla bozkırdaki bu keçi yolları bağa bostana gidenleri,koyun,kuzu ve keçilerin geçtiği yollardır .Ben bu yollarda,yamaçlarda çok koyun,kuzu,sığır güttüm.Çocukluğumun düşleri bu dağlarda yeşerdi. Varıp bir dağın yamacına kuruldum. Otlardan, çalılardan minderler yaptım kendime.

Ayaklarımı uzatıp sırtımı dağlara yasladım. Seyre koyuldum uçsuz bucaksız vadilere.Dingin bozkır günlerinde bu dağlarda düşler üretip durdum.Yüreğim yıldızları öptü bozkırın gölgelendiği saatlerde.

Bağlarından dönen siyeç kokulu kızlara aşık oldum.bu bozkır yollarında.Çekirge ateş böcekleri sarardı bu yolları kimi zamanlar,yaban fareleri,gelengiller çıkardı önüme sık sık.

Eski Anadolu yolları yaz süresince ekin kokardı.Tarlalardan sap yüklü kağnılar,arabalar gelir,harmanlara giderdi.Yollarda yer yer altın zincirler gibi sap kırıntıları yatardı..Köylü,kasabalı,İsmailler,Kır oğlanlar,Haççalar tan atarken yarı aç,yarı tok tarlaya koşarlardı. Sonra güneş bakır sini gibi kıpkızıl tepelerden görünür,bozkıra ateş körüklerdi. İsmailler,Kır oğlanlar,Haççalar ve tüm çoluk çocuk bu ateş yağmuru altında buram buram ter dökerdi.Çoğunun da gözleri içine kaymış,dudakları çatlamış,kavlak yüzleri kızarıp kalmış olurdu bozkırın alevinden.Sırtlarında çizgili,yamalı gömlekler,bacaklarında kara,kıl şalvarlar..Sapı yükleyen düşerdi bozkır yollarına..

“Hooo!” derlerdi öküzlere,mesesi sallarlar,öküzler kımıldar,sap kağnısı yürümeye dururdu.Öküzlerin ağızlarından ak köpükler süne süne toprağa akmaya başlardı.Bu çilekeşler sarı sıcak altında zorlanıp dururlar,hele kavrulan toprağın verdiği sıkıntıyla durmaksızın boynuzlarını sallarlar,daha hızlı yürümeye çaba gösterirlerdi.Bozkır sinekleri konardı durmadan öküzlerin gözlerine,onları rahatsız ederdi.Uzun yol boyu bu saldırganlarla savaşırdı hayvancıklar.Bu yetmiyormuş gibi birde kıçlarına meses yerler,nodulu kanlı yaralar açardı arkalarında.Üstelik de tepede bozkır güneşi acı bir diken gibi batardı.Gel de Pir Sultan’ı anımsama !.Ne demişti koca öküzler için : “İrençberler hoşça tutun öküzü “

Yolcularda görünürdü bozkır yollarında. Bunlar ya at üstünde ,ya eşek üstünde heybeleri,çuvallarıyla,ya da yaya olarak elinde çıkısı ya da omzunda torbasıyla yolları aşar giderlerdi. Çok kez cır cır böcekleri ninnilerdi onları. Kara sığırcıklar, mor ibibikler, elvan renkli kız kuşları,boz üveyikler uçardı önlerinden bazen turna katarlarına takılırdı gözleri. Bir ah çekerler, bakışları ufka saplanır, sonra bir türkü tuttururlardı. Bu türkü bozkır sıcağında erir,akar,kuru otlara,solmuş çiçeklere karışırdı.

Susar insan,bir damla suya hasret kalırdı bozkırda.ağız kurur,yanaklar pörsür,gözler küçülür kalırdı.Sahra çölünde kalmış gibi bunalıma girerdi insan.Yolcular,bir taş yığını içinde bir cılız kaynak,bir su birikintisi arardı.Hele bir söğüt kümesi görürlerse ne iyi! Dumanlı enginleri tarardı gözleri.Gidilir,gidilirdi yanıp tutuşarak.Eh ufukta bir taş yığını,bir söğüt kümesi ışıldardı sonunda.Yaya ise yolcu,adımları sıklaşır,eşek ya da at üstünde ise hayvanı nodullardı boyuna.Kağnıysa öküzler hızlandırılırdı.Suya kavuşulurdu sonunda.Su da su mu,nah sırça parmak kadar ! Kana kana içilirdi sudan, arkasından hayvanlar sulanırdı. Sonra söğütlerin altına gidilir,iki lokma bir şeyler atıştırılır,hayvanlar doyurulur,biraz da yan gelip yatılırdı.Ortalık kavrulmaktadır.Her yer pul pul titrer sıcaktan.Bir süre sonra yine yol görünürdü. Yollar hep yollar…

Uzun yol yolculukları uzak,sisli ufuklara doğru bozkırı yaşayarak giderlerdi.Öyle ki güneş kızıl bir yangın bırakarak mor dağların ardına çekilir,duru bir akşamdan sonra serin bir gecede iner bozkıra.Gökte çakıl taşları gibi kaynaşan yıldızlar belirir.Yıldızlı gök uzayıp giden bozkır yollarını okşar.Bir yandan gece kuşları seslenir,bir yandan böcekler…Ara sıra bataklık sularında kurbağalar vıraklar.O zaman ne düşler kurmaz ki bozkır yolcuları! Gönlünde Aslı hanı Kerem gelir yanı başlarına.Elinde ucu püsküllü bir saz.Aslıhan’ın ateşiyle açar sazını. Çalar yanık yanık,çalar dertli dertli.Aslı’nın aşkını dillendirir,dağlardan,ırmaklardan,kara gözlü ceylanlardan,dal boynuzlu geyiklerden dem vurur.

Ay varsa bozkırı bir hayal meyve gibi avucunda tutarsın.Her şey acı gerçeğinden sıyrılmış,olağanüstü bir masal kahramanı gibi görülür.Anadolu yolları geceleri hayal kervanlarıyla dolar.Bozkır müziği kuru otlar dibinde sessizliğe karışır.Kişi bu engin bozkır gecesinde yaşama aşkını ta can evinde duyar. Ancak kimi zamanlar katar katar geçen kağnılar bu bozkır gecesinin sessizliğini bozardı.Kağnı gıcırtıları çıplak ve sert bir gerçeğin,umarsızlığının hüznünü işlerdi yüreklere.Ama yinede kaynaşan yıldızların altında sevdalanırdı insan.

Yorum Yapın

Yorum yapmak için buradan giriş yapmalısınız.