Edebiyat, politika ve Arap ülkeleri

Politika DIŞI bir edebiyat var mıdır? Uzlaşmaz gibi görünen, sanılan ve o tür duygular uyandıran bu iki Sözcük –  aslında İKİ KAVRAM- arasında ne tür bir ilişki vardır?

Binlerce kitabın yazıldığı bir alana girmek Okyanusa dalmaktan farklı olmayacağı için, konuyu sınırlayıp, aslında bu sorular bağlamında somut ve canalıcı bir konuyu ele alacağım. Politika, toplumsal faaliyetlerin omurgasıdır; toplum içinde varolan bireyin istek ve iradesine bağlı olmayarak ve onu da kapsayan, belirleyen bir kollektif ama soyut İRADE’dir: EKONOMİ, nin ve ekonomik ilşkilerin Yoğunlaşmış ve belirleyici konumda olduğu; bu temele bağlı olarak sosyal, kültürel, sanatsal, hukuksal vs tüm kurumların ve geleneklerin, inançların şekillendiği iNSANA Özgü bir niteliktir. Antik çağdan beri İNSAN NEDİR?, sorusu ortaya atılmış ve tanımlar yapılmıştır. Kimi düşünerler, ’düşünen hayvandır’ demiş İNSAN için; kimileri, ’Önayağını EL olarak kullanmaya başlayan bir canlı türü’; kimi leri ’DİL’i olan bir Sosyal-kültürel varlık’ ve Marx ise ’ALET yapan bir bir canlı türüdür’ demiş. Bu özelliklerden birçoğu, sınırılı da olsa bize benzeyen ve benzemeyen canlılarda var; o halde insanı daha TAM betimleyen bir tanıma kafa yormamız gerekiyor. Bence, en karakteristik çizgilerini vurgulayarak İnsan’ı şöyle tanımlayabiliriz: DİL-DÜŞÜNCE bağlamında sürekli kendini yenileyen, Aletlerini sürekli olarak ileriye doğru geliştiren, toplumsal ilişkilerini ve yaşamını bu gelişmeye uydurmak için de değiştirme yeteneği olan bir CANLI SOYUDUR.

İşte bu ÖZELLİĞE biz KÜLTÜR diyoruz.

Görüldüğü  gibi, Teknik ve ekonomik gelişme, kaçınılmaz olarak DİL-DÜŞÜNCE ve elbette Sosyal organizasyonda, yani Toplumsal ilişkilerde değişime ve dönüşüme yola açıyor. Bu değişim, POLİTİKA olmaksızın gerçekleşemez, haliyle Politika ve politik yapı insanın en DOĞAL eylemi ve hatta Günlük yaşamıdır. Bu süreçler arasındaki UYUMSUZLUK, çelişki ve çatışma toplumsal bunalıma, kaosa ve giderek toplumsal alt-üst oluşlara yol açar. Şu an Tunus, Mısır, Ürdün gibi Arap ülkelerinde ortaya çıkan gelişmeleri bu açıdan ve bu bağlamda anlamamız gerekiyor.

ARAP ÜLKELRİNDE NELER OLUYOR?

HASTA Adam ilan edilmesiyle birlikte Osmanlı Devleti’nin Emperyalist ülkeler tarafından paylaşılma süreci başladı; tarihe bakarsanız bu toprakların hangi ülkelerce koloni yapıldığını ve sınırlarının çizildiğini görürsünüz. En sona kalan İtalya idi, o da Libya ve sonunda Eritre, Etiopya’ya saldırdı. Osmalı İmparatorluğu ise yeni palazlanan Almanya’nın hanesine yazıldı. Haliyle, bu topraklardaki halklar için BATI’nın iç dinamiklerle ilerleyen ekonomik – soyal – kültürel gelişme ve ilerleme yolu kapanmış oldu. Paylaşılan Osmanlı toprakları içinde KURTULUŞ SAVAŞI vererek bağımsızlığını kazanan tek ülke Türkiye oldu; Kurtuluşun lideri, Kemal Atatürk ve çevresindeki az sayıda insan, ’NE YAPILMALI?’ sorusuna en doğru ve en radikal yanıtı verdi; Yeni bir Toplum – Akıl ve Bilim rehberliğini kabullenme – Eski ve toplumsal gelişmeyi frenleyen tüm bağların kesilip atılması, En ileri Çağdaşlığa ve uygarlığa vakit yitirmeden ve bir an önce erişmek!…

Bugün bizi, sözkonusu Arap ülkelerinden ayıran en büyük ayrılık Cumhuriyet ile kazanmış olduğumuz bu yeni toplumsal ilişkiler, ekonomik gelişme ve devrimci dönüşümlerdir: Yeni alfabe, takvim, yeni ölçüler, kadın – erkek eşitliği, Milli İrade, ksıtlı da olsa basın, üniversiteler vs… Şurası unutulmamalı ki, değişim ve dönüşüm her zaman ve HEP ileriye doğru olmaz. Fransız Devrimi buna örnek; Restorasyon dediğimiz, Cumhuriyetin yıkılıp yerine yeniden Krallığın kurulduğu dönemler yaşandı. Toplumsal patlamaların ortaya çıktığı Tunus ve Mısır’ın İLERİYE doğru değişmesi olanağı var; ama daha geriye doğru da gidebilir. Çünkü, bu eylemlerde yer alan güçler, örgütler ve onlar arasındaki güç dengesi, taktik ve strateji ilişkileri kısa ya da uzun erimde belirleyici olacaktır.

İRAN ÖRNEĞİ

Humeyni Örneği, unutulmaması gereken, herkes için önemli dersler içermektedir. Fransa ve bazı ülkelerin arkaladığı (Humeyni, Fransa’da  TV ve radyo kanalları yoluyla Fetva’lar yayınlayarak İran’daki muhalefeti yönetmişti) bu harekette SOL güçler ve TUDEH vargücüyle yer aldı. Onlara göre, Anti-Amerikan olan Humeyni hareketi, ilerici ve devrimci çizgideydi. Daha sonra tüm sol güçler, hatta demokrat eğilimli Ayetullahlar ve Din adamları teker, teker Humeyni diktatörlüğü tarafından ve acımasızca yok edildier. Hitler gibi, adım adım gidilerek diktatörlüğe varıldı. ’Her parıldıyan şey altın değildir’ atasözü bir kez daha ama çok acı biçimde doğrulandı. Yani, her ABD ve BATI düşmanlığı, İsrail Düşmanlığı demokrat – ilerici ve olumlu değildir. Bir ilerici için ölçü, ’İnsanoğlunun kazanımlarınım tümünü benimsemek ve kabullenmek’ esas iken, bir DİNCİ bu kazanımların çoğuna karşıdır, hatta düşmandır; Ortaçağ yaşamını, Kutsal olduğuna inandığı kuralları tüm topluma uygulamaktır amacı ve bunları ölçü almıştır. Ama, intihar eylemi ile kendi canına ve suçsuz insanlara da kıyacak kadar ABD, BATI ve İSRAİL düşmanıdır. Bu iki uzlaşmaz ve bağdaşmaz çizgiyi birbirinden ayırmazsak, ayıramazsak, kesinlikle bu UYGARLIK ve ÇAĞDAŞLIK düşmanı güçlerin, tıpkı İran’daki gibi, ekmeğine yağ sürmüş oluruz. Tarih bu örneklerle doludur.

BATI’nın HATASI ve İHANETİ

Tıpkı bizdeki 12 EYLÜL diktatörleri gibi, Batı var gücüyle ülkemizde ve tüm İslam dünyasında SOL’suz, İLERİCİ’siz bir dünya yarattı ve kendine hizmet eden diktatörlükleri korudu, destekledi. Endüstri devrimini başarmış olan BATI ülkelerinde sendikalarda, sol ve ilerici partilerde yer alan, bu tip örgütlere destek olan YOKSUL halk yığınları, İşçiler, işsizler doğal olarak SOL’da yer almalıyken, -Sol ve İlerici güçlerin tüm İslam ülkelerinde vahşice yokedilmesi sonucunda- yerine İSLAMCI denilen, Batı ve ABD-İsrail düşmanı olmakla birlikte, toplumlarını çağdaşlığa, uygarlığa kapalı hale getiren, kadınları köle, halkı TEB’A ya da Cemaat haline getirmeyi amaçlayan çağdışı örgütler, TALİBANLAR yoksul halkı arkasına aldı, demogoji ile onları aldattılar ve halen aldatıyorlar. ABD.nin Yeşil Kuşak stratejisinin sonuçlarını artık tüm dünya acılarla yaşıyor.

Bu eylemlerden bizim öğreneceğimiz şey şudur: Demokrasi, yalnızca OY kullanmak değildir; çünkü bu ülkelerde on yıllardır herkes oy kullanıyor. Bunun ötesinde, özellikle GENÇ kuşak başta olmak üzere tüm emekçi yığınların gösteriler ve mitingler yaparak hakkını arama ve isteme yolunu kullanmaları ve her durumda bu hakları geliştirmeleridir.

İKTİDAR, çok tehlikeli bir yerdir. Orada oturanların ya başı döner, ya da çevrelerinde yağcı ve dalkavuklardan, hırsız ve çıkarcılardan oluşan bir çember oluşur; zaman içinde kendisi de o çemberin esiri olur; istese de oradan ayrılamaz. Tunus ve Mısır’da gördüğümüz budur. Bu iktidar sahipleri, kendi üzerlerinde hiçbir denetim, kontrol ve güç tanımazlar; bu tür kurumları kendi denetimlerine almak için çabalarlar ve başarırlarsa DİKTATÖR olurlar. Hiçbir toplum bu tür HASTA ve PSİKOPAT üretmeye kapalı değildir. Sovyetler’in yıkılmasının en büyük nedenlerinden biri de budur. Hitler gibi bir caninin Dünya’yı kana boyamasının da sırrı buradadır. Şu an ülkemiz bu süreci yaşıyor ve hemen hemen DİKTATÖRLÜK aşamasına varmış bulunuyor; kiralık kalemler bu süreci Demokrasiye gidiş gibi sunuyorlar. Üstünde HUKUKSAL denetim tanımayan, hesaplarının kontrol edilmemesi için çaba harcayan ve hatta BAĞIMSIZ her kurumu Bağımlı haline getirmeye uğraşan her kim olursa olsun DİKTATÖR kafalıdır ve bu tür rejimin adı Diktatörlüktür. Şimdi bol bol Tunus ve Mısır’daki hırsızlıkları okuyacağız; bunları okurken ülkemizdeki durumun pek farklı olmadığını düşünmeliyiz. (Hırsızlıksa, evvelallah, bizde daha beteri vardır!) Bağımsız denetimlerin, kurumların, hukukun üstünlüğünün, bağımsız mahkemelerin… varolduğu, özgürce işlediği bir HUKUK devletinde bunlar olabilir miydi? Olsa bile, kısa sürede açığa çıkmaz mıydı?

DEMOKRASİ  SORUNU ve KÜLTÜR

ABD, sözümona Irak’ı demokrasi getirmek için işgal etmişti, sonuçta ŞERİAT uygulanan İki devlet (Şii ve Sunni) ile bir AŞİRET devleti yarattı. Afganistan’da Taliban yeniden hakim oluyor. Şu an Arap ülkeleri halkları bir gerçeği gösteriyor: Demokrasi bir ülke halkının iradesiyle ve eliyle kurulur, yükselir. Dıştan karışmalar, müdahaleler, provakasyonlar bu süreci engeller ve çok kan dökülmesine yol açar… ABD.nin günahı büyük; El-Kaida, Taliban, Hamas… (Bizdekini herkes biliyor) hep onun dolarları ve uzmanlarınca yaratıldı. Fransa ise daha az suç siciline sahip değil: Zaire diktatörü, eski sömürgelerindeki tüm diktatörler (Tunus dahil) sonunda bu ülkeye kaçtılar, onmilyarlarca dolar tutan halktan çaldıkları paraları bu ülkede sakladılar. Şimdi iki ülke görüyoruz: Mısır, ABD.nin günahlarını; Tunus ise Fransa’nın günahlarını ödüyor ve ödeyecek. Korkum, Sonunda ABD ve Fransa’nın, iki ülkenin elele verip, daha önce olduğu gibi, insanlığın başına Humeyni, El-Kaide, Hamas, Taliban… tipi bir bela açmalarıdır. Çünkü SOL iktidar olmasın da ne olursa olsun, bunların temel kıstasıdır. Mısır için daha büyük ve başedilemez tehlike var; Nüfusun ondabiri KOPT, Hırıstiyan, orada başlatılacak olan DİNİ temelde bir çatışma Haçlı Savaşlarından buyana görünenlerin en korkuncu olur…

EDEBİYAT neresinde, bu yazdığının diyebilirsiniz? Doğru, ama hemen söyleyeyim. Burada ele aldığım ve anlatmaya çalıştığım şeyler, gelecekte Romanlar, Şiirler, Şarkılar, Filmler… Sanat ve Edebiyat olarak ortaya çıkacak olan malzemeleri işaret ediyor. Her sınıf ve güç KENDİ açısından ve kendi çıkarlarına göre bu malzemeyi ele alacak, işleyecek ve yeniden yaratacak. Görüldüğü gibi, ’Her ulusal Kültürde iki farklı Kültür vardır: biri ilerici, diğeri gerici,’ sonucuna varıyoruz. ’Çanakkale savaşını, melekler, evliyalar, enbiyalar ve Uhud savaşında şehit düşenler kazandı; yoksa orada direnen askerlerimiz değil,’ tarzında kitap, film ve tiyatrolara da rastlarsınız. Sözümona KÜLTÜR sayılan bu tür Akıl ve Bilimdışı kitap ve filme destek veren, finanse eden, topluma yayan yönetici mutlaka ve mutlaka DİKTATÖR’dür, henüz açıkça bunu ilan edememişse zamanı erken bulduğundandır.

EDEBİYAT malzemesinin en bol olduğu topraklarda yaşayan Türk ve Arap aydınlarının, bu malzemeleri boşverip, sömürgecilerin ya da diktatörlerinin kendilerinden istediği, beklediği suya – sabuna dokunmayan konularda mürekkep tüketmeleri ise bir KAÇIŞ’tır.

İhsan KUTLU

Yorum yapın

Yorum yapmak için buradan giriş yapmalısınız.