Yaban Ördeği ve İbsen üzerine kısa bir inceleme (Öznur ÇETİN)

yaban-ordegi-oyunundan1_antalya-devlet-tiyatrosu_160‘YABAN ÖRDEĞİ’ VE ‘İBSEN’ ÜZERİNE KISA BİR İNCELEME

(H. IBSEN /REJİSÖR: SONER ÇİMEN / ANTALYA DEVLET TİYATROSU)

Tarihsel Koşullar:

İbsen’in 1828 yılında Norveç’te büyük bir varlıkla başlayan yaşamında, babasının hesapsızlığının kurbanı olan işletmenin iflasıyla aile yoksullaşmış ve İbsen daha derinden, daha gerçekçi yaşamaya başlamış; yapıtları da romantik öğelerden soyutlanarak gerçekçi boyuta ulaşmıştır.

Oyunlarının içeriğini kuşkusuz dönemin toplumsal gelişmeleri belirliyordu. Bu açıdan 1848 Fransız devrimlerinin nedenlerinden yola çıkarsak; değişen ekonomik yapıya uymayan toplumsal ve siyasal durumun, bu aradaki dengeyi ve uyumu sağlayabilmek amacıyla harekete geçirdiği bir olaylar zincirinden bahsedebiliriz. Bu döneme kadar romantizm etkisinde bulunan yazın dünyası toplumsal koşullar sebebiyle değişmeye başlar. Çünkü dili sınırlayan neo-klasizme başkaldıran romantizm, aşırı bireyci tutuma çözüm getiremez. Romantizm köyden kente geçişi, bireyin bunalımlarını ve para hırsının gereksizliğini dile getiriyordu fakat bu yetmiyordu. Çünkü kentleşme ve makineleşmenin getirdiği baskı romantizmin en olumlu tutumunda bile gerçekleşemeyecek bir düşten öteye geçmiyordu. İşte ‘gerçekçilik’ de bu dönemlerden sonra ortaya çıkmaya başlar. Konularını doğrudan doğruya yaşamın kendisinden alan ve yaşamı olduğu gibi yansıtmaya çalışan, aktarımı yüksek sınıflar ve temalarla ilgili değil toplumsal sınıf ve temalar arasından seçen, sahnenin teknik donanımının da gerçek özellikler taşımasına özen gösteren bir akımdır gerçekçilik.

Genel hatlarıyla diyebiliriz ki Ibsen, Endüstri Devrimi’nden sonraki yarım yüzyıl içinde yerini sağlamlaştıran yaban-ordegi-oyunundan2_antalya-devlet-tiyatrosu_160‘liberalizm’in, insanlara umudun yollarını nasıl açtığını gözlemlemekle kalmadı; aynı zamanda liberalizmin insanları sürüklediği ‘ahlaksal çöküş’ün de izleyicisi oldu. Aynı zamanda İbsen’in tarihsel durumu, hiçbir modern sanatçının yapamayacağı bir biçimde, ‘çağdaş toplumda birbiriyle uzlaşmaz  karşıt iki sınıfın’ ikisine de bir şeyler sunmasına izin vermişti.

İbsen Metinlerinin Yapısını Neler Kapsıyor?

İbsen düz yazı tiyatrosunun gelişmesinde, zenginleşmesinde büyük rol oynamıştır.İnsan psikolojisini derinliğine irdelemesi, modern düşüncelerinin oyun kahramanlarınca savunulması, her zaman eşitlikçi ve özgürlükçü düşüncelere yer vermesi, İbsen’i önemli hale getirir. Eserlerinde ahlak endişesi, vicdan kaygısı gibi günlük yaşayışa ait bütün sorunları işlemiştir. En önemli savunusu ve hemen her eserinde görülen ana tema ise ‘insan düşüncesinin isyanıdır.’

Diğer yandan da, oyunları insanların birbirlerine karşı duyarlılıklarını yitirdiklerinde doğan yıkımı anımsatır. Modernizm koşulları altında yalıtılmışlığın, yalnızlığın ve anlam yitiminin usta işi anlatım arayışlarıdır; ama bir yandan da anlamlı bir özgürlük ve insanların birbirini anladığı bir dünya özlemini de dile getirirler. Ibsen’in dil anlayışı bu nedenle daha çok S.Freud ve Wittgenstein’a yakındır.

Ibsen Tiyatrosu bol sözcüklü, anlatımlı geleneğe, geleneksel entrikalara ve modası geçmiş problemlere bağlı bir burjuvadır; beden tiyatrosu değil, metin tiyatrosudur.

Bu yapı aynı zamanda Avrupa sanatının iki temel birikimi üzerine kuruludur; iyi kurulu oyun ve doğrusal perspektif.

Onun oyunları bu iki temsil biçiminin birlikte örüldüğü bir temsil alanı olarak tarif edilebilir. İyi kurulu oyun tarihsel olarak Fransız Devrimi ile ve onun ürünü olan melodram ile bağlantılıdır ve öyleyse yapısında klasik dram da içkin olarak bulunur. İyi kurulu oyun tekniği Ibsen’in- ve Ibsenci tiyatronun- modernliğine rağmen klasik dramla atmadığı

köprü olarak değerlendirilmelidir. Scribe, Pixerécourt ya da Nodier’den sonra ve bütün olumlamaları ile melodramın mirası olarak görülen bu formu; efektlerin dikkatli inşası ve hazırlığına dayanan bu tekniği Ibsen’in kendi yapıtlarında devam ettirdiğini ve günümüze de modern oyun kurma modeli olarak yansıdığını söyleyebiliriz.

Başka bir yapı olarak da, yukarıda belirtildiği gibi, resim sanatının belirleyici tekniklerinden biri olarak kabul edilen perspektifle, Ibsen tiyatrosunun ilişkisi üzerinde durmak gerekiyor.

Ibsen tiyatrosunda ve onun kurduğu yapıyı izleyen Batı tiyatrosunda olayların dizilimi geçmişe doğru açılarak geliştirilir. Bu da oyunun, bir resim gibi okunduğunda olayları en önde, daha geride ve en geride gibi yerleştirmelerle zihnimizde canlandırabileceğimiz bir resim gibi kurulmasını sağlamaktadır. En önde- resimde bize en yakın yüzeyde- oyunun şimdisi vardır, serimlerle birlikte oyun geriye doğru başka yüzeyler kurar ve tıpkı doğrusal perspektifli resimlerde olduğu gibi geriye doğru dizilim ufuk çizgisinde bir noktada kesişir ve

“kaçış noktası” olarak tarif edilen noktaya yöneltir okurun/izleyicinin bakışını. Kaçış noktası resimdeki görsel perspektifin vazgeçilmezidir. Bu noktada varlık ile yokluk birleşir ve ayrılır. Hem bir başlangıç noktası hem de bitimdir;  hem resimde ilk görülecek nokta hem de ulaşılacak son nokta, öyleyse aynı anda hem resmin girişi hem de çıkışıdır. Oyun yazımı sürecinde bize anlatılan bugüne en uzak andır, hikaye bu noktadan itibaren açılmaya,

gelişmeye başlamıştır ama bu an aynı zamanda öykünün geçmişe açılmasının sonuna işaret eder; daha ilerisine geçilemeyen bir son noktadır burası. İzleyici açısından bu an nihayet oyunun gizli anlamının aşikar edildiği, oyunun anlamına vakıf olunan andır. Yani oyunun kaçış noktası, oyunun şimdisine vakıf olunmasını, o şimdiyi mazur ve mantıklı bulunmasını sağlayan, bir tür ilk nedendir. Ibsen tiyatrosunun uzamı da daha önce sözü edilen derinliğe, görsel perspektife katkıda bulunur.

Ibsen, düzgün ve yoğun bir dolantılar zinciri içinde, yüksek sesli duygusal ve düşünsel tonlamalar eşliğinde hızla ‘yıkım’ noktasına doğru ilerleyen üç boyutlu karakterler yaratmıştır. Kahramanları, tarihi ve coğrafyası içinde zaman ve uzamla sınırlanmış bir toplumun ürünleri olarak somut gerçeklikle örtüşmektedir. Böylece tanımlanmış varoluş koşullarında, onları sıradan insanlardan daha yükseklere çıkartacak düşlere  kapılmış kişilerdir

bunlar. Ancak, düş kırıklığına uğramaya yazgılıdır bu insanlar; çünkü, içinde varoldukları toplumun içerdiği çelişkileri anlamaları ve bu çelişkileri uzlaştırabilecek çözümlere ulaşmaları için gerekli olan ‘yücelik’ten yoksundurlar. Tam da bu nedenle, ‘yıkım’a doğru giden yönde yaptıkları yolculuk, onları ‘büyük’ kılmaz.

Diğer bir deyişle onun kahramanları, tüm çektikleri acılar nedeniyle hala komik kahramanlardır. Ve onların çileleri artık ‘acıma ve korkunun ruhu arındıran kasılmalarından değil, toplumun kurucusu olan topluluğa, seyirciye yöneltilen sitemler,suçlamalar ve eleştirilerden’ kaynaklanır. Böyle kahramanların çektikleri acılar devasız değildir, çünkü ‘yanlış entelektüel duruşlardan kaynaklanır’ ve ‘entellektüelliğin tedavisi daha iyi düşünmektir.’

Pages: 1 2 3

1 Yorum

  1. sanat haberleri avatarı sanat haberleri diyor ki:

    Emeğinize sağlık.

    Cevaplamak için giriş yapın

Yorum yapın

Yorum yapmak için buradan giriş yapmalısınız.