Türk Resim Sanatının Tarihçesi (Elçin ÇİÇEK)

Türk Resim Sanatı Milattan öncesine dayanan bir geçmişe sahiptir. İlk resim örneklerine halı, kilim motiflerinde yada seramikten yapılmış kaplarda rastlanmaktadır. Savaşan hayvan Figürleri, geometrik süslemeler, balballar donemin üslubunu günümüze taşımaktadır. En eski portrecilik ve minyatür örnekleri ise Uygurlarda görülmektedir.

12. ve 13 yüzyılda Selçuklu döneminde minyatürlü eserlere bolca rastlanmakta ve birbirinden güzel çalışmalardan oluşan eserler günümüzde de görülebilmektedir. Osmanlı döneminde ise minyatür sanatı doruk noktalarına ulaşmakta ve nakkaşlar saray tarafından desteklenmektedir Ekonomik gücün ve saltanatın en güzel göstergesi niteliğinde olan minyatür sanatı, Osmanlı Döneminin bitimiyle de etkinliğini yitirmektedir

Batılaşma dönemini yaşadığımız 18 yüzyılda sürekli Batı’nın taklidi niteliğinde çalışmalar yapılmakta ve özgün eserler verilememektedir. 1940’lı yıllara gelindiğinde ise yapılmış olan Batı tarzı resimler sanatçıları tatmin etmemektedir. Batı’ya özenerek, alıntı yaparak özgün Türk Sanatı oluşturulmayacağım anlayan Türk Sanatçıları, kimlik arayışlarına yönelmektedir

İşte bu noktada meydana gelen önce Yeniler, ardından On’lar Grubu Türk Sanatının dönüm noktası niteliğini taşımaktadır

Yeniler toplumsal gerçekçilik kaygılarından hareketle Türk Sanatı’na kimlik ararken, On’lar ise özgün kimlik, ancak ulusal değerlerle oluşturulan yöresel konulardan oluşmaktadır, demektedir Her iki grup 18 yüzyıldan ben süregelen Batı taklitçiliği zincirini kırmakta, yalnızca teknik açıdan Batı’dan yararlanmaktadır

Böylece l940’lı yılların bu usta sanatçıları gerçek Türk motiflerini ve Anadolu insanını Batı tekniğiyle aynı potada eritirken, gelecek kuşaklara da öncülük etmektedirler.

1. TÜRK RESİM SANATININ TARİHÇESİ

Sanat her zaman toplumsal değişimlerden etkilenmekte, sanatçı da buna bağlı olarak eserlerini çağının özelliklerini yansıtarak oluşturmaktadır. Resim sanatında da bu değişimlere rastlanmaktadır.

Türk Resim Sanatı da oluşmuş olduğu dönemden günümüze gelene dek çok çeşitli değişikliklere uğramış olmakta ve şekillenmektedir.

“Milattan önce birinci binde Kuzey Çin’de görülen ve Çin kaynaklarında Hiyong Nu adı ile tanınan Asya Hunları, umumiyetle tarih sahnesinde ilk rol oynayan Türkler olarak kabul edilmektedir. Milattan sonra IV. Yüzyılda Avrupa’da görülen Hunlar bunların bir devamı olup, Atilla (434-453) idaresinde Manş kıyılarına kadar hemen hemen bütün Avrupa’ya hakim olmuşlardır” (ASLANAPA, 1984, s. 1).

Bu tarihlerden günümüze dek gelebilen eşyalar kurganlardan çıkartılmıştır. “Bu eserler arasında halı, kumaş, renkli keçe, aplike örtüleri gibi hayvan kavgaları ve insan figürleri ile süslü çok zengin tekstil işleri yanında atlı araba, çeşitli eşya vardır” (ASLANAPA, 1984, s. 1).

Kurganlardan çıkan halı ve tekstil işlerinin Hun Sanatı bakımından ayrı bir önemi olmaktadır. Bazılarında Ahameniş Sanatı etkileri görülmektedir. Keçe üzerine ince ve renkli deriler yapıştırmak suretiyle süslenen bir grup tekstil işlerinde orijinal Hun üslubuna rastlanmaktadır. Bellemelerde (eğer altı örtüleri) karşımıza çıkmaktadır. Genelde kompozisyonlarda savaşan hayvan figürleri, bitkisel motifler, şematikleştirilmiş ifadeler kullanılmaktadır (ASLANAPA, 1984).

Hun soyundan gelen Göktürkler’e bakıldığında; Orhun Vadisi’nde bulunan Dikilitaş Kitabeleri dönemin en önemli eserlerinden biri niteliğini taşımaktadır. Yapılan kazılardan günümüze gelebilen eşyalardan edinilen bilgiler sayesinde Göktürkler’in balballar ve taş figürlerde portreci bir üsluba sahip oldukları görülmektedir.

Uygurlar’da ise daha detaylı bilgilere ulaşmak mümkün olmaktadır. Sanatlarına bakılacak olunduğunda duvar resimleri ve minyatürlerin en eski örneklerden olduğu görülmektedir.

Kompozisyonlarda tasvir edilen figürler rahipler, müzisyenler ve vakıf yapanlardan oluşmaktadır.

Renk tercihi koyu mavi ve kırmızının çok olduğu parlak renklerden yana olmaktadır. Simetrik bir plan düzeni takip edilmekte ve ayrıca portrecilikte ilerlemiş oldukları gözlenmektedir (ASLANAPA, 1984).

1.1. Türk Resminde Minyatür Dönemi

Minyatürler ise kitap resmi olarak yapılmaktadır. Kompozisyonlar dini ve dünyevi konulardan oluşmaktadır. Bu nedenle Uygur ordusundan, kıyafetlerinden ve silahlarından pek bilgiye rastlanmamaktadır.

Üslup özellikleri olarak 8. v e9. yüzyıllarda lacivert zeminli minyatürlerde çizgi ve ışık-gölgenin aynı zamanda kullanıldığı görülmektedir. Portrecilikte ise ferdi portre özelliği verebilmek sanatı 750 yılından sonra Türk Uygur duvar resimlerinde karşımıza çıkmaktadır. Önceleri ayırdedilemeyen portrelerde altına ismi yazılırken artık realist portrelerde vücut ve yüz hatlarının detaylı olarak ele alındığı Uygur Sanatında görülmektedir (ASLANAPA, 1984).

“Selçuklu Döneminde Anadolu’da yönetici sınıfının üyelerini, Mevlâna’nın ve müritlerinin desteğinde oluşan sanat ortamında resim de ağırlıklı olarak yer almıştır. 12. yüzyılın ilk yarısından, 13. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Artuklu emirlerinin resim sanatına destek verdikleri, Türkiye’de ve Türkiye dışındaki kütüphanelerde bulunan minyatürlü kitaplardan anlaşılmaktadır” (TANINDI, 1996, s. 3).

Minyatürlü eserlerden 10. yüzyılda El-SÛFİ’nin yazmış olduğu “Suvâr el–Kevâkib el-Sâbita” adlı astronomi kitabı, Dioskorides’in “Materia Medica” adlı kitabı, Ebu’l–İzz el–CEZERİ’nin “El–Hıyel el Hendesiye” adlı mekanik aletlerin çalışma sistemlerini anlatan kitabı örnek olarak verilmektedir.

Varka ve Gülşah mesnevisinin minyatürlerinde ise Selçuklu Dönemi sanatının en güzel örneklerine rastlanmaktadır (TANINDI, 1996).

Osmanlı Dönemi’ne ait minyatür örnekleri “Dilsuznâme”, “Külliyât-ı Kâtibi”, “İskendernâme”, “Cerrâhiyetü’l – Hâniyye” adlı kitaplarda görülmektedir.

II. Mehmed’in isteği üzerine İstanbul’a getirtilen Venedikli ressam Gentille BELLİNİ’nin yapmış olduğu II. Mehmed’in yağlı boya portreleri dönem ve Türk Sanatı için ayrı bir önem taşımaktadır

16. yüzyılda minyatürün en verimli dönemleri yaşanmaktadır. Firdevsi’nin “Şahname” adlı kitabı ve Nizami’nin “Hamse” adlı kitabında da resim sanatının en güzel örnekleri verilmektedir. Matrakçı Nasuh, “Beyân-ı Menâzil-i Sefer-i Irâkeyn”, “Tarih-i Feth-i Şikloş” ve “Estonibelgrad” adlı eserlerinde Süleyman döneminin tarihi olaylarını konu olarak almaktadır (TANINDI; 1996).

Peygamberler tarihini konu alan “Enbiyanâme”, Osman Gazi’den I. Beyazıd dönemine kadar olan olayları konu alan “Osmannâme” de tarihi belge niteliği taşıyan minyatürler arasında yer almaktadır. Ayrıca Ressam Nigari, saray nakkaşlarından Ressam Şah Kulu ve Nakkaş Osman dönemin, ünlü sanatkârları arasında yer almaktadır. 1582 yılında Sultan III. Murad’ın oğlu Mehmed’in sünnet şölenlerini tasvir eden “Sûrname”, Müslümanların ilk dönemlerinin tarihinin ve Hz. Muhammed’in biyografisinin resimlendiği “Siyer-i Nebi”, Şahnameci Talîkîzade’nin ve Nakkaş Hasan’ın işbirliği ile yapılan “Şemailnâme” de tarihi belge değeri taşıyan eserler arasında yer almaktadır (TANINDI; 1996).

16. yüzyıl sonlarından itibaren impARADorluğun ekonomik gücünün azalmasıyla, resimli kitap üretimine çok fazla önem verilememektedir. Bu dönemlerde yapılan eserler arasında “Falnâme”, “Tac el – Tevârih”, “Şahname-i Nadirî”, “Tercüme-i Şakâ’ik-i Nu’mâniye” ve “Silsilenâme” yer almaktadır (TANINDI; 1996).

III. Ahmet saltanatının Pasarofça (1718) antlaşmasından sonraki 12 yıl bizim için Türk minyatür sanatının son parlak dönemi olarak önemlidir. İnce bir zevkin ve kültürel girişimlerin simgesel olarak ve Osmanlı payitahtındaki aristokrasinin de Lâle çiçeğine karşı ilgisini vurgulamasından dolayı “Lâle Dönemi” olarak adlandırılan bu dönem, aynı zamanda başkente İstanbul’da Avrupa’ya karşı uyanan merakı da belirler” (BAŞKAN, 1997, s.1).

“III. Ahmed’in himayesinde ve Lâle Dönemi’nin elverişli ortamında varlığını sürdüren Rokoko elegansına sahip 18. yüzyıl minyatür sanatı, bir önceki dönemin yoğun üretimine ulaşamasa da yine de oldukça kaliteli ürünlerle karşımıza çıkar. Bu dönemin en önemli resim sanatçısı asıl adı Abdülcelil ÇELEBİ olan Nakkaş LEVNİ”dir (BAŞKAN, 1997, s. 3).

18. yüzyılda LEVNİ’nin minyatüre kattığı farklı boya tonlamaları, figürlerde değişiklikleri onu batı sanatına yakınlaştırmaktadır. “Portre ressamlığının, Türk Sanatında hatırı sayılı bir yeri olduğu, hiçbir İslâm ülkesinde Türkiye’deki kadar Padişah portresinin yapılmadığı görülür” (TANINDI, 1996, s. 61).

19. yüzyılda Sefâretnâme ve Seyahatnâme türündeki eserlerin ardından batılı anlamda tuval resmi tercih edilmeye başlanmaktadır (TANINDI, 1996)

1.2. Batılılaşma Döneminde Türk Resmi ve Asker Ressamlar Kuşağı

“Osmanlı döneminde çağdaşlaşma adına Batı ile yaşanan etkileşim ağırlıklı olarak Lâle Devrinde (1703-1730) yenilik hareketleri paralelinde başlar. Aslında Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u almasından sonra başta Venedik olmak üzere Batı ile kültürel ilişkilerde ilk adımlar atılır” (ELMAS, 2000, s. 37).

Dönemin padişahlarının yapmış olduğu reformlar ve yenilik hareketlerinin batılılaşma sürecinde oynadığı rol, en büyük etkenlerin içinde yer almaktadır.

19. yüzyılda Osmanlı İmpARADorluğu Batılılaşma sürecini yaşarken, Abdülaziz’in 1861’de taht’a çıkması ve sarayda resim koleksiyonuna sahip olmak istemesi nedeniyle ülkeye; Ayvazowski, Cholobowski, Guilement, Fromantin, Berton, Doubigny ve Zonaro gibi ressamlar çağrılmaktadır (ELMAS, 2000).

1793-1794 yıllarında açılmış olan Mühendishane-i Berrî Hümayun adlı askeri okul; yeni resim tekniklerini, batı perspektif kurallarını ve ışık-gölge gibi resim uygulamalarını öğrencilerine öğretmektedir.

Mühendishane-i Berrî Hümayun’dan yada dönemde açılan başka sanat eğitimli okullarda eğitim gören, muzun olan öğrenciler Batı üslubunda resim yapan ilk sanatçılar olarak tarihimizde yer almaktadır. Bu sanatçıların başlıcaları arasında Ferik İbrahim Paşa, Ferik Tevfik Paşa, Yusuf Bey gibi öncü ressamlar yer almaktadır (TANSUĞ, 1999). Ayrıca “Servili Ahmed Emin, Süleyman Seyyid ve Şeker Ahmet Ali Paşa da bu öncüler arasında bulunmaktadır (BAŞKAN, 1991, s. 1).

Dönemin öncü ressamları askeri okullarda resim öğretmeni olarak yada Harbiye Matbaası’nda çalışarak görev yapmaktadır (ELMAS, 2000).

Ayrıca “Asker ressamların yerine getirdiği en önemli görevlerden biri de, Osmanlı toprakları içinde gezdikleri yörelerin desen ve suluboya resimlerini yapmış olmalarıdır.” (TANSUĞ, 1999, s. 61).

TANSUĞ’un (1999, s. 63-64) kitabındaki bilgiler doğrultusunda “XIX. Yüzyıl boyunca sürekli bir etkinlik gösteren asker ressam kuşaklarının bir tasnif denemesi şöylece yapılabilmektedir. Doğum tarihleri 1820 civarında olanlar, I. Kuşağı oluştururlar. Bu kuşaktan üç önemli sanatçı, Hüsnü Yusuf Bey, Ferik İbrahim Paşa ve Ferik Tevfik Paşa’dır. II. kuşak asker ressamları temsil eden sanatçıları, Şeker Ahmet Paşa, Süleyman Seyyid Bey ve Hüseyin Zekâî paşa oluştururlar ve doğum tarihleri 1840 civarındadır. 1860 civarında doğmuş olan III. Kuşak asker ressamlar arasında en önemli görünenlerse, Hoca Ali Rıza ile Halil Paşa’dır

1.2.1. Primitifler Kuşağı

1840’lı yıllarda fotoğraf tekniğinin ülkemize girmesi ve yaygınlaşmasıyla; fotoğraftan yapılan resim çalışmaları başlamaktadır. Ressamlar, Yıldız Sarayı, Yıldız Camii, Kağıthane, Ihlamur Köşkleri gibi yapıların havuzlu bahçelerini, fıskiyeleri, binaların görünümlerini kendilerine konu edinmişlerdir. Belli başlı sanatçıları; Hüseyin GİRİTLİ, Hilmi KASIMPAŞALI, Fahri KAPTAN, Necip, Selâhaddin, Salih Molla AŞKİ, Ahmet BEDRİ; Münip, Ahmet ŞEKÛR, Ahmet Ziya SAMİ, İbrahim, Mustafa, Şefik, Şevki, Osman Nuri olarak karşımıza çıkmaktadır (TANSUĞ, 1999).

Bu dönemlerde yaşayan ancak diğer sanatçılardan farklı üslupta çalışmalar veren “Osman HAMDİ, Şeker Ahmet PAŞA ve Süleyman SEYYİD” (ELMAS, 2000, s. 45) yapmış oldukları çalışmalara kendilerinden de bir şeyler katmaktadır. Özellikle Osman HAMDİ’nin Türk resmine Oryantalizm adlı sanat üslubunda eserler vermiş olduğu bilinmektedir. HAMDİ’nin çalışmalarının ayrıca tarihi belge niteliği taşıdığı bilinmektedir. Kendisinin ve ailesinin fotoğraflarından yapmış olduğu çalışmalarda dönemin binalarından, yaşam ortamından yansıtmalar yapmaktadır.

Dönemin önemli bir diğer hususu ise Sanayii Nefise Mektebi Alî’sinin kurulması ve eğitimde yer alması olmaktadır. Fransız ressam Guillemet bu okul için projeler geliştirmektedir, ancak vefatından dolayı okulun tamamlanması ve eğitimde yer alması görevini Osman HAMDİ devralmaktadır. Sanayii Nefise Mektebi 3 Mart 1883’te eğitime başlamaktadır ve o yıldan günümüze birçok sanatçının eğitiminde büyük rol oynamaktadır (TANSUĞ, 1999).

Asker Ressamlar, geçmişten gelen minyatür detaycılığı ile Batı’dan aldıkları resim tekniklerini harmanlayıp, ortak bir amaç etrafında toplanıp eserlerini oluşturmaktadır.

1.2.2. Çallı Kuşağı

batıdaki sanat ortamını yakından tanımaya başlayan ressamların, ortak bir grup oluşturma ve beraberlik çatısı altında toplanma istekleri sonucunda 1909 yılında Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin kurulduğu görülmektedir.

Çıkarttıkları dergide sanatsal makaleleri, resmin sorunları, güzel sanatlarla ilgili teknikler, bilgiler gibi sanatla ilgili konulara yer verilmektedir (Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 1997).

II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Avrupa’ya gönderilmiş olan İbrahim ÇALLI, Avni LİFİJ, Namık İSMAİL, Nazmi Ziya GÜRAN gibi ressamların da içinde bulunduğu bir grup sanatçı, 1914’te I. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla yurda geri dönmekte ve Türk resmine yeni bir üslubu taşımaktadırlar. Bu sanatçılara ve oluşturdukları kuşağa İzlenimciler yada 1914 kuşağı denilmektedir. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin kurulmasında katkısı bulunan ve bu cemiyete üye olan 1914 kuşağı sanatçıları ilk sergilerini de cemiyetin adı altında açmaktadır (BAŞKAN, 1997).

Konular portre, figür kompozisyonları ve akademik anlamda desen anlayışında çizilen nü temalarını içermektedir. İlerleyen yıllarda natürmort resimlerinde eserler verilmektedir (TANSUĞ, 1999).

Grup sanatçılarından Hikmet ONAT, Boğaziçi Manzaraları ile Feyhaman DURAN ise portreciliği ile günümüzde de Türk sanatı açısından önem taşımaktadır (ELMAS; 2000).

1.2.3. Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliği

1914 kuşağından etkilenmiş olan bir grup sanatçı, 1923 yılında ”Yeni Resim Cemiyeti” adı altında bir topluluk kurmaktadır. Bu grubun üyelerinden bazılarının da içinde bulunmuş olduğu yeni bir grup, 15 Nisan 1929 tarihinde “Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliği” adında yeni bir birlik oluşturmaktadır.

Refik EPİKMAN, Cevat DERELİ, Şeref AKDİK, Mahmut CUDA, Nurullah BERK, Hale ASAF, Ali Avni ÇELEBİ, Zeki KOCAMEMİ gibi ressamlar ve Muhittin SEBATİ; Ratip Aşir ACUDOĞLU gibi heykeltraşlardan oluşan bu grup birbirinden farklı teknik ve üslup anlayışı içinde eserler vermektedir. İzlenimci, realist, naturalist yada klasik üslupta çalışan tüm sanatçılar bir arada toplanma, birlik içinde olma çabası içinde iken grubun çok çeşitli tarzlarda, farklı fikir akımlarını da çatışı altında barındırması, sanat çevresinde serbest bir ortam oluşturmaktadır (BAŞKAN, 1997).

1.2.4. D Grubu

1923 tarihinde Cumhuriyet’in ilanı ile getirilen devrimleri halk çok çabuk kabul etmektedir. Nitekim yaşanan olayların çok çabuk ilerleme kaydetmesi, imparatorluk sisteminden çıkan bir halkın Cumhuriyet rejimine girmesi toplum içinde siyasi açıdan çatışmalara yol açtığı gibi sanatsal çevrede de çeşitli çatışmaların yaşanmasına yol açmaktadır.

Kimi sanat çevresi gelenekçiliği reddederken, kimi grup ise tam aksini savunmaktadır. Olması gereken de geleneği inkar etmek değil, ülke gerçeği ile iç içe hareket etmektir. Bu yaşananlar, 1933 yılında beş ressam, bir heykeltraşın birleşip yeni bir grup kurmasına yol açmaktadır. Türkiye’de kurulan birlikler içinde 4. oldukları için ve de alfabenin 4. harfi “D” olduğu için topluluklarına ”D Grubu” adını vermektedirler. Bu sanatçılar; Zeki Faik İZER, Nurullah BERK, Cemal TOLLU, Abidin DİNO, Elif NACİ gibi ressamlardan ve Zühtü MÜRİDOĞLU adlı heykeltraştan oluşmaktadır (TANSUĞ, 1999).

Ancak zamanla açtıkları sergiler dahilinde; 4. sergilerinde Bedri Rahmi EYÜBOĞLU ve Turgut ZAİM, 7. sergilerinde Halil DİKMEN, Eşref ÜREN, Eren EYÜBOĞLU, Salih URALLI ve Arif KAPTAN; 9. sergilerinde Sabri BERKEL, Hakkı ANLI ve Fahrinüssa ZEİD, heykeltraş Nusret SUMAN; 15. sergilerinde Zeki KOCAMEMİ gibi çeşitli sanatçıların katılımıyla grup genişlemektedir (Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, C.1).

Bu grubun çalışmalarının ortak üslubu, Kübizm ve Soyut Sanat olmaktadır. İlerleyen yıllarda topluluk bu üsluptan kopup yarı gerçekçi figüratif resme ağırlık vermektedir (BAŞKAN, 1991).

Ancak zamanla grup baştaki düşünce ve hedeflerinden uzaklaşarak grup içinde üslup birliğinde bulunamamasından ve her sanatçının kendi çapında çalışmalar vermek istemesinden dolayı 1947 yılında D Grubu dağılmaya maruz kalmaktadır.

2. YENİLER GRUBU’NUN TÜRK RESMİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ

2.1. Yeniler Grubu’nun Oluşum Süreci

1940’lı yıllara gelindiğinde siyasette ve sanatta yeni oluşumların gerçekleştiği gözlemlenmektedir. Sanat açısından bakıldığında; Türk Sanatı hızla kimlik arayışını sürdürmekte ve bunun için çalışmalar vermektedir. Tüm bunların yanı sıra 1937 yılının Eylül ayında Atatürk’ün emri ile İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nın yanındaki Veliaht Dairesi, Resim ve Heykel Müzesi olarak düzenlenmektedir. 1937 ve 1944 yılları arasında ressamların yurt gezilerine çıkması sağlanmakta ve ülke gerçeklerini yansıtmaları istenmektedir. 1939 yılının Ekim ayında ise Ankara’da ilk kez Devlet Resim ve Heykel Sergisi düzenlenmektedir. Akademi’de Resim Atölye Şefliği’ne Fransız ressam Leopold LEVY, Heykel Atölye Şefliği’ne alman Rudolf BELLING getirilmektedir. İşte tüm bu olanlar dönemin sanatını etkilemektedir (TANSUĞ, 1999).

Atölye Şefi LEVY, Fransa’da tanınmış bir ressam olmakla beraber gravürleriyle de ünü bilinmektedir. Modern resmin bazı yönelimlerini kabul etmemekle beraber, onların geçici hevesler olduğu kanısını taşımaktadır. Türkiye’deki sanatı diğer ülkelerin sanatlarına göre daha anlamlı bulmaktadır.

LEVY işçiliğe önem veren, öğrencilerini daima temiz ve iyi işler çıkarmaları için yönlendiren bir hoca olarak tanınmaktadır. Atölyeleri çok kalabalık ve yoğun olan ressamın emekleri karşısında öğrencilerinden Nuri İYEM, Mümtaz YENER, Ferruh BAŞAĞA, Avni ARBAŞ, Selim TURAN, Agob ARAD, Haşmet AKAL, Fethi KARAKAŞ, Turgut ATALAY, Nejat Melih DEVRİM 1940’larda “YENİLER GRUBU” adıyla bir grup kurmaktadırlar. Abidin DİNO ise LEVY’nin öğrencisi olmamasına rağmen gruba ve sergilerine katılmaktadır (BERK VE ÖZSEZGİN, 1983).

2.2. Yeniler’in Amaçları ve Gelişim Aşaması

II. Dünya Savaşı’nın getirdiği tedirginlik, ekonomik ve toplumsal sorunlar, kültür ve sanat hayatına TOPLUMSAL GERÇEKÇİLİK olarak yansımaktadır. Ülkemizde ise resim sanatında Yeniler Grubu’nun amacını oluşturmaktadır (Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 1997).

Grup üyeleri görüşleri açısından aynı noktada buluşmaktadır. Sanatçılara göre resim sanatının toplumu yakından tanıması ve her yönüyle yansıtması gerekmektedir.

Bu noktada Yeniler, D Grubu’nun toplumdan uzaklaşıp, yalnızca Batı’nın tekniğini aktardığını, toplumu yansıtmadığını düşünmektedir.

Dönemin bilim adamlarından Hilmi Ziya ÜLKEN, Şekip TUNÇ, yazar ve şair Ahmet Hamdi TANPINAR’da “Sanatta Toplumculuk” düşüncesini savunmakta ve grubu desteklemektedirler (BERK VE ÖZSEZGİN, 1983).

Hilmi Ziya ÜLKEN’e göre memleketin sorunları, insanların bunalımları ele alınmadan yapılan resim milli değerler taşımamaktadır. Grubun bu amaçta iyi çalışmalar vereceğine inanan ÜLKEN, sanatçıları milli resmin can damarına parmak basmış insanlar olarak adlandırmaktadır (Gelişim Hachette, 1993).

ARTIK Türk Sanatında yeni bir önem açılmaktadır ve sanatçıların amaçladıkları toplumsal gerçekçilik anlayışı tuvallere yansıtılmaktadır.

İlk sergilerinde balıkçılar, yoksul toplum kesimi, İstanbul Limanı ve çevresindeki yaşamı işlemektedirler. Bu nedenle Yeniler; “Liman Grubu” olarak da adlandırılmaktadır (KURT, Cüneyt, 1995).

İlk sergilerini 28 Mart 1940 tarihinde Beyoğlu Gazeteciler Cemiyeti Salonu’nda saat 16.00’da açmaktadırlar. Kapıya alışılmış olan kurdela yerine Ferman Reis’in balık ağını asıp açılışı o şekilde yapmaktadırlar. Akılda kalan bir açılış gerçekleştirmektedirler. Dönemin Sıkı Yönetim Kumandanı Ali Rıza ARTUNKUL, Vali Yardımcısı Ahmet KINIK, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali YÜCEL, İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Lütfi KIRDAR’ın “Liman Şehri İstanbul” konulu sergiyi gezmeleri toplumda büyük yankı uyandırmakta ve bir bakıma Yeniler’in başarısını kanıtlamaktadır (ELMAS, 2000).

Resimler, yöresel ve gerçekçi üslupta yapılmış olmakta ve modern resim estetiğinden izler taşımaktadır. Böylece resim sanatında yöreselliğe yaklaşım başlamakta, geleneklere yönelme bilinci oluşmaktadır. Ancak gerek teknik gerekse yöntem açısından Batı tarzından uzaklaşılmaktadır.

Grup üyeleri 1942 yılında açmış oldukları ikinci sergilerinin konusunu ise Abidin DİNO’nun önerisi üstüne “Kadın” olarak belirlemektedir. Sergide söylenen “Gayemiz her nesil ve üslubu değerlendirmek şartıyla, sanatkârlar arasında birlik ve beraberlik kurarak, milli bünyemize tam uyacak şekle ulaşmaktır.” (TANSUĞ, 1999, s. 228). Bu cümle ile karşı koydukları düşüncenin sanatçıları ile birleşmektedirler. Ayrıca 1944 yılında Fethi KARAKAŞ’ın gruba katılımıyla liman işçilerini ele alan konulardan oluşan gravürlerde yapılmaktadır. Bağımsız görüşlerini yansıtmak adına yılda 20 sergi açmakta ancak baştaki ilgi yoğunluğu koruyamamaktadır.

Fakat başlangıçta yazar Peyami SAFA gruba ağır suçlamalarda bulunmuş olsa bile 1946 yılında İsmail OYGAR Galerisi’nde açılan sergiden beğeniyle bahsettiği görülmektedir. Yine Yeniler Grubu üyelerinden Ferruh BAŞAĞA ve Nuri İYEM’in Maya Galerisi’nde açtıkları sergi hakkında Ahmet Hamdi TANPINAR’da beğenisini belirtmektedir (TANSUĞ, 1999).

2.3. Sanatçıları

2.3.1. Nuri İYEM

1915 yılında İstanbul’da doğan Nuri İYEM’in çocukluğu babasının görevi dolayısıyla Mardin, Diyarbakır ve Doğu Anadolu’nun diğer şehirlerinde geçmektedir. İYEM sürekli kitap ve defterlerine resim çizmektedir. Baba İYEM, oğlunun doktor olmasını istemekte fakat oğlu resimden kendini alamamaktadır. Ortaokul çağına geldiğinde İstanbul’a dönüş yapmaktadırlar. Lise döneminde yapmış olduğu resimleri Akademi hocası Nazmi Ziya GÜRAN’a göstermekte ve Nazmi ZİYA, İYEM’e çok çalışırsa ileride iyi bir ressam olacağını söylemektedir.

Lise bitiminde Nuri İYEM Akademiye girmektedir. Nazmi ZİYA, Hikmet ONAT, İbrahim ÇALLI, Leopold LEVY ile çalışmalar yapmakta, Ahmet Hamdi TANPINAR’ın estetik derslerine katılmaktadır (www.araf.net/dergi/sayi18/s18-u-terem.html).

1937 yılında Akademi’yi birincilikle bitirmekte ve 1939’a kadar askerlik görevini sürdürmektedir. 1940 yılında Akademi’nin yüksek bölümüne girmekte ve aynı yıl Akademi’den arkadaşlarıyla toplumsal gerçekçi olan Yeniler Grubu’nu kurmaktadır. Sergilere katıldıktan sonra ikinci kez askere çağrılmış olup dönüşünde 1942 yılında tekrar akademiye dönüş yapmaktadır. 1944’te mezun olup aynı yıl seramik sanatçısı Nasip ÖZÇAPAN’la hayatını birleştirmektedir. 1944-1945 yıllarında öğrenci olaylarına karışması gerekçesiyle iki kez yargılanıp, tahliye edilmektedir. 1950 yılına kadar grubun sergilerine katılmaktadır (Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 1997).

“Güzel Sanatlar Akademisi’nin Yüksek Resim Bölümü’nü “Nalbant” adlı tablosuyla birincilikle ve ilk mezun olarak bitirdi” (www.araf.net/dergi/sayi18/s18-u-terem.html). Bu cümlelerden İYEM’in sanatta istikrarlı ve hedefine yönelik çalışmalar yapmış olduğu görülmektedir.

1946 yılında Beyoğlu’ndaki bir mobilya mağazasının üst katında açmış olduğu ilk kişisel sergisinin ardından birçok eser vermekte ve sayısız sergiler açmaktadır. Bir dönem Tünel, Asmalı Mescit Sokağı’ndaki bir evde resim dersleri vermektedir. Atölyesindeki öğrencileri “Tavanarası Ressamları” adı altında bir grup oluşturmakta ve sergiler açmaktadır.

Sanatçı 1946’ya dek gerçekçi tasvirlerle çalışmakta, ardından 1960 yılına kadar da iç gerçeğini yansıtan soyut çalışmalar vermektedir. Ülkemizde ilk soyut eserler veren sanatçılar arasında yer almaktadır (www.araf.net/dergi/sayi18/s18-u-terem.html).

Nuri İYEM çalışmalarını Paris, Venedik, Hollanda, Sao Paulo gibi şehirlerde de sergilemiş olmaktadır. Eserlerinden bir adet dekoratif panosu İzmir, Alsancak Emlâk Kredi Bankası’nda, üç tablosu İstanbul Belediye Sarayında yer almaktadır. Ankara Meclisi’nde ise seramik masa dekorları bulunmaktadır. Ankara Milli Kütüphane’de bir tane abstre kompozisyonu, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde üç eseri yer almaktadır (ÖZSEZGİN ve BERK, 1983). Ayrıca İstanbul Resim Müzesi’nde, Hoşkadem Camisi, Kendi Portresi, Natürmort ve Abstre Kompozisyonu” bulunmaktadır (BERK VE ÖZSEZGİN, 1983, s. 75).

Sanatçı 1960 yılından sonra figüratif resme tekrar yönelmektedir. Köy yaşamı, iri gözlü köylü kadınları eserlerinin göze çarpan konuları arasında yer almaktadır. Toplumsal açıdan ele aldığı kadın portreleri arasında 1979 yılında yapmış olduğu “Çeşme Başı” ve “Tükenmeyen Çilenle Anlatabilmek Seni” adlı çalışmaları sayısız eserleri arasında yer almaktadır.

Nuri İYEM güçlü desen anlayışıyla yapmış olduğu tasvirlerinde figürlerine anıtsallık kazandırmaktadır (Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 1997).

Sanatçı “Karşılaştığım zorlukların hiç biri beni yıldırmadı, resimden uzaklaştırmadı” (www.araf.net/dergi/sayi18/s18-u-terem.html) diyerek sanat felsefesini açıkça yansıtmaktadır. İYEM halen Etiler’deki atölyesinde çalışmalar yapmakta, eserler vermektedir (www.araf.net/dergi/sayi18/s18-u-terem.html).

2.3.2. Avni ARBAŞ

1919 İstanbul doğumlu olan sanatçı, 1947 yılında Fransız Hükümeti’nden almış olduğu bursla Paris’e gitmektedir. Fransa’da açmış olduğu sergilerin yanında New York, Torina ve Belçika’da da girmiş olduğu karma sergileri bulunmaktadır (Gelişim Hachette, 1993).

Paris’te kaldığı dönemde “Mayıs Salonu adlı soyut sanatı destekleyen bir gruba üye olduğu bilinmektedir.1970’li yılların sonunda ülkeye geri dönmüş olan sanatçı soyut çalışmalar vermiş olsa da figürden vazgeçememektedir. Detaycı değil de, renk-leke ağırlığında eserler vermektedir. 1955 yılında yapmış olduğu “Vazo ve Çiçekler”, 1982’de yapmış olduğu “Ağ Toplayan balıkçılar” adıl çalışmalarındaki gibi erken döneminden son dönemine dek renk ve desen üslubundaki tutumu hep süre gelmektedir.

Sanatçının sağlam bir desen üzerinde yapmış olduğu renk arama çalışmaları 1960’lı yıllardan sonra üslubunu daha da güçlendirmektedir (Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 1997).

Ayrıca ARBAŞ’ın sanatında belirleyici özellik olarak kişisel beğeni ve görülen gerçeklerden yola çıkma olmaktadır. Yapmış olduğu her çalışması bir öncekini geçme çabası içinde gerçekleştirilmektedir.

Sanatçı anlatımında kuralcılığı değil, yumuşak ve duygulu olmayı tercih etmektedir. Coşkulu bir sevecenlikle işlemiş olduğu renk uyumları adeta çıkış noktası olan doğanın bir yansıması niteliği taşımaktadır. ARBAŞ’a göre “gözün gördüğü ve gönlün katkıda bulunduğu her nesneyi kendisine model seçebilir” (Gelişim Hachette, 1993) yargısı geçerli olmaktadır. Sanatçının İstanbul’un sisli manzaralarını grinin tonlarında eritmesi, kır çiçeklerini nakış zevkiyle işlemesi, horoz dövüşlerini ele alması gibi tasvirleri Anadolu içerikli konuları arasında yer almaktadır (Gelişim Hachette, 1993).

ARBAŞ’ın çalışmalarında dışavurumcu yönelimlerin varlığından söz etmek mümkündür. Eşi Henriette’in portrelerinde belirgin olarak dışavurumculuğu görülmektedir. Aslında sanatçı eşini değil, kendi iç dünyasını yansıtmaktadır tuvallerinde. 1991 yılında Plastik Sanatlar Derneği Onur Belgesi almış olan sanatçı günümüze dek sayısız eserler vermiş olmakta ve soyut sanatta isim yapmış bir sanatçı olarak bilinmektedir (KÖK, Feruzan, 1997).

2.3.3. Selim TURAN

1915 İstanbul doğumlu olan ressam soyut figürleriyle ve lirik soyutlamalarıyla tanınmaktadır. 1935-1938 yılları arasında Akademi’de öğrenci olan TURAN dönemin tanınmış sanatçılarından dersler almaktadır. Necmettin OKYAY ve Kamil AKDİK’ten Türk Süsleme Sanatları ve hat dersleri alan sanatçı İstanbul Kütüphanelerinde ve Topkapı Sarayı Müzesi’nde minyatür çalışmaları yapmaktadır. Bilindiği gibi Yeniler Grubu’na katıldığı fakat ertesi yıl gruptan ayrılmış olduğu görülmektedir. Yurt gezileri dahilinde Muğla’da görev yaptığı bilinmektedir. O dönemde balıkçıları, süngercileri yapmak için sahil kasabalarını gezmektedir. ARBAŞ gibi TURAN’da 1947’de burslu olarak Paris’e gitmekte ve 1953’te Ransom Akademisi’nde, 1976-1983 yılları arasında Goetz Akademisi’nde dersler vermektedir. İtalya’ya gitmiş olduğu dönemde mermer heykeller yapmaktadır.

Paris’e gitmeden önce sanatçı Kübizm ve İzlenimcilik içerikli manzara resimleri yapmaktadır. Ancak Paris’e yerleştikten sonra soyut sanata eğilim gösterdiği bilinmektedir. Anadolu folkloru içeren yapıtlar yapmaktadır.

Önceleri koyu renkler kullanan sanatçı ilerleyen yıllarında açık ve canlı renkleri de tercih etmeye başlamaktadır. 1980’li yıllarda geleneksel halk sanatından eserler vermekte, efsaneleri işlemektedir. Portrelere de yer veren sanatçı, yapmış olduğu mobil’lerin çoğunda Sarıkız Efsanesi’nden etkilenerek hareketli kadın figürlerini tasvirlemektedir. Yapmış olduğu bir mobil’i 1993 yılında Ankara Kurtuluş Parkı’na yerleştirilmektedir. Sanatçının yurtdışında büyük ebatlarda freskleri, duvar resimleri ve açık hava heykelleri bulunmaktadır. Sanatçının, 1991 yılında Edremit ilçesine bağlı Türkmen Tahtakuşlar köyündeki özel Etnoğrafya Galerisi’nin kuruluşunda büyük yardımları bulunmaktadır. Selim TURAN yine aynı yıl Plastik Sanatlar Derneği’nden Onur Belgesi almaktadır (Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 1997).

2.3.4. Ferruh BAŞAĞA

Kimi kaynaklarda 1914, kimilerinde 1915 doğumlu olduğu belirtilen BAŞAĞA, 1935’te Akademi’ye girerek Nazmi ZİYA, Zeki KOCAMEMİ ve LEVY’nin öğrencisi olmaktadır. Özgün baskıda çeşitli çalışmalarda bulunmaktadır. 1941’deki Liman Sergisi’ne katılımıyla Yeniler Grubu’na girmekte ve düzenli olarak sergilere çalışmalar vermektedir.

Bağımsız çalışmalarda da bulunan sanatçı 1945-1950 dönemlerinde önce soyut figüratif eserler vermekte, ardından figürsüz soyut çalışmalar yapmaktadır. BAŞAĞA vitray, mozaik, fresk gibi teknikleri de denemekte ve boya dokularından yararlanmaktadır.

Soyut sanatın ilk temsilcilerinden olan sanatçı için konu değil, duygular ön plana çıkmaktadır. Yeniler Grubu içinde önemli bir yere sahip olan sanatçı doğadan esinlenerek soyutlamalar yapmaktadır. Yumuşak geometrik anlayışa ve uyumlu bir kompozisyon bütünlüğüne eserlerinde yer vermektedir (Gelişim Hachette, 1993, C. 2).

2.3.5. Nejat Melih DEVRİM

Yazar İzzet Melih DEVRİM ile ressam Fahrünissa’nın oğlu olan Mehmet Nejat Melih DEVRİM 1923 yılında İstanbul’da doğmaktadır. Sanatçı bir ailenin oğlu olan DEVRİM, 1942 yılında ailesinin de desteği ile Akademi’ye girmekte ve LEVY’nin öğrencisi olmaktadır. O yıllarda Soyut İslâm Sanatı’na ilgi duyan sanatçı, öğrenciyken Yeniler Grubu’na üye olmaktadır. Fakat diğer grup üyelerinden bazıları gibi o da 1946’da almış olduğu bursla Paris’e gitmekte v eoraya yerleşmektedir. 1947 yılında Paris’te açmış olduğu sergisinde hat ve eski Türk Sanatlarından sentezlemiş olduğu üslupla izleyicisinin karşısına çıkmaktadır (Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 1997).

Sanatçı 1950’lerin sonlarında “action painting”in etkisi altında kalmakta, kitap ressamlığı alanında da denemeler yapmaktadır. Paul ELUARD ve Tristan TZARA’nın bazı eserlerini resimlemektedir. Yurt dışında bir çok sergiler açıp, soyut sanatta renkçi eserler vermektedir. Tüm bunların yanında 1950 yıllarında ve önceki yıllarda akademik kurallara saygılı, geleneksel yada portreci anlatımla yapılmış eserleri bulunmaktadır. Ancak bu dönemi uzun sürmemekte ve Paris döneminin ilk yıllarında soyut anlayışta eserler vermeye başlamaktadır (Gelişim Hachette, 1993).

DEVRİM, yaşamının son yıllarını 1990’larda taşındığı Polonya’da geçirmekte ve 1995’te yaşama veda etmektedir (Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 1997).

2.3.6. Turgut ATALAY

Yeniler Grubu’nun ilk sergisinde portreleriyle ilgi çeken sanatçı, renk uyumlarıyla dikkat çekmektedir. Bir müddet Şehir Tiyatrosu’nda dekoratörlük yapan ATALAY, ilerleyen yıllarında bu işin ona kazandırdığı faydaları görmektedir. “Cambazlar” adlı çalışmasında üslubu oturmuş olan, geometrik düzenli kompozisyon anlayışı “İstanbul” adlı yapıtında da görülmektedir (BERK ve ÖZSEZGİN, 1983).

2.3.7. Fethi KARAKAŞ

Yeniler Grubu kurucuları arasında yer alan KARAKAŞ 1918 doğumludur. Türk ressamı olarak tanınmasının yanında oymabaskı sanatçısı olarak da bilinmektedir. 1936-1946 yılları arasında Akademi’de öğrencilik yapmakta ve GÜRAN, LEVY, KOCAMEMİ ve TOLLU’nun derslerine katılmaktadır. 1955 yılına kadar grup dahilinde toplumsal gerçekçi konular üzerinde çalışmalar yapmaktadır. Ayrıca 1940’lı yıllarda Sabri BERKEL’den baskı tekniklerini öğrenmekte ve çeşitli yapıtlar oluşturmaktadır.

1960’lı yıllarda ise düzen abartma,biçim bozma gibi yöntemlerde eserler vermekte, son dönemlerinde ise resimden uzaklaşmakta, ahşapla uğraşmaktadır (Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 1997).

2.3.8. Haşmet AKAL

İstanbul, 1918 doğumlu olan sanatçı diğer grup üyeleri gibi Akademi’de LEVY’nin öğrencisi olmakta ve Yeniler Grubu’nun toplu sergilerine katılmaktadır. Kübist ve geometrik çalışmaları ile tanınmakta ve toplumsal gerçekçi konularda yapıtlar vermektedir. Köprüaltı balıkçıları, hamallar, seyyar satıcılar tuvallerinde yansıtılmış olduğu kesime aittir.

Anadolu efsanelerine ve kahramanlarına ilgi duyan AKAL zaman zaman bu yönde çalışmalar yapmaktadır.

Sanatçıda görülen biçim bozmalar, siyah-beyazın hakimiyeti Fransız ressam Honore Dauimer’e benzetilmektedir (Gelişim Hachette, 1993).

2.3.9. Agob ARAD

1913’te Eskişehir’de doğan sanatçı, eğitimini Akademi’de LEVY; Nazmi Ziya ve ÇALLI’nın atölyelerinde sürdürmektedir. Yeniler Grubu’na katılımıyla, toplumsal gerçekçi yapıtlar vermektedir. Ne izlenimciler nede Fransa’da yanında çalışmış olduğu METZİNGER’in sanat anlayışları onu etkileyememektedir. Gücünü kişisel gözlem ve deney gücünden almakta olan ARAD; Yeniler Grubu’na bağlı kalabilmektedir. Grubun toplumsal kaynaklı yapıtlar yaratma sürecini yakından görmüş olan sanatçı, ömrünün sonuna dek toplumsal gerçekçilik anlayışına sadık kalmaktadır. Aynı zamanda bir gazeteci olan ARAD, 1990 yılında İstanbul’da vefat etmiştir (Gelişim Hachette, 1993).

2.3.10. Mümtaz YENER

1918 İstanbul doğumlu olan YENER Akademi’de Nazmi Ziya, ÇALLI ve LEVY atölyelerinde sekiz yıl eğitim görmektedir. 1940 yılında Akademi’nin Karma Sergisi’ne “Bir Kadın Portresi” adlı çalışmasıyla giren sanatçı, başarı ödülü almaktadır. Dönem arkadaşları Nuri İYEM, ARBAŞ, AKAL, TURAN, BAŞAĞA ve ATALAY gibi sanatçılarla birlikte kurmuş oldukları Yeniler Grubu’nun ilk sergisi olan Liman Sergisi’ne “Tamirat Fabrikası”, “Ajans Haberleri” ve “Balıkçı Portresi” adlı üç eseriyle katılmaktadır. Toplumsal gerçekçi konularda ele almış olduğu fabrikalar, tershaneler, torna-tesfiye atölyeleri, balıkçılar, işçiler ve halktan insanları resmetmektedir.

1960’lı yıllarda, insanların ve makinelerin haricinde karıncalar da sanatçının tuvallerine konu olmaktadır. Toplumsal konuların ressamın ana teması olmasından dolayı, karıncaları tercih etmektedir. Çünkü karıncaların yaşamındaki toplumsallık YENER’i etkilemektedir. Detaycı üslubu ve ustaca yapmış olduğu figürleri ile toplulukları, kalabalıkları ele almaktadır. 1969 yılında yapmış olduğu “Karıncalar Geliyor” adlı yapıtıyla Türkiye Ressamlar Cemiyeti’nin “Altın Baykuş” ödülünü kazanmaktadır. Sanatçının 1968 ve 1978 yılları arasındaki dönemi; Karıncalar Serisi Dönemi olmaktadır.

Yaşamı boyunca toplumsal gerçekçilik anlayışından vazgeçmeyen YENER’e, 1999 yılında da “Kültür ve Sanat” yaşamımıza yapmış olduğu unutulmaz eserleri nedeniyle GESAM’ın (Türkiye Güzel Sanat Eseri Sahipleri Meslek Birliği) ödülüne layık görülmektedir.

Sanatçının kalabalık figürlü çalışmaları Neo Klasik üslupta gelişmektedir. Parçaların birleşerek bütünü oluşturması ve bütündeki güç kaynağı sanatçının ana felsefesini oluşturmaktadır. Makineler ve karıncalar konulu eserlerini bu felsefeyle oluşturmaktadır. Sanat yaşamı boyunca sayısız eserler veren ve sayısız ödüller almış olan sanatçı halen aktif olarak sanat hayatını sürdürmekte ve İstanbul’da Fenerbahçe semtindeki atölyesinde çalışmalar yapmaktadır(http://www.lightmilenium.org/winter-02/isikbinyili-kis-02/myener.65sanatyili.).

2.3.11. Abidin DİNO

23 Mart 1913’te İstanbul’da doğmuş olan DİNO’nun sanata ilgisi çok küçük yaşlarında başlamaktadır. Okuduğu Robert Koleji’nden ayrılıp, resim sanatı ve karikatürle uğraşmaya başlamaktadır. Yapıtları kitap, dergi ve gazetelerde yer almaktadır. 1993 yılında D Grubu’na katılmış olup sergilerine eserler vermektedir.

Bu dönemde Türkiye’ye gelmiş olan Sovyet sinemacısı Yutkeviç, Dino’nun desenlerini çok beğenmekte ve onu Leningrat’taki Len-Film Stüdyosuna davet etmektedir. Orada çeşitli çalışmalarda bulunduktan sonra 1941’de Yeniler Grubu Sergisi’ne katılmakta ve toplumsal içerikli eserler yapmaktadır (AKDENİZ, Yaşar, 1998).

DİNO, II. Dünya Savaşı sırasında ülkeden siyasi nedenler yüzünden uzaklaştırıldığını belirtmektedir. Yalın gerçek ve şiirsel yorumlarda yapmış olduğu resimlerinin konusunu Güney Anadolu’daki köy yaşamı köy insanları oluşturmaktadır. DİNO’nun resimleri,Türk kültürünün etkilerinden uzaklaşmamaktadır. Türkiye’den uzakta yaşamış olsa da hiçbir zaman ülkeden ve kültüründen kopmamaktadır. Sanatçı hep kendi gerçekliğinden yola çıkmakta ve yapıtlarını özgün bir şekilde oluşturmaktadır (Gelişim Hachette, 1993).

BAŞKAN’ın (1991) kitabında DİNO için yer alan cümlelerde, sanatçının felsefe, sinema, heykel, edebiyat gibi sanat dallarıyla uğraşmış olduğu, tam bir kültür adamı olarak nitelendirildiği görülmektedir.

1941 yılında gruptan ayrılmış olan sanatçı, yurtiçinde ve yurtdışında sayısız eser, sayısız çalışmalar yapmaktadır. 1991 yılında Plastik Sanatlar Derneği tarafından onur Belgesi almış olan sanatçı 1993 yılında Paris’te vefat etmektedir.

2.4. Yeniler Grubu’nun Dağılış Aşaması

D Grubu’nun gelişim sürecinden itibaren dönemin sanatsal gelişmelerini yakından takip eden gazeteci Fikret ADİL’in 3 mayıs 1951 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan yazısında; Yeniler’i diğer gruplardan ayıran çok farklı bir özellik taşımadığı görüşünü savunduğu görülmektedir. Ona göre Yeniler’de kendilerini tekrar etmeye başlamaktadır. Peyami SAFA ise Yeniler’e bağlı yedi gencin İsmail OYGAR’ın sanat galerisinde açmış olduğu sergi hakkında; çalışmaların amacına vardığını ve olgunluğa erdiğini belirtmektedir.

Ancak D Grubu gibi Yeniler’de dağılım sürecine girmektedir. Kuruluş aşamasında edinmiş oldukları amaçlarından yavaş yavaş uzaklaşmaya başlamaktadırlar (BERK ve ÖZSEZGİN).

1944 yılına kadar çalışmalarını aralıksız olarak sürdürmekte olan Yeniler bu tarihten sonra çalkantılı bir döneme girmektedir. Grup üyelerinden Nejat Melih DEVRİM, Avni ARBAŞ, Selim TURAN’ın 1946 yılında burs kazanarak Paris’e gitmeleri, diğer üyelerden bazılarının da soyut sanata yönelmeleri, dağılımı oluşturan faktörler arasında yer almaktadır (ELMAS, 2000).

Yeniler Türk resmine kazandırmış oldukları toplumsallık, yöresellik ve ulusallık gibi kavramlardan kısmen kopmakta ve grubun sonunu getirmektedir.

Neticede Yeniler 1952 yılında dağılmakta ve toplum sorunlarından uzak kalmakla suçladıkları D grubu gibi tarihimizde yerini almaktadır.

3. ON’LAR GRUBU’NUN TÜRK RESMİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ

3.1. On’lar Grubu’nun Oluşum Süreci

1940’lı yılların sanat ortamını hazırlayan etkenler doğrultusunda Türk Sanatı’nda Yeniler Grubu oluşmaktadır. Aynı etkenler Türk Sanatı’nı kimlik arayışına da itmektedir.

1937 yılında Resim ve Heykel Müzesi’nin açılması, yapılan eserlerin korunması, sanata ve sanatçıya yol gösterici olması niteliği taşımaktadır. 1932 yılında Halk Evleri’nin kurulması sonucunda Anadolu kültürü halka benimsetilmekte, aynı zamanda Anadolu kültürünün yayılması amaçlanmaktadır. Sanatsal oluşumda Anadolu bilincini oluşturma hedeflenmektedir. Yine bir diğer etken 1938 yılında yapılmış olan Yurt Gezileri’dir. Sanatçıların Anadolu’nun en ücra yerlerine gitmeleri, resimler yapmaları istenmektedir. Devletin isteği üzerine giden on ressam (Hikmet ONAT, Feyhaman DURAN, Sami YETİK, Zeki KOCAMEMİ, Hamit GÖRELE, Mahmut CUDA; Ali Avni ÇELEBİ; Saim ÖZÖREN; Cemal TOLLU, Bedri Rahmi EYÜBOĞLU) Anadolu’nun folklorik yapılarını öğrenmekte, yöresel kıyafetler içinde portreler yapmakta ve bir bakıma kişiliklerini bulmaktadırlar. Çünkü sürekli İstanbul içinde yada Batı’ya gidip çalışmalar yapmakta olan sanatçılar yeniden ulusallık bilincine kavuşmaktadır. Yeniler Grubu ulusallık kavramını sanata getirmiş olsa da yöresellikten öte gidememektedir. Oysa yöresel üslupta ve ulusallık anlayışında yapılan çalışmalar Türk resmi için başarı olacaktır. Yurt Gezileri kapsamında bire bir Anadolu insanıyla kaynaşan ressamlar verimli çalışmalar yapmaktadır.

Halkın kültürünü tanımada kilimi, yazmayı, oyayı, hah motiflerini, çini süslemelerini yani Türk Kültürüne özgü, milli değerler taşıyan öğeleri Öğrenmede Yurt gezilerinin büyük katkısı olmaktadır. Ressamlar ilk kez bu denli iç içe yaşadıkları milli olgulardan, duygulardan çok etkilenmekte ve istekle, hevesle çalışmaktadırlar (ELMAS; 2000).

On’lar Grubu’nun oluşum sürecinde bedri Rahmi Eyüboğlu’nun da önemi büyük rol oynamaktadır. Akademi’de Çallı Atölyesi’nde yapmış olduğu öğrencilikten sonra Paris’te Lhote’un Atölyesi’nde çalışmalar yapmaktadır. Yurda dönüşünde ise Levy tarafından Akademi’ye hoca olarak alınmaktadır. 1938 yılında ise yurt gezilerine katılıp halk sanatını tanımakta ve ilgilenmeye başlamaktadır. Bu yönde çalışmalar vermiş olan EYÜBOĞLU, Türk Sanatının ancak bu yolla özgün bir kimliğe kavuşabileceğine inanmaktadır. Yalnızca Batı’nın tekniğinden faydalanarak Türk unsuru içerikli çalışmalar vermektedir, öğrencilerini de bu yönde eğitmektedir (TANSUĞ, 1990).

Neticede Levy’nin emeklerinin Yeniler olarak ortaya çıkması gibi bedri Rahmi’nîn emekleri de On’lar olarak karşımıza çıkmaktadır. Tüm bunların sonucunda EYÜBOĞLU’nun Atölyesi’nde öğrenim görmüş olan on öğrenci 1946 yılının Mayıs ayında On’lar Grubu’nu kurmaktadır (Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 1997).

Bu sanatçılar topluluğu Nedim GÜNSUR, Mustafa ESİRKUŞ, Fikret ELPE, Saynur KIYICI, Leyla GAMSIZ, Hulusi SARPTÜRK, Mehmet PESEN, Fahrünissa SÖNMEZ, Ivy STANGALİ, Meryem ÖZACUL’dan oluşmaktadır (KURT, 1995).

3.2. On’lar Grubu’nun Amaçları ve Gelişim Aşaması

Anadolu’nun geleneksel nakış unsurları ve yöresellik ortak düşüncelerini oluşturmaktadır. Türk resminin özgün üslubunu oluşturmak adına amaçlamış oldukları hedefi Batı Tekniği ile Türk, Anadolu motiflerini sentezlemektir. Ülkenin yöresel konularını yöresel bir dil kullanarak resmetmek On’lar Grubu’nu aynı çatı altında birleştirmektedir.

Bu doğrultuda On’lar Grubu’nun, Akademi’nin yemekhanesinde açmış oldukları ilk sergilerinin afişinden birinde El GRECO’nun yapmış olduğu bir insan figüründen ayrıntı, diğer afişinde ise Anadolu Kilimi motifi bulunmaktadır. Böylelikle hedeflerini bir bakıma Doğu-Batı sentezi ile yansıtmaktadır (KURT, 1995).

On’lar ilk sergilerinin duyurusunu Cumhuriyet Gazetesi’ne vermiş oldukları ilanla yapmaktadırlar. Özellikle davetiye bastırmamış olduklarını, zaten sergiyi açmış olmalarının bir davet olduğunu belirtmektedirler (ELMAS, 2000).

Grup Sanatçıları Türk resminin modern gelişimi açısından büyük önem taşımaktadır, önceki dönemlerde Batı ile iletişim içinde olan sanatçılar öğrenci statüsünde değerlendirilirken, bu dönemdeki sanatçıların Batı’ya karşı kendini kanıtlama, farklılığını belirtme yönünde tavır alma eğiliminde bulundukları anlaşılmaktadır (TANSUĞ, 1990).

Afişte yer alan senteze daima sahip çıkacaklarını belirten grup üyeleri; ne yalnızca Batı’ya, nede yalnızca ülkeye bağlı kalınarak özgün bir Türk Sanatı oluşturulamayacağı düşüncesini taşımaktadırlar. Aynı zamanda Bedri Rahmi, Doğu sanatlarının, Batı ite harmanlandırıldığında çok başka bir lezzet yarattığını belirtmektedir. Dönemin Batılı sanatçıları da, Doğu’nun yöresel unsurlarından esinlenerek çalışmalar yapmaktadır.

Bedri Rahmi’nin yanı sıra Akademi’nin diğer hocaları da yöresellik bilincini benimsemekte ve Öğrencilerini eğitmektedir. Örneğin Sabri Berkel’in çalışmalarında yapmış olduğu yerel motifler, ebrular öğrencilerine de ışık tutmaktadır. Hocaların bu tutumu ve öğrencilerin de konuya ilgisi doğrultusunda oluşturulan On’lar Grubu’nun diğer bir önemi ise önceki grupların aksine belli bir anlayış, belli bir olgu çerçevesinde toplanmış olmaları, bu yönde sanatsal bir üslup oluşturma çabalan olmaktadır.

On’lar Grubu’na kuruluşunun ardından hızla yeni üyeler katılmaktadır. Turan EROL, Orhan PEKER. Fikret OTYAM, Osman ORAL. Adnan VARINCA ve Remzi PAŞA bu üyelerin içinde yer almaktadır. Grubun ikinci sergisinde üye sayısı yirmiye ulaşmaktadır. On’lar Beyoğlu Asmalı Mescit’teki Gamsız Apartmanında ikinci sergilerini açmaktadır (ELMAS, 2000).

Yöresellik ve ulusallık anlayışını hızla benimseyen dönemin ressamları, tuvallerine kilim motiflerini, çini desenlerini, ebru ve hat örneklerini katmaktadır. Yöresel unsurları incelemekte, Anadolu kültürüyle bütünleşmeye başlamakta olan sanatçılar, özgün çalışmalar ortaya koymaktadır.

3.3. Sanatçıları

3.3.1. Bedri Rahmi EYÜBOĞLU

Bedri Rahmi, On’lar Grubu üyeleri arasında yeralmamaktadır. Ancak grubun oluşumunda büyük rol oynamaktadır. Bu nedenle bu sayfada Bedri Rahmi’nin de yeralması gerektiği düşünülerek, sanatçı incelenmektedir.

1911 Görele doğumlu olan Bedri Rahmi ressamlığın yanı sıra şiirler yazmaktadır. Nazmi Ziya ve ÇALLI ile çalışmalar yapmaktadır. Ağabeyi Sabahattin EYÜBOĞLU’nun bursundan faydalanmış olarak yurt dışına çıkıp müzeleri gezmektedir. Akademi öğrenimini tamamlamakla beraber yurt dışında ve yurt içinde bir çok sergi açmaktadır. 1938 yılında katılmış olduğu Yurt Gezilerinde önce Edirne’ye ardından Çorum’a gitmektedir. Aynı dönemlerde de Akademi’de hoca olarak görev yapmaktadır. 1950′li yıllarda mozaik çalışmalarına yönelmektedir.

EYÜBOGLU’nun sanatı üç dönemde incelenmektedir. 1950 yılına dek sürmekte olan birinci dönemde Dufy ve Matisse etkileri gözlenmektedir. 1950-1960 yıllan arasındaki ikinci döneminde halk motifleri yer almaktadır. Yöresel unsurları, soyutlamaya giderek tuvallerinde ele almaktadır. 1960′tan sonraki üçüncü döneminde ise sınırlarını zorlamakta olduğu, hassas duyarlılığının seçkin örneklerini vermekte olduğu görülmektedir. 1975 yılında İstanbul’da vefat etmektedir (Gelişim Hachette, 1993).

3.3.2. Mustafa ESİRKUŞ

1921 İstanbul doğumlu olan ESİRKUŞ, figüratif çalışmalarıyla bilinmektedir. Balıkçıları ve yaşamlarını kendine konu edinmektedir. Öğrencilik döneminde arkadaşlarıyla birlikte kurmuş oldukları On’lar Grubu’nun sergilerine çalışmalar yapmakta, ulusal Türk Sanatı için uğraş vermektedir. Tuvallerinde halk oyunlarını, geleneksel Anadolu kesitlerini işlemektedir (Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 1997).

BERK ve ÖZSEZGİN (1983, s.91) ESİRKUŞ için “köylü figürlerini, oyunlarını yada gerçeğe dayanan belli konuları renkli lekeler içine öylesine alıyor ki, tablonun kökü olan figürlülük ortadan kayboluyor” demektedir.

Ressam bir dönem lekeci ve figür deformasyonu gibi yorumlamalarda çalışmalar yapmış olsa da 1970′li yıllarda yöresellik üslubu daha ağır basmaktadır. Bu nedenle kişiliği oturmuş bir sanatçı kimliği ile öz ve biçim tutarlılığı doğrultusunda halk sanatını en güzel örneklerle tuvallerine yansıtmaktadır. Doğa ve insan vazgeçilmez konusunu oluşturmaktadır. Balıkçılar, balık satanlar, ağ örenler gibi kesitler hem yöresel bir beraberliği, paylaşımı simgelemekte hem de resimlerde yöresel bir dil ile ifade edilmektedir. Resimlerinde akademik desenden ziyade; yalın, doğal ve içten görünümlü desenler yapmaktadır.

1969 yılında İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin Restorasyon Atölyesi’nde göreve uzman olarak başlamakta ve 1977 yılında emekli olmaktadır. Ressam ilk kişisel sergisini 1971 yılında İstanbul’da Galeri I’de açmakta ve ardından sergiler düzenlemektedir. 1973 yılında 50. Yıl Atatürk ve Cumhuriyet Ödülü’nü, 1979 yılında ise Akbank Resim yarışması Birincilik Ödülü’nü kazanmaktadır. 1986 yılında İstanbul’da vefat etmiş olan sanatçı yöresel ve ulusal üsluptan vazgeçmemekte, Türk Sanatı için olumlu çalışmalarda bulunmakta ve kalıcı eserler vermektedir (Gelişim Hachette, 1993).

3.3.3. Nedim GÜNSUR

1924, Ayvalık doğumlu olan sanatçı eğitimine İstanbul’da başlamakta, Afyon ve İzmir’de sürdürmektedir. 1942 yılında girmiş olduğu Akademi’den Bedri Rahmi’nin öğrencisi olarak mezun olmaktadır. Çalışmalarını desen ağırlıklı yapmış olan GÜNSUR, dönem arkadaşlarıyla On’lar Grubu’nu kurmaktadır. 1948 yılında okulu birincilikle bitirmesinin ardından Fransa’ya gitmekte, LEGER ve LHOTE’un atölyelerine izleyici olarak katılmaktadır. Bu dönemde sanatçı, Batı geleneği karşısında Türk resminin nasıl hareket etmesi gerektiğini düşünmektedir. 1954 yıllarında gitmiş olduğu Zonguldak döneminde ise maden isçilerini tuvallerinde konu edinmektedir.

Paris’te kalmış olduğu sürede soyut biçimlere yönelmiş olan sanatçı, yurda dönüşünde kendi deyimiyle figüratif ekspresyonizme yönelmektedir. Sanatçıya göre Ekspresyonizm; ifadeciliği. anlatımcılığı belirten bir deyimdir. Bu nedenle tuvallerinde insan ve doğa konulu resimler yapmış olmasından dolayı kendine bu benzetmeyi yapmaktadır (ARSLAN, 1998).

1946 yılında açılmış olan On’lar Grubu’nun sergisi ve GÜNSUR hakkında BAŞKAN (1991, s. 82) kitabında şu görüşlere yer vermektedir: “Bu sergi o yıllarda Türk resmine yeni bir tad ve renk getiren On’lar Grubu’nun ilk etkinliği olmuştur. Sanatçı akademi yıllarında izlenimcidir. 1950′lere doğru ise Paris eğitiminin etkisiyle yarı soyut, giderek tam soyut bir dönüşüm içine girer. Daha sonra naif öğelerin de duyulduğu dışavurumcu anlatıma ulaşmıştır.”

Sanatçı renk ayarlarını, çizgiyi, valörü bilinçli bir şekilde ayarlamakta ve ustalığını bizlere göstermektedir. Nedim GÜNSUR’un yurt sorunlarına eğildiği fakat hikayecilikten kaçmış olduğu gözlemlenmektedir. “Kızamıktan ölen çocukların tabutlarını karlarda taşıyan köylü kafilesi, panayır yeri, salıncaklar, damlarda antenler, balıkçı kayıkları, kömür işçileri… Nedim GÜNSUR bütün resimlerinde bizim dünyamızdan konular canlandırıyor” (BERK ve ÖZSEZGİN. 1983, s.85,86).

Nedim GÜNSUR çağdaş yenilikçi ve aynı zamanda yöresel nitelikli bir sanatçı olarak tanınmaktadır. Sanatını toplumsal yaşamların üstüne gerçekçi bir anlatımla kurmakta ve öncülük etmektedir. On’lar Grubu’yla başlamış olan yöresel ifadeciliğinin uzantısı niteliğinde olan Zonguldak döneminde dramatik ifadeler kullanmış olduğu görülmektedir. Ardından Gurbetçiler dizisini oluşturmakta ve doğaya geniş yer vermektedir. Bu döneminde figürlerinin incelmesi, boya oyunları yapması ve yöre insanının tipik özelliklerini yansıtması görülmektedir. Diğer konularını bayram yerleri, dönme dolaplar, palyaçolar, cambazlar ve uçurtmalar oluşturmaktadır (Gelişim Hachette, 1993).

Evrenselliğe giden yolun ulusallıktan geçtiğine inanan sanatçı, yaşamı boyunca bir çok ödül almakla beraber Türk resminin ulusallaşması yönünde özgün çalışmalar vermektedir. Özel ve resmi koleksiyonlarda eserleri bulunan GÜNSUR. 1994 yılında İzmir’de vefat etmektedir (Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 1997).

3.3.4. Orhan PEKER

1927 yılında Trabzon’da dünyaya gelmiş olan sanatçı, 1946 yılında Akademi’deki arkadaşlarıyla On’lar Grubu’nu kurmaktadır (Gelişim Hachette, 1993).

Bazı kaynaklarda grubun kurucuları arasında yer alırken bazılarında ise sonradan katılmış olduğu belirtilmektedir. Ancak yapılan ödev araştırmasında Orhan PEKER’in On’lar Grubu bünyesinden ziyade soyutlama konusunda Türk Sanatında önemli bir yer edinmiş olduğu görülmektedir.

Bedri Rahmi’nin etkisi doğrultusunda çağdaş sanat alanında yeni ufuklara varmak amacını gütmektedir. Orhan PEKER’in resimlerinin ortak özelliği tuvalde görünen değil, ardındaki anlam bütünlüğü olarak bilinmektedir (BAŞKAN, 1991).

PEKER’in soyutlamacılığı hakkında BERK ve ÖZSEZGİN (1983) aynı düşünceyi savunmaktadır. Onlara göre PEKER, normal olan biçimleri soyut ritmlere vurdurmakta, hepten soyutlamaya götürmemektedir. “Atlar, Kuşlar, Istakoz” gibi çalışmalarında bu görüşü örneklendirmektedirler.

Akademi eğitiminden sonra Avusturya’ya gidip Oscar KOKOSCHKA’mn Yaz Akademisi’ne katılmakta ardından Almanya, Hollanda ve Paris’te çalışmalar yapmaktadır. 1953 yılında yurda dönüşünde lekecilik anlayışında doğayı açık-koyu değerlerle resmetmektedir. Daha sonraları ise eserlerinde anlam ve kavramları çağrıştıran değerlere rastlanmaktadır (Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 1997).

Dönemin Avrupa ve Amerika’sında yaygın olan “Tachiste” lekeci akıma ilgi duymakta ve geometrik hayvan figürleri üzerinde iyi çalışmalar vermektedir.

“Büyük bir leke ustası, ifade kavramının doruklarına ulaşan bir mizah ve keder ikilemi.

Orhan PEKER önce folklorculuğu bir zıpırlık olmaktan kurtarmış ve motif yorumuna bu kaynakların istismarını aşan insancıl bir boyut getirmeyi bilmiştir. Orhan PEKER İstanbul Şehir Tiyatrolarında dekorcu olarak rejisör Meinecke ile de çalıştı. Ankara’da uzun yıllar Turizm Bakanlığı’nda afiş ressamı olarak görev aldı.” (TANSUĞ. 1990, s. 28.)

Sanatçı doğaya farklı bakış açısıyla yönelmekte ve lekecilikle bunları ifade etmektedir. PEKER’e göre görülen doğanın da içinde başka bir kesit olmakta ve tüm bunlar lekesel değerlerle tuvallerinde ifade edilmektedir (TANSUG. 1990).

Orhan PEKER, görsel kültürün evrelerini izlemekte ve Picasso’dan Türk minyatürlerine dek geniş bir yelpazeyi tuvallerine aktarmaktadır. Sanatında eski-yeni, ulusallık-yöresellik gibi kavramlarında ötesinde evrensellik boyutunda araştırmalar, çalışmalar yapmaktadır.

Bir konudan birçok resim türetmekte, defalarca farklı detaylar yakalamaktadır. Sonraki sanatçılara araştırıcı ve irdeleyici olmak adına ışık tutmaktadır. Sanatçı 1978 yılında İstanbul’da vefat etmektedir (Gelişim Hachette, 1993).

3.3.5. Mehmet PESEN

1923 İstanbul doğumlu olan sanatçı, Bedri Rahmi Atölyesi’nden 1948 yılında mezun olmaktadır. Bir dönem resim öğretmenliği yapmış olan PESEN, Anadolu insanının folklorik öğelerini, gelin törenlerini, Karadenizli balıkçıları, çay toplayanları minyatür özelliklerinin etkisiyle resmetmektedir. Sanatçı Türk Resim Sanatını ulusallık bilincinde evrensel boyutlara ulaştırmak amacını taşımaktadır.

1952 yılında yapmış olduğu “Horon” adlı çalışmasında figüratif soyut ve lekeci bir üslup taşıdığı görülmektedir. Yöresel motifleri başarıyla işlemektedir sanatçı.

On’lar Grubu’nun amaçları doğrultusunda sanatçı, geleneksel Türk El Sanatlarını ve minyatürü: Anadolu halkından, köyünden ya da İstanbul’dan almış olduğu kesitlerle bütünleştirmektedir. Bu doğrultuda “‘Gelin Alayları” ve “Toprak Altı Evleri” adlı eserlerini oluşturmaktadır. Zaman zaman figürlerini küçültmekte ve geniş lekelere yer vermektedir. Sanatçı 1980′li yıllarda kompozisyonlarını bordürle çevrelemekte ilerleyen yıllarda da bordürlere hat ve ebru sanatından örnekler katmaktadır.

1980′lerden sonra yapmış olduğu çalışmalarının konusunu ise İstanbul’un tarihi yapıları, değişen ve bakımsızlaşan İstanbul kesitleri oluşturmaktadır (Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 1997).

3.3.6. Turan EROL

1928, Milas doğumlu olan EROL, On’lar Grubu üyeleri arasında yer almaktadır. EYÜBOĞLU Atölyesi’nden mezun olan sanatçı renk lekelerini ve lirik soyutlamayı üslup olarak seçmektedir (Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 1997).

Renkleri leke değerleriyle ustalıkla vermiş olan sanatçı, tam bir soyutlamaya gitmeden, tuvaline direk yağlıboya ile resimler yapmaktadır (BERK, ÖZSEZGİN, 1983).

Sanatçı önceleri keskin hatlı, geometrik kompozisyonlardan oluşan çalışmalar yapmakta, 60′h yıllardan sonra yumuşak ve lekeci eserler vermektedir. Ama ilk çalışmasından bu yana yöresellik ve doğa anlayışından vazgeçmemektedir (Gelişim Hachette. 1993).

Turan EROL. devamlı bir doğa gözlemcisi olarak bilinmekte ve yerel duyarlılıkla çalışmalarını oluşturmaktadır (BAŞKAN. 1991).

3.3.7. Leyla GAMSIZ

1921 İstanbul doğumlu olan sanatçı, figüratif çalışmalarıyla tanınmaktadır. Eşref ÜREN’den resim dersleri almış olan GAMSIZ Akademi’de Bedri Rahmi’nin atölyesinde eğitim görmekte ve On’lar Grubu akımına katılmaktadır. 1949 yılında grup üyelerinden sanatçı Hulusi SARPTÜRK ile evlenmekte ve resim yaşamına sade bir üslupla devam etmektedir. Matisse ve Mısır sanatını birleştirme çabalarına girmiş olsa da konu GAMSIZ için ikinci planda kalmaktadır. Çalışmalarında konularını doğa ve figürler oluşturmaktadır (Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 1997).

Nü çalışmaları ve natürmortlarında, leke ve renk zıtlıklarının uyumunu yansıtmaya çalışmaktadır. Yer yer soyutlamalara gitmektedir. Diğer grup üyeleri gibi Leyla GAMSIZ’da ulusallık bilinci içinde eserlerini vermektedir (ELMAS, 2000).

3.3.8. Osman Zeki ORAL

1925 yılında Ereğli’de doğmuş olan ORAL, Bedri Rahmi’nin öğrencileri arasında yer almaktadır.

Karadeniz manzaralarını yöresellik üslubuyla tuvallerine aktarmakta, doğa sevgisi ve kendi duyarlılığı ile uçuk tonlamalarla resimlerini oluşturmaktadır (Gelişim Hachette, 1993).

BERK ve ÖZSEZGİN’e (1983, s. 89) göre, “Osman ORAL’ın resimlerinde dikkatimizi çeken özellik, renk, valörlerinin doğruluğu, çizgisel düzenin doyuruculuğudur. Böylesi bir gerçekçilik, plastik olgunluğun ta kendisidir.”

İnternet’te yapılan araştırmada Osman ORAL hakkında bulunmuş olan yazıda şu sözler geçmektedir:

Bir Ustadan Tablolar:

Helikon Sanat Galerisi, On’lar Grubu’nun üyelerinden Osman Zeki ORAL’ın yapıtlarına ev sahipliği yapıyor. Türk Resim Sanatı’nın önemli dönüm noktalarından olan On’lar Grubu, Bedri Rahmi EYÜBOĞLU’nun öğrencilerinden oluşuyor. İlk sergilerini 1947 yılında açan grup, aradan geçen 50 yıl içinde üyelerinin çoğunu yitirdi. Türk resminde özgünlük ve kimlik arayışının simgelerinden biri olan On’lar Grubu’nun üyelerinden Osman Zeki Oral, bu grubun yaşayan son üyelerinden biri. Sergi, Türk Resim Tarihi açısından da önem taşıyor. İstanbullu sanatseverler sergiyi 8 Mayıs’a kadar gezebilir (www.arsiv.hurriyetim.com.tr/tatil pazar/ turk/99/04/24/eklhab/5lekl.html.).

3.3.9. Adnan VARINCA

1918 İstanbul doğumlu olan Adnan VARINCA, sanat yaşamında natürmortlarıyla tanınmaktadır. Akademi eğitimi süresince LEVY ve EYÜBOGLU’nun öğrencisi olarak eğitim görmekte ve 1956 yılına kadar çeşitli okullarda resim öğretmenliği yapmaktadır.

Yapmış olduğu ölü doğalarda kesit almak yerine, bütün olarak ele almaktadır. İlk dönemlerinde koyu renk ve yoğun boya tabakası ile çalışmalarını yapmaktayken, sonraları koyu renk hakimiyetinden vazgeçmekte ve boya dokusunu inceltmektedir (Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi. 1997).

3.3.10. Diğer Üyeler

On’lar Grubu’nun çok geniş kapsamda üye sayısı bulunmaktadır. Yapılan incelemelerde Fikret ELPE. Meryem ÖZACUL, Saynur KIYICI, Ivy STANGALİ, Fikret OTYAM, Remzi PAŞA gibi sanatçılar hakkında çok detaylı bilgilere ulaşılamamaktadır. Ancak edinilen bilgilere göre döneme damgasını vurmuş olan On’lar Grubu’nun birçok sanatçıya ışık tutmuş olduğu ve sanatçılar arasında ulusallık bilinciyle evrensel Türk Sanatı yaratma çabalarının oluşmuş olduğu öğrenilmektedir.

3.4. On’lar Grubu’nun Dağılışı

Bedri Rahmi Atölyesi’nin öğrencilerinin kurmuş olduğu On’lar Grubu amacına ulaşmaktadır. İlk etapta on kişi ile oluşan gruba, hızla yeni üyeler eklenmektedir. II. Dünya Savaşı sırasında kapalı bir ortamda yetişmiş olan sanatçılar, Anadolu’yla iç içe olmanın getirdiği yeni bir anlayışla yöresellik ve ulusallık kavramlarını incelemektedirler. Neticede Türk Sanatını evrensel boyutlara taşıyacak olan yolun ulusallıktan geçtiğine inanan ressamlar bu uğurda eserler vermekte, hızla fikirlerini yaymaktadırlar.

Ancak grup üyeleri son olarak 1954 yılında İstanbul Amerikan Haberler Merkezi’nde açmış oldukları serginin ardından dağılmakta ve bireysel olarak çalışmalarını sürdürmektedirler (ELMAS, 2000).

4. SONUÇ

Türk sanatının ilk örneklerinden 1940’lı yılların sonuna dek oluşan sanatsal oluşumların incelenmiş olduğu bu araştırmada üzerinde durulmak istenen asıl konu; Yeniler ve On’lar Grubu’nun Türk resmine getirmiş olduğu yeni kimliktir.

1940’lı yıllara gelene dek Batı taklitçiliği ile çalışmalar yapmış olan ressamların ancak bir yere kadar gelebildiği ve öteye gidemediği görülmektedir. Sanat ve edebiyat alanında sürekli eserler üreten sanatçılar neticede öze dönmenin gerekliliğini anlamakta ve vurgulamaktadır.

Sanayisi ve teknolojisi hızla gelişen Batı’nın sanatsal anlamda yalnızca tekniğinden faydalanılması gerektiği, içerik yönünden öze dönmenin şart olduğu kanısında ortak karara varmaktadırlar.

Yeniler ve On’lar Grubu bu amaçla yola çıkmakta ve Türk Sanatı açısından bir dönüm noktası olarak tarihimizde yer almaktadır.

KAYNAKÇA

- AKDENİZ. Yaşar. (1998). Abidin DİNO. Yayınlanmamış Lisans Tezi. Isparta: SDÜ.

- ARSLAN. Unsal. (1998). Cumhuriyet Dönemi Türk Resminde Naif Sanatçılar. Yayınlanmamış lisans Tezi. Isparta: SDÜ.

- ASLANAPA, Oktay. (1984). Türk Sanatı. İstanbul: Remzi Kitabevi Yayınları.

- BAŞKAN. Seyfi (1991). Ondokuzuncu Yüzyıldan Günümüze Türk Ressamları. Ankara: Kültür Bakanlığı.

- BAŞKAN, Seyfi. (1997). Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye’de Resim. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.

- BERK. Nurullah & ÖZSEZGİN, Kaya. (1983). Cumhuriyet Dönemi. Türk Resmi. Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

- Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi. (1997). İstanbul: Yapı-Endüstri Merkezi Yayınları.

- ELMAS, Hüseyin. (2000). Çağdaş Türk Resminde Minyatür Etkileri. Konya: İl Kültür Müdürlüğü. Arı Ofset Matbaacılık.

- Gelişim Hachette. (1993). Paris: Interpres Basın ve Yayıncılık A.Ş.

- KÖK, Feruzan. (1997). Türk Resminde 1950 Sonrası Dışavurumcu Yaklaşımlar. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İzmir: DEÜ.. Sosyal Bilimler Enstitüsü.

- KURT, Cüneyt. (1995). Çağdaş Batı Resim Sanatında Geometrik Soyut Sanat ve Türk Resmine Yansıması. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İzmir: DEÜ., Sosyal Bilimler Enstitüsü.

- TANINDI, Zeren. (1996). Türk Minyatür Sanatı. Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

- TANSUĞ, Sezer. (1990). Türk Resminde Yeni Dönem. İstanbul: Remzi Kitabevi.

- TANSUĞ, Sezer. (1999). Çağdaş Türk Sanatı. İstanbul: Remzi Kitabevi

- www.arsiv.hurriyetim.com.tr/tatilpazar/türk/9904/24/eklhab/51ekl.html

- www.lighmillenium.org/winter_02isikbinyili_kis_02/myener.65sanatyili.html.

- www.araf.net/derge/sayi18/sl8-u-terem.html.

Yorum yapın

Yorum yapmak için buradan giriş yapmalısınız.