Özcan Karabulut: Biz öykücüler bir düş kurduk ve düşümüzün gerçekleştiğini gördük

 

Özcan Karabulut

Ne yalan söyleyeyim, ne zaman edebiyatçı olmayan bir tanıdıktan Dünya Öykü Günü’mü kutlayan mesaj alsam “göl maya tuttu” demekten kendimi alıkoyamıyorum. Mesajı gönderen edebiyatçı arkadaşlarımdan biri olsa tamam, 14 Şubat Dünya Öykü Gününü bir şekilde biliyordur; benim de öykü yazdığımı bilince… İyi de edebiyatla okur olmanın dışında hiçbir ilişkisi olmayan nereden bilecek, 14 Şubat Sevgililer Günü olmanın dışında Dünya Öykü Günü olarak da kutlanmakta?

Bilen biliyor artık; biliyor ve ilgili arkadaşının gününü kutlamaktan geri kalmıyor. Dedim ya, göl maya tuttu bir kere; hem de öyle böyle değil.

İyi de nereden çıkmıştır bu Dünya Öykü Günü? Kim ya da kimlerin düşü iken önce ulusal, sonrasında uluslararası ölçekte kabul görmüştür?

Sizin için, Dünya Öykü  Günü’nün kurucusu, bir başka deyişle fikir babası Özcan Karabulut’la bir söyleşi gerçekleştirdik. İstedik ki Dünya Öykü Günü’nün ilk ilan edildiği günden bugüne olan biten ne varsa ilk ağızdan işitin.

Tüm  öykücü arkadaşlarımın Dünya Öykü Gününü kutlayarak…

Süreyya Köle

S.KÖLE: Yıl 2003, karlı bir Ankara kışında, Türkiye’nin dört bir yanından gelmiş öykücü arkadaşlarını Kitapkurdu’nda toplamış 14 Şubat’ın bundan böyle Dünya Öykü Günü olarak kutlanacağını ilan ederken bu isteğinin ileride bu denli kabul göreceğini öngörebilmiş miydin? Dünya Öykü Günü adına bugün içinde olunan durumu değerlendirmeni isterim.

Ö. KARABULUT: “İki, üç daha fazla öykü dergisi!” özlemiyle, Nisan 1996’da çıkardığımız Düşler Öyküler dergisi, 1997’de Ankara Öykü Günleri’ni başlatmış, öykü günleri Ankara’dan başka kentlere, başka ülkelere geniş bir coğrafyada yaygınlaşmıştır. Yakın bir zamana kadar kesintisiz olarak sürdürdüğümüz Ankara Öykü Günleri, Kasım 2003’te 69. Uluslararası P.E.N. Dünya Kongresi’nde onaylanan Dünya Öykü Günü’nü doğurmuştur. Türkiye’ye ve dünyaya açılan ‘öykü penceresi’ olarak www.worldshortstoryday.org sitesini doğuran ise, 14 Şubat 2002’de yine Ankara’da yaptığımız “Öykü Forum”la hayat bulan Dünya Öykü Günü projesi olmuştur. Diyeceğim, 1997-2007 döneminde kurduğumuz düşler, geliştirdiğimiz projeler, ulusal ve uluslararası düzeylerde gerçekleştirdiğimiz etkinlikler öykücüleri hiçbir dönemde olmadığı kadar eylemli kılmıştır. Öykü edebiyatı ortamının canlanmasına da katkıda bulunan bu eylemlilik bizi kurumsal kimliğiyle, biçimiyle, içeriğiyle yeni ama farklı bir öykü dergisi projesine de taşımıştır. Öyle bir öykü dergisi ki, kendisi görece özerk, ayrı bir etkinlik alanı, ama aynı zamanda öykü günlerinde ‘merkez’ işlevi gören Ankara Öykü Günleri’nin, 14 Şubat Dünya Öykü Günü’nün, öykü sitesinin birikimine ve deneyimine dayanan, bu birikimin ve deneyimin sahibi ve sürdürücüsü… Düşler Öyküler dergisinin küllerinden doğan İmge Öyküler dergisi; günüyle, günleriyle, dergisiyle bir örgütlenme biçiminin, bir yerde bir hareketin adı olurken, sözünü ettiğim etkinlik alanlarının dördüncü bir etkinlik alanıyla bütüncül bir biçimde tamamlama arzusunun somut bir ifadesi, somut bir ürünü de olmuştur. Tüm bu etkinlik alanlarının, öykücülerle canlı bir etkileşimin ve iletişimin içinde olan bir yazar olarak 14 Şubat Dünya Öykü Günü’nün başta Türkiye olmak üzere tüm dünyada kabul göreceğini öngördüğümü söyleyebilirim. ”İnsanı insan yapan düşleridir,” diye bir söz var. Siz yeter ki düş kurun ve düşünüzün peşinde koşun… Biz öykücüler bir düş kurduk ve düşümüzün gerçekleştiğini gördük.

1995-2007 döneminde öykü günleriyle, öykü dergileriyle, 14 Şubat Dünya Öykü Günü’yle öykü edebiyatı ortamı canlandı ve öykü bu yanıyla hiçbir dönemde olmadığı kadar altın dönemini yaşadı. 2007 yılından sonra Ankara Öykü Günleri yapılamaz duruma geldi, yenileri yayın hayatına katılsa da bildiğimiz öykü dergileri yayın hayatından çekildi, yayınevleri daha az öykü kitabı yayımlamaya başladı, Ankara Öykü Günleri’nin, daha doğrusu öykü etkinliklerinin merkezi durumunda olan Edebiyatçılar Derneği öykü etkinlikleri yap(a)maz oldu (bir yerde kendi zengin mirasına ihanet etti de denilebilir) ve tüm bu gelişmeler öykü edebiyat ortamındaki canlılığa küçük de olsa darbe indirdi. Örneğin, yayınevlerinin daha az öykü kitabı yayımlamasının nedenlerinden biri de öyküdeki bu canlılığın kaybolmaya başlamasıdır. Her şeye karşın, son yıllarda İzmir’de, Antalya’da, Bursa’da, Mardin’de ve başka kentlerde (bazı kentlerde çok düzenli olmasa da) öykü günleri yapılabiliyor. 14 Şubat Dünya Öykü Günü etkinlikleri de aynı şekilde eski canlılığında olmasa da, çeşitli kutlamalar yapılabiliyor. Evet, genel olarak öykü cephesinde bir durgunluktan söz edilebilir, ama ben bunun geçici olduğunu düşünüyorum. Öykü-öykü günleri-14 Şubat Dünya Öykü Günü başka dergilerle başka öykücülerin ellerinde yeniden altın dönemini yaşamak, yeniden atağa geçmek üzere birikiyor, diye düşünüyorum.

S.KÖLE: Edebiyat dünyasında Özcan Karabulut’un edebiyatçı kimliği ile örgütçü kimliği birbirinden çok da bağımsız görülmez desek bu tespitte yanılmış olmayız sanırım. Ben bu durumun 14 Şubat Dünya Öykü Günü’nün oluşmasındaki etkisini merak ediyorum. Hangi yanın lokomotif görevi üstlendi bu anlamda, desem…

Ö. KARABULUT: Böyle olması gerekmezdi ama ben edebiyata politik mücadelenin içinden geldim. ODTÜ Edebiyat Kulübü kapatılıp açılana, sonra yeniden kapatılana kadar politik mücadelemizle edebiyat alanındaki çalışmalarımızı birbirine paralel olarak sürdürdüğümüzü söyleyebilirim. 1982’den sonra kendimi dergi çevrelerinde, 90’ların başında ise yazar örgütlerinin içinde buldum. Ayrıca çeşitli başlıklar altında Ankara’da edebiyat etkinlikleri düzenledim. Pek çok yazarla doğal olarak arkadaşlık, dostluk ilişkisi kurdum ki, bana sorarsanız en güçlü örgütlenme biçimi de buydu. Tüm bunlar bana sizin deyişinizle “örgütçü kimlik” verdi. Ben bu kimliği edinmek için çalışmadım, geldiğim bir yer vardı, düşlerim vardı ve bunun gereğini yerine getirdim. Yer yer örgütçü kimliğim edebiyatçı kimliğimle yer değiştirdi, bu kimliklerden biri öne geçti. Örgütçü kimliğimin öne geçtiği ya da örgütçü kimliğimle anıldığımda, bunun beni çok zaman rahatsız ettiğini de söylemeliyim. Diyeceğim, ben bir edebiyatçıyım; edebiyatımda bunun gereğini yerine getirmeye çalışırım. Belki az yazdım ama yazınsal olanı ihmal etmedim. Öte yandan heyecan duyduğum, kendimi bulduğum edebiyat projelerini çeşitli çatıların altında gerçekleştirirken de başka bir gerekliliği yerine getirmeye çalıştım. Bana sorarsanız, etkisi olmuştur ama 14 Şubat Öykü Günü’nün kabul görmesini sadece örgütçü kimliğimle açıklayamam. Öykücü kimliğim olmasaydı, ya da edebiyatçı kimliğim ciddiye alınmasaydı 14 Şubat Dünya Öykü Günü’nün kabul edilmesini sağlayamazdık diye düşünüyorum. En azından başlangıçta, henüz Ankara Öykü Günleri düzenlenirken, öncelikle usta öykücüler-eleştirmenler arasında, sonra yazar örgütleri, daha sonra da Türkiye edebiyat kamuoyunda… Edebiyatçı kimliğim olmasaydı, Fethi Naci’yle Füsun Akatlı’yı, Füruzan’la Adalet Ağaoğlu’nu, Semih Gümüş’le Erdal Öz’ü, Feridun Andaç’la Sadık Aslankara’yı, Doğan Hızlan’la Leyla Erbil’i, daha onlarca öykücüyü-yazarı-yayıncıyı-genel yayın yönetmenini Ankara’da henüz yolun başındaki öykücülerle nasıl buluşturabilirdik, daha sonra İmge Öyküler dergisinde buluşturduğumuz gibi.

S.KÖLE: 14 Şubat uzun yıllardır Sevgililer Günü olarak kutlanmakta. Aynı gün Dünya Öykü Günü olarak ilan edildiğinde ilk çıkarılan mesaj şu oldu: “Öykü bizim sevgilimizdir.”Bizimki çok mu basit bir değerlendirme oldu dersin? Neden 14 Şubat?

Ö. KARABULUT: Bu soru çok soruldu. Herhangi bir gün de olabilirdi ama neden 14 Şubat olmasın? Size şaşırtıcı gelebilir, Dünya Öykü Günü olarak 12 Eylül’ün olmasını öneren şair dostlarımız da vardı. Bu öneriyi kabul edemezdik, değil mi? Sait Faik, “Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey,” diyor. Biz, “Paylaştıkça, çoğaldıkça bir anlam kazanır,” diye ekledik ve Sait Faik’in bu sözünden hareketle dünya öykü gününün kutlanacağı gün olarak 14 Şubat’a karar verdik. Ankara’da Kitapkurdu’nda ülkemizin dört bir tarafından gelen öykücülerimizle tartıştık ve bu günü benimsedik. Öyküyle, sevgiyle, Sevgililer Günü’yle birleştirilen bir gün oldu 14 Şubat. Öte yandan, hiç de basit bir değerlendirme olmaz diye düşünüyorum, öykü bizim sevgilimiz aynı zamanda.

S.KÖLE: ‘Dünya Öykü Günü’ tarafından, gündeme getirilip ilanı sağlandığında (Türkiye) Edebiyatçılar Derneği Başkanıydın. Böyle bir derneğin başında olmak harekete geçmende etkili oldu mu? Belki de Edebiyatçılar Derneği günlerini başlı başına konuşmak gerekir, ne dersin?

Ö. KARABULUT: Şimdi geriye dönüp baktığımda her şeyin birbiriyle yakından ilişkili olduğunu görüyorum. Ama bu ilişki çok rastlantısal değil gibi geliyor bana. Bir yere kadar öyle olsa bile, daha sonraki adımlarımızı hep sistematik bir biçimde attık. Bir yerden sonra her adım bir diğerini, her proje ötekini, her düş başka bir düşü doğurdu diyebilirim. Edebiyatçılar Derneği başkanı olmamın 14 Şubat Dünya Öykü Günü’nün kotarılmasında mutlaka etkisi olmuştur. En azından başlangıçta, başta Türkiye PEN Merkezi olmak üzere yazar örgütlerinin desteğini almak bakımından. 14 Şubat Dünya Öykü Günü’nün Uluslararası PEN tarafından kabul edilmesi için öncelikle Türkiye PEN Merkezi’nin projeyi Uluslararası PEN Kongresi’ne taşıması gerekirdi. Ben aynı zamanda Türkiye PEN Merkezi’nin bir üyesiydim, daha sonra da yöneticiliğini de yaptım. Öte yandan şunu da söylemeliyim ki, Edebiyatçılar Derneği başkanı iken Uluslararası PEN yöneticilerini Ankara Öykü Günleri’ne davet etmiştik. Uluslararası PEN’in Genel Sekreteri Terry Carlboom, Çeviri ve Dilbilimsel Haklar Komitesi Başkanı Kata Kulavkova ve başka yöneticileri öykü günlerini gördüler, çok etkilendiler. Onlarla Türkiye’nin başka kentlerinde ortak projeleri hayata geçirdik. Diyeceğim, 14 Şubat Dünya Öykü Günü’nün uluslararası düzeyde kabulü için altyapıyı kurmuş, bizim ülke PEN’ini de harekete geçirmiştik. Evet, Edebiyatçılar Derneği başkanlığımın 14 Şubat’ın desteklenmesi ve kabul edilmesinde ülkemiz yazar örgütleri ve Uluslararası PEN üzerinde etkisi oldu, diyebilirim. Öte yandan, Edebiyatçılar Derneği’ni kuranlardan biri de benim. Dernekte aşağıdan yukarıya doğru bütün görevlerde bulundum. Edebiyatçılar Derneği’nin de bir serüveni var ve bunun üzerinde uzun uzun konuşmak mümkün, bunu başka bir zamana bırakalım isterseniz.

S.KÖLE: Öykü’den söz açıp da Ankara Öykü Günleri’ni konuşmamak olmaz diye düşünüyorum. Yolu öyküden geçen tüm edebiyatçıların çok önemsediği bu etkinlik, tadı belleklerde, sessizce yitip gitti. Ankara Öykü Günleri nasıl oluşmuştu ve bugün bu etkinlik neden yok artık?

Ö. KARABULUT: Ankara Öykü Günleri ne yazık ki dört yıldır yapılamıyor. Buna karşılık Ankara Öykü Günleri’nin model olarak alındığı, bizim Edebiyatçılar Derneği yönetiminde iken başlattığımız İzmir Öykü Günleri, Antalya Öykü Günleri, Bursa Öykü Günleri kesintisiz olarak devam ediyor. 14 Şubat Dünya Öykü Günü etkinlikleri de kutlanıyor. Edebiyatçılar Derneği başkanlığını bıraktığım yıllarda İmge Öyküler dergisini çıkardık ve son iki etkinliği İmge Öyküler ile Edebiyatçılar Derneği olarak birlikte yaptık. O yıllarda öykü günlerinin gerçekleştirilmesinde ana güç İmge Öyküler’di hiç kuşkusuz. İmge Öyküler çıkamayınca, öykü günleri Edebiyatçılar Derneği’nin sorumluluk alanına girdi denebilir. Artık öykü günlerinde birinci derecede sorumluluk almak istemiyordum, buna karşılık elimden gelen katkıyı vermeye hazır olduğumu dernek yöneticisi arkadaşlara söyledim. Bugün yönetimde olan, geçmişte birlikte çalıştığımız arkadaşlara düşüncemi çeşitli vesilelerle anlattım. Sponsor arayışlarına katkıda bulunabileceğimi de. Görebildiğim kadarıyla, Ankara’da öykü günlerinin yapılamamasının çeşitli nedenleri var. Öncelikle, Ankara Öykü Günleri’nin on ikincisinin yapılacağı 2008 yılında Edebiyatçılar Derneği’nin yurt içinden yurt dışına uzanan yoğun bir programı vardı. Öykü günlerinin gerçekleştirilmesine bu program o yıl engel olmuş olabilir. Ama sonrasında da öykü günlerinin yapılması konusunda bir çalışma yapılmadı. Örneğin, İzmir Öykü Günleri’yle yetinildi (İzmir’deki arkadaşlar her şeyi hazırladıktan sonra Edebiyatçılar Derneği’nin yöneticileri “Hayır, yapmıyoruz” deme şansları yoktu herhalde). Benim artık sadece bir tür danışmanlık yapabileceğim koşullarda, dernekteki arkadaşlar bir yükün altına girmek istememiş olabilirler. Çünkü öykü günleri, iki üç güne sığdırılmış, beş-on yazarın katılımıyla geçiştirilecek bir etkinlik olmaktan çıkmıştı (7. Ankara Öykü Günleri’ne katılan yazar sayısı 150’yi buluyordu). Öykü günleri, önceki yıllarda olduğu gibi, yurt içinden ve yurt dışından onlarca edebiyatçıyı buluşturmalıydı… Kalite düşmemeliydi… Parasal katkıya, eskiden olduğu gibi emek yoğun çalışmaya ve öykü günlerinin kendine özgü örgütlenmesine ihtiyaç vardı. Ağırlığınız olmalıydı, edebiyat dünyası tarafından kabul edilmeliydiniz. Bütün bunların üstesinden gelmeliydiniz. Öte yandan, öykü günlerinin adımla anılmasından duyulan rahatsızlığın da etkinliğin sürdürülmesine engel olduğunu söyleyebilirim. Bu son söylediğimi çok insani bir şey olarak karşılıyorum. Böyle şeyler olabilir. Edebiyat da, ilişkisi de böyle bir şeydir. Siz devam ettirmek istemiyorsunuzdur, başka şeyler yapmak istiyorsunuzdur. Buna hiç kimse bir şey diyemez. Sonuç olarak üç şey söylemek istiyorum. İlki şu: Kesintisiz olarak on bir gerçekleştirilen Ankara Öykü Günleri şimdiden dünyanın en eski, en köklü öykü festivalidir. İkincisi: Ankara Öykü Günleri’ne ihtiyaç duyuluyorsa, bu artık yapmak isteyenlerin, bu heyecanı duyanlarındır, dolayısıyla hiç kimsenin tekelinde değildir. Üçüncüsü: Doğrusunu isterseniz, Ankara Öykü Günleri sona erdi demeye dilim varmıyor ama Ankara Öykü Günleri’nin de bir sonu olduğunu kabul etmek durumundayız.

S.KÖLE: Özcan Karabulut için “Öykünün militanı” denir edebiyat dünyasında; ancak Özcan Karabulut bugün aynı zamanda çok iyi bir romancı. Bunu konuşalım isterim; roman, seni öykü kadar ele geçirebildi mi?

Ö. KARABULUT: Edebiyatçılığımı gözden kaçırır diye “öykünün militanı” ya da “öyküden sorumlu devlet bakanı” gibi adlandırmalardan çok korktum aslında. Bu konuda yapacak bir şey yok; siz bir şey yapıyorsunuz ve sağ olsun edebiyatçı dostlar bu tür adlandırmalarda bulunabiliyorlar. Yazınsal bir tür olarak roman öyküye göre çok daha bencil bir tür. Öyle ki başka bir türde yazmaya izin vermediği gibi, çocuğunuza, eşinize, ya da sevgilinize, onlarla olmaya bile izin vermiyor. Otur ve yaz diyor, başka bir şeyle ilgilenme! Yazdığım Amida, Eğer Sana Gelemezsem romanı bunları düşündürüyor bana. Sizin deyişinizle, roman öyküye göre insanı adamakıllı ele geçiriyor. Bu tam olarak bir güç ve inanç meselesi değil ama, içime sinen romanlar yazmanın dışında roman türü için hayaller kuracağımı sanmıyorum.

S.KÖLE: Ve Adanalı kimliğin… Bugün yazıyor olmanda, örgütçü yanının çoğu zaman yazar kimliğinle dip dibe yol almasında Adanalı oluşunun etkisi nedir, diye sorsam…

Ö. KARABULUT: Biz yerlilerin, Diyarbakırlıların, Erzurumluların, Anteplilerin oturduğu, Türkçe, Kürtçe ve Arapça dillerinin konuşulduğu bir avluda büyüdüm. İlkokulu Milli Mensucat’ta, ortaokulu İstiklal’de ve liseyi Adana Erkek Lisesinde okudum. Sokak aralarında, kahvelerde meşhur Adana küfürlerini duydum ve o küfürleri ettim. O meşhur küfürleri eden din dersi hocalarım oldu. Bicibici, karsambaç, kebap yedim. Yumurta topuklu, sivri burunlu ayakkabılar imal eden bir babanın yanında çıraklık yaptım. Genelev sokağında Adana’nın külhanbeylerini tanıdım. Adana’nın barajlarında, kanallarında boğulma tehlikesi geçirdim, bir keresinde mutlak bir ölümden döndüm. Kavga ettim, arkadaşlarımla portakal çaldım. Adana Erkek Lisesi’nde gol kralı oldum, Adana Demirspor’un gençlerinde futbol oynadım. Adana’dan o kadar çok anı, o kadar yüz var ki şimdi anımsadığım. Çocukluğumla ve ilk gençliğimle hayat üniversitesi olarak da gördüğüm Adana’da geçen yıllarım, beni üniversiteye ve yazarlığa taşıdı. Bugün yazdıklarımda bana özgü bir ses varsa, bugün yaptıklarımda bana özgü bir cesaret varsa o ses, o cesaret benim Adana’mdan, benim Melekgirmez’imden, benim çocukluğumdan ve ilk gençliğimden geliyor hiç kuşkusuz. Sen tut Yaşar Kemallerin, Orhan Kemallerin, Yılmaz Güneylerin topraklarından gel de, düşlerinde, yaptıklarında Adanalı oluşunun etkisi olmasın?

S.KÖLE: Yine 14 Şubat’a dönelim. Bir düşü gerçeğe çeviren olarak, öykü adına düşlediğin başka bir şey kaldı mı?

Ö. KARABULUT: Öykü dergileri, öykü günleri, 14 Şubat; bir düşün dışında başka bir düş kalmadı galiba. Bu bir düş dediğim, Adana öykülerinden başka bir şey değil. Bir süredir bana kendini duyuran, yazmak için kamçılayan Adana öyküleri var, içimi titreten. “Cin Ziyaretleri” öyküsünün dışında ( bu öykü bir Adana öyküsü olarak kabul edilebilir mi, bilmiyorum), henüz yazamadım. Bana öyle geldi ki, ben bu öyküleri yazarsam, babam ölür. Bu yüzden elim o öykülere gitmedi. Bir gün elim o öykülere gidecek, biliyorum.

S.KÖLE: Sevgili Özcan, zaman ayırıp sorularımı yanıtladığın için teşekkür ediyorum.

Ö. KARABULUT: Ben de sana teşekkür ediyorum. Aracılığınla, tüm öykücü dostlarımın Dünya Öykü Günü’nü kutlarım.

Yorum yapın

Yorum yapmak için buradan giriş yapmalısınız.