Bir Zamanlar Anadolu’da…

Dün akşam Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’da adlı şaheserini izledim. Filmin gösterildiği salonda Mehmet Kütükçüoğlu’yla ben vardım sadece. Recep İvedik filmlerinden biri gelseydi Safranbolu Karabük’te ki hekim, avukat, öğretmen iş adamları salonu doldururdu. Bu filmi tekrar izleyip, bir tanıtım yazısı kaleme alacağım.

Aslında filmde maktule yapılan otopsi sahneleriyle, filmin nihayetlenmesi ziyadesiyle memnuniyetime neden oldu Aslında Recep İvedik ve benzerlerinin pompaladığı şahsiyetsiz popüler kültüre yapılan bir otopsiydi…

Kasaba’nın yalnızlığı, bencil insanların duygu küntlükleri, kasabada insanlar arası komünikasyonun “lakırdı” düzeyinde saçma ama güncel hayatın bu lakırdı, anlamsız lakırdı ve eylemlerle devam etmesi, Bekket’in Godot’yu Beklerken eserindeki kahramanların diyaloglarındaki saçmalık ve sıkıntıya benzer sahne ve diyalogları hatırlatırcasına, Şark toplumlarında kasaba, kırda  “ lakırdı” “ boş laf” mealindeki sığlık, sıkıntı ve saçmanın halleri de filmde yansıtılıyor.

Filmin Slov Motıonla, Nuri Bilge Ceylan’ın fotoğraf yetkinliği ve derinliği kattığı sahnelerle ilerlemekte.  ama Kasaba, kırın yalnızlığı, tenhalığı ve hayatın statikliğine, durağanlığına zaten Yavaş Çekim uygun düşmekte.   Dışardan buğulu bir aynanın arkasındaki görüntülere nüfuz etmek nasıl mümkün değilse, kasabanın görünürdeki sakin, yavaş akışının örttüğü şiddet, bazı anlarda kendisini hissettirir.

Eğlenmek için dükkân benzeri bir mekânda rakı içen üç erkeğin göreli olarak nikbin halleri, daha sonra maktulün öldürülmesi nedeni olan “ namusa dair boş ve gereksiz bir “lakırdı” sarf eden müfterinin öldürülmesine sebep olur.

Maktul, katilin çocuğunun babasının kendi olduğunu, söylemesi, her an hazır bekleyen potansiyel şiddet kasabanın yazgısıdır. İletişim dili “lakırdı” “boş laf” “saçma” üzerine kurulu kasaba bu basit iletişim dili dışındaki, farklı elbette sanatsal bir iletişim diline de mesafeli, uzak hatta bir imkânsızlık olarak tecelli eder.

Kırdaki keşif mahallinde işemek için bir kayalık çıkıntısının önüne gelen doktor “hükümet tabibi” bir an şimşek çakmasıyla aydınlanan kayadaki eski uygarlıklara ait kabartmaları fark eder. Bu gözlemini adliye şoförüne anlatınca, adliye şoförü ilgisizlik, aldırmaz bir edayla “He bizim buralarda vardır öyle şeyler” diyerek sıradanlığı ve sığlığı aşikâre eder.

Kasaba’ya odaklanan iki gerçekçi yazarımızı ve eserlerini hatırladım. Sabahattin Âli’nin “Kuyucaklı Yusuf”  romanı, Refik Halit Karay’ın “Memleket Hikâyeleri” ni özellikle Yatık Emine, hikâyesindeki şiddetin, pek de değişmediğini söylemek mümkün. Gerçi filmde mevzu edilmese de kasabada, norm dışı nedenlerle “etiketleme” ve “damgalanma” nın çok daha zalimce işlediğini de eklemek lazım.  Nuri Bilge Ceylan’ın bu filmiyle yarışacak tek bir film var sinemamızda. O filmde de kasaba ve kasabada işlenen bir cinayet mevzu edilir. Ömer Kavur’un ANAYURT OTELİ. Belki de Nuri Bilge Ceylan 2011 Türkiye’sinden Ömer Kavur’a içten ve dostça bir “selam” da göndermiş olabilir.

Muhtarın odasındaki cemaatin olduğu sahneye kadar, tek bir kadının görülmediği kasabanın erkekler dünyasında, Muhtarın çok güzel kızı,  rüzgâr nedeniyle yarım saat elektriklerin kesildiği,  sanki Dante’nin Araf’ına benzer sahnede katil ve yardımcısı dâhil, savcı, komiser, doktora tepsiye konulan bir gaz Lambasının loşlukta altın bir ziya halinde odanın gölgeleri ve loşluğa arasında, erkeklere çay servisi yaptığı sahne sarsıcıydı. Kasaba hayatının bu Araf’ında gölgeler loşluklar ve karanlıklar arasında bir mucize gibi beliren o anlık ziyanında bir an sonra karanlığa karışacağı gölgelerle örtüleceği. Tarkovski AYNA da aynayı kullanması gibi, Nuri Bilge Ceylan da Gaz Lambasını bu bölümde bir imge olarak yansıtıyor.

Zaten Filmin ilk sahnesinde buğulu camlarla, Tarkovski’nin AYNA filminde kadın kahramanın aynanın buğusunu sildikten sonra görüntü netleşmesine benzer, Nuri Bilge Ceylan da, filme buğulu camların net görüntüye imkân vermediği sahneyle başlıyor. Sonra buğu, pus, karanlık ve gölgeler kaybolurken, hikâye ayrıntılarıyla zenginleşerek netleşiyor. Yine Tarkovski’nin AYNA filminin ilk sahnelerinde genç kadınla, orta yaşlı doktorun karşılaştığı sarı otlarla kaplı tarla görüntüsünde benzer şekilde Nuri, Bilge Ceylan,  sarı rengi fotoğraf netliği ve derinliğindeki sahnelerle müthiş bir ustalık sergiliyor.

Çünkü Muhtarın güzel kızı bir cinayet soruşturmasına katılan erkekler arasında, belki de tek bir umut ışığıydı. Ama Kasaba ahlakı, katı gelenekler, bencil insanlar,  her an parlamaya müsait şiddet ve kadınları genç kızları kuşatan kader… Nuri Bilge Ceylan Hikmet ehli bir şair misali hayat hakkında yine bir şahesere imza atmakta. Recep İvedik’e benzeyen maktulün ölüm katılığı evresinden artı cesedin çürümeye başlayacağı anda, devlet Hastanesi Morgu’nda daha da çirkinleşen, iğrençleşen, azmanlaşan bu biçimsiz, çirkin cesede yapılan otopsi sahnesi, oradaki diyaloglar. Doktor’un yardımcısına “Klasik Otopsi uygulayacağız” cümlesi de önemli, zira film klasik hikâyeye uygun bir akışa sahip. Bir Çehov Öyküsü gibi geleneksel gerçekçi edebiyata uygun bir tahkiye.

Adlliye şoförünün keşif için katili getirdikleri kır alandaki bir elma ağacını  sallayarak elmaların yerlere dökülmesi, sonra tek bir elmanın yuvarlanarak dereye ulaştıktan sonra, derenin akıntısıyla elmanın sürüklendiği sahne, belki elma sembolüyle hikâyede bir yasak aşkı yansıttığı gibi, dünyaya fırlatılan insanın bilinmez bir kadere akışa kapılıp sürüklenmesini, de ifade diyor olabilir.  Katil film boyunca sadece bir iki kısa cümle içinde konuşuyor. Film boyunca görüntüsü ile suskunluğuyla ve yüz hatlarının aldığı uyaranlara göre değişmesiyle, aslında hikâyede âdeta konuşurcasına bir katkı sunmakta.  Katil konuşmasa da filmin en çok çağrışımlarını üreten kahraman olduğunu, söylemek mümkün.

Ama en ilginci, Recep İvedik’e benzeyen maktulün karnı teşrihle açılınca etrafa kan sıçramaya başlar bir damla kanda doktorun yanağına sıçrar. O an Teşrihi yapan yardımcı “ Hoca biraz geride dur yoksa kanı sana da sıçrar, bulaşır” uyarısı, yine popüler kültüre uzak durmayı has ve hakiki sanatçılara hatırlatan bir cümle olarak yorumlanabilir.  Zira Nuri Bilge Ceylan popüler kültür ortamlarında asla görünmeyen bir yönetmen. Bugüne kadar Cannes Festivali’ndeki haber görüntüleri dışında televizyonda Nuri Bilge Ceylan’ı program konuğu olarak görmedim. İskender Pala, Ahmet Ümit, Elif Şafak kanal kanal dolaşmasındaki marazatı da yansıtan bir cümle. Sanatçı popüler kültüre tamamıyla uzak ve mesafeli olmalıdır.

Filmin Senaryosu filmde başarıyla Muhtar rolünün üstesinden gelen, Erdal Kesal’in otuz yıl önce kasabadaki hekimlik günlerine dayanan bir hikâye.  Bir an kendimi kırk yıl önce Karaşar Köyü’nde muhtarlık yapan dedem Kara Mehmed’in evinde olduğumu sandım. Erdal Kesal doğal, rahat, ustaca oyunuyla, üstelik Orta Anadolu, Kastamonu ağzına uygun konuşmasıyla müthiş bir performans sergiliyor.

Kırda Savcı, Komiser, Jandarma ve diğer görevliler maktulun cesedini gömüldüğü  topraktan çıkarır. Sonra otomobilliden birinin bagajına konur. Dönüşte adliye şoförü “ Maktulün pek de doğru bir adam olmadığı, şer işlere meylettiğini ve günahlarının çok olduğunu” ima eden cümlesi Recep İvedik ve benzerlerinin yani kişiliksiz kitle kültürü, avami kitschin Türkiye’deki günahları olarak yorumlanabilir. Başta Recep İvedik olmak üzere, Kurtlar Vadisi, Garoğ, Aroğ, Mahzun Kırmızıgül filmleri, Özcan Deniz,  Fatmagülün Suçu Ne mealinde televizyon dizileri, ayrıca edebiyatta karşılığı olarak İskender Pala, Ahmet Ümit Ve Elif Şafak’ın kalpazanca metotlarla, aptallık katsayısını tahrik edercesine imal ettikleri, düşük yapıtları nedeniyle, onların da günah ve cürümlerini de ima ediyor.

Safranbolu ATAMERKEZ sinemalarında Guramage desteğiyle, bu şaheseri Safranbolu Karabüklü izleyicilerle buluşturan, Değerli İsmail Beyle, Sayın Yaşar Akdoğan’a teşekkür ediyorum. Dün Mehmet Kütükçüoğlu ile salonda iki kişiydik.  Sanırım Bayramda Üniversite Talebelerinin de ilgisini çeker umudundayım. Hatta bizden ön sıralarda bir bayla bayan vardı. Filmin ilk bölümünde sıkılarak çıktılar.

Filmi tekrar izleyerek daha ayrıntılı bir yazı kaleme alacağım.

Nuri Bilge Ceylan, Enis Batur, Yavuz Turgul, Hayriye Ünal misali soy sanatçılarla ile aynı çağda yaşamak Türkiyeli bir şair için sevinç ve teselli vesilesidir.

Çünkü Türkiye’de zekâ ve dehânın mareşalleri, yine zekâ ve dehâya sahip benzerlerince keşfedilir.

1 Yorum

  1. Serkan Engin avatarı Serkan Engin diyor ki:

    Hüseyin Avni,

    Yazı, içerik olarak çok güzel olmakla birlikte, bu kadar nitelikli bir filme dair bir yazıda, sencileyin kırk yılın şairi, bunca Türkçe katliamı yapmamalı, bu kadar düşük tümceler kurmamalı, virgül kullanımını (daha doğrusu gerekli yerlerde kullanmamayı) böyle vandalca yapmamalıydı. İmla hatalarına hiç girmiyorum bile…Türkçe’ye hakkıyla özen göstermeni rica ederim…

    Selamlar, incelikler

    Serkan Engin

    Cevaplamak için giriş yapın

Yorum yapın

Yorum yapmak için buradan giriş yapmalısınız.